İtikadda kaç mezhep vardır?
İmanda, itikadda tek mezhep vardır
CEVAP
İmanda, itikadda tek bir mezhep vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat
mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı
emretmektedir.
Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz
aleyhisselam tebliğ etti. İnsanlara, kendilerini ve herşeyi yaratan Allahü
teâlâyı haber veren Peygamberimiz, Allahü teâlâya, Onun yarattıklarına ve Onun
emir ve yasaklarına imanın nasıl olacağını da bildirdi.
Muhammed aleyhisselama ve Onun bildirdiklerine, temiz, dürüst ve hakiki bir
iman, ancak Onun bildirdiğini tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla, hepsini
beğenmekle mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir ayrılığın,
Ondan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin kendilerini haklı
çıkarmak için öne sürecekleri dini, siyasi, beşeri, içtimai, fenni.. v.s. gibi
sebeplerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslamiyet her ne suret ve sebeple
olursa olsun, imanda ve itikadda ayrılığa asla izin vermemekte,
yasaklamaktadır.
Eshab-ı kiramın iman ve itikadda hiçbir ayrılıkları olmadı. Eshabdan olmayanlar
ve daha sonraki asırlarda gelenler arasında ise zamanla imanda, itikadda bazı
ayrılıklar ortaya çıkarıldı ve bid’at fırkalarının sayısı 72 ye ulaştı. Bu
ayrılıkları çıkaranların ve bunların sözlerine inanarak bozuk düşüncelerini
benimseyenlerin ileri sürdükleri sebepler çok çeşitli ve herbirine göre farklı
olmakla beraber, esas sebepler, (Münafık ve başka dinden olanların çıkardıkları
fitneler, Kur’an-ı kerimin müteşabih âyetlerini kendi anlayışlarına göre tevil
etmeye kalkışmaları, eski Hind ve Yunan felsefesi ile, Mecusi inançlarının
İslamiyet’e sokulma çabaları, Eshab-ı kiramın maslahata [huzurun, dirliğin,
iyiliğin teminine] ait konulardaki ictihad ayrılıklarını anlayamama ve bunları
kendi nefsani arzularına, siyasi maksat ve ihtiraslarına perde veya alet etme,
kısa zamanda çok geniş ülkelere yayılan İslamiyet’in henüz yeni müslüman olmuş
büyük kitlelerce tam anlaşılmadan birtakım insanların eski din ve inançlarına
ait bazı unsurları tamamen terk edememeleri ve bunları İslamiyet’ten sayma
yanlışına düşmeleri) şeklinde özetlenebilir.
Ancak, İslam tarihinde görülen 72 sapık fırkanın ortak vasfı; siyasi ve dünyevi
menfaat ve saiklerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen, hemen hepsi Kur’an-ı
kerimdeki muhkem ve bilhassa müteşabih âyet-i kerimeleri kendi akıllarına göre
tefsir yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu âyetleri, iddiaları
istikametinde tevil ederek kendilerine Kur’an-ı kerimden deliller bulduklarını
ileri sürmüşlerdir.
Mesela, Kur’an-ı kerimde geçen, Allah’ın eli, yüzü vb. sıfatlarını gösteren
ifadeleri, kendi düşüncelerine ve konuşma dilindeki manalarıyla kabul ederek,
Allahü teâlâyı zâtı ve sıfatlarıyla tecsim eden, yani cisim ve insan şeklinde
düşünen bu sapık fırkalar, Kur’an-ı kerimin doğru manası olan murad-ı ilahiyi
anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını kabul
etmedikleri gibi, ayrıca onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır.
İmanda parçalanmak, fırkalara ayrılmak yasaktır
İmanda parçalanma, gruplara ayrılmak kötüdür, asla caiz değildir. Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hidayeti [kurtuluş yolunu] öğrendikten sonra, Peygambere
uymayıp, müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan
Cehenneme atarız.) [Nisa 115]
Peygamber efendimiz de, Müslümanlar arasında imanda ve itikadda ayrılıkların
felaket olduğunu bildirerek, meşhur olan bir hadis-i şerifinde, (Yahudiler,
71 fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan 70’i Cehenneme gidip, ancak bir fırkası
kurtuldu. Hristiyanlar da, 72 fırkaya ayrıldı. 71’i Cehenneme gitti. Benim
ümmetim de 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir
fırka kurtulur) buyurdu. Eshab-ı kiram, bu bir fırkanın kimler
olduğunu sorduğunda; (Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın
gittiği yolda gidenlerdir) buyurdu. (Tirmizi, İbni Mace)
İman edilecek şeylerde ayrılık olmaz
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İman edilecek şeylerde Eshab-ı kiramın hepsine uymak lazımdır. Çünkü, itikad
edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yoktur. Eshab-ı kiramdan
birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünkü, hepsinin imanı, itikadı
birdir. Birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun
olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini
kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. İslamiyet’i bizlere bildiren,
onların hepsidir. Onların her biri adildir, doğrudur. Herbirinin İslamiyet’te
bildirdiği bir şey vardır. Herbiri âyet-i kerimeleri getirerek, Kur’an-ı kerim
toplanmıştır. Bir kısmını beğenmeyen, İslamiyet’i bildireni beğenmemiş olur.
Beğenmeyen de Cehenneme gider. Âyet-i kerimede mealen, (Kur’an-ı
kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle
yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmaktır. Ahirette de, en şiddetli
azaba atılacaklardır) buyuruldu. (Bekara 85)
Kur’an-ı kerimi toplayan üç halifeyi kötülemek, Kur’an-ı kerimi kötülemek olur.
Aklı olan kimse, Eshab-ı kiramın hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini
söyleyemez. Halbuki o gün, Eshab-ı kiramdan 33 bini, hep birden, istekle ve
seve seve Hazret-i Ebu Bekir’i halife yaptı. 33 bin Sahabinin, yanlış bir işte,
söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Resulullah, (Ümmetim,
dalalette birleşmez, yanlış bir iş üzerinde ittifakta bulunmazlar) buyurdu.
(İbni Mace)
Eshab-ı kiram arasında olan ayrılıklar, kötü düşüncelerden değildi. Çünkü
onların mübarek nefsleri tertemiz olmuştu. Onların bütün istekleri, İslamiyet’e
uymaktı. Ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. Yanılanları da sevaba kavuşur. İmam-ı
Şafii, (Allahü teâlâ, ellerimizi o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi
bulaştırmayalım. Resulullahtan sonra, Eshab-ı kiram çok düşündü, Hazret-i Ebu
Bekir’den daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yaptılar) buyurdu. Bu da,
Hazret-i Ali’nin ikiyüzlü olmadığını ve Hazret-i Ebu Bekir’i seve seve halife
yaptığını göstermektedir. (c.1, m. 80)
Muhammed Masum hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, (Ya Musa! Benim için ne amel yaptın?) buyurdu. O
da, (Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve
seni zikrettim) deyince, Allahü teâlâ, (Namaz, senin için
burhandır. Oruç, seni Cehennemden koruyan kalkandır. Zekât, mahşer günü, herkes
sıcaktan yanarken, sana gölge yapacaktır. Zikir de, o gün, karanlıkta, sana nur
olacaktır. Benim için ne yaptın?)buyurdu. Hazret-i Musa, (Ya Rabbi,
senin için olan amel nedir) dedi. Allahü teâlâ, (Sevdiğimi
benim için sevdin mi ve düşmanımı düşman bildin mi?) buyurdu. Hazret-i
Musa, Allahü teâlânın sevdiği amelin, Onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek
olduğunu anladı. Demek ki, sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına
düşman olmak, sevginin alametidir. Mümtehine suresinin, (İbrahim ve
Eshabı, kâfirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Siz, bir olan Allah’a
inanana kadar, aramızda düşmanlık olacaktır dediler. Bunların bu güzel halleri,
size örnek olmalıdır) mealindeki 4. âyeti gösteriyor ki, iman sahibi
olmak için, bu düşmanlık şarttır ve Allah düşmanlarını sevmek, imanı yok eder.
Resulullahın sohbetine kavuşmakla şereflenen Eshab-ı kiram, birbirlerini çok
severlerdi. Birbirlerine değil, kâfirlere düşman idi. Fetih suresinin (Kâfirlere
düşman, birbirlerine merhametli idiler) mealindeki 29. âyeti sözümüzü
ispat etmektedir. (m. 29)
Doğru yol nedir?
Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır.
Dört mezhep, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler.
Bid’at fırkaları ise, müslümanları parçalamaktadır. Bu dört mezhebin
birleştirilemeyeceğini, İslam âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü
teâlâ, mezheplerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece,
İslam dinini kolaylaştırıyor.
Bir âyet-i kerime meali:
(Ey iman edenler! Allah’ın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [A.
İmran 103]
Ebussüud Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i
kitabın parçalandığı gibi parçalanıp da doğru imandan ayrılmayın! Cahiliye
zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu.
Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği iman olduğunu, Peygamber
efendimiz haber verdi. O halde, Ehl-i sünnette birleşerek, kardeş olmak,
birbirimizi sevmek gerekir. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i
kerimeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip
birbirimizi seversek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada
rahata, huzura, ahirette de sonsuz saadete kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve
cahillerin ve sömürücülerin, kendi çıkarları için söyledikleri yalanlara
aldanıp, bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadika s. 696)
İtikatta mezhep
Sual: Bazı kitaplarda, Matüridi mezhebi, Eşari mezhebi ifadeleri
geçiyor. İtikatta tek mezhep olduğuna göre, niye böyle ifadeler kullanılıyor?
CEVAP
İtikatta hak mezhep tektir. O da Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebidir.
Bu mezhebin itikattaki iki büyük imamı, Ebu Mansur Matüridi ve Ebül-Hasan
Eşari hazretleridir. Burada mezhep, birkaç konudaki farklı ictihad
anlamındadır. Nitekim fıkıh kitaplarında, (İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi
böyledir) ifadeleri de geçer. Bu, ayrı mezhebi olduğu için değil, ictihadının
farklı olduğunu göstermek içindir.
İmam-ı Matüridi Hanefi mezhebinde, İmam-ı Eşari de Şafii mezhebinde olduğu
için, Hanefiler İmam-ı Matüridi’nin, Şafiiler de İmam-ı Eşari’nin
açıklamalarını esas alıyorlar.
Matüridi ve Eş’ari
Sual: İtikadda, İmam-ı Matüridi veya İmam-ı Eş’ari’den birine tabi
olmak şart mıdır?
CEVAP
Evet, şarttır. Ehl-i sünnet itikadını bu iki âlim bildirmiştir. Bunlara tâbi
olmayan bid’at ehli olup, doğru yoldan ayrılmış olur. İbni Hacer-i Heytemi
hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnetin söz birliğiyle bildirdiği itikada
uymayan bid’at sahibidir. Bunu, İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi ile bunların
yolunda olan âlimler bildirdiler. (Feth-ul-cevad)
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Bid’at sahibi demek, Ehl-i sünnete
aykırı inanışı olan kimse demektir. Dinin beğenmediği bir şeyi meydana çıkarmak
bid’attir. (Fetava-yı hadisiyye)
Şâfiî âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri buyuruyor ki: Ebül-Hasan Eş’ari’nin
veya Ebu Mansur Matüridi’nin bildirdiklerinden ayrılan kimse sünni değildir. Bu
iki imam, Resulullah’ın ve Eshabının yolundadır.(Kenz-ür-ragıbin haşiyesi)
Selefin mezhebi
Sual: Selef-i salihinin mezhebinin Ehl-i sünnet
vel-cemaat olduğu, Selefiye diye bir mezhebin olmadığı kitaplarda yazılıdır,
ama Eş’ari ve Matüridi ne oluyor? Ehl-i sünnet vel cemaat ne demektir?
CEVAP
Sünnet, bilindiği gibi Resulullahın bildirdiği yoldur. Cemaatten kasıt da
Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i
sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın gittikleri,
itikattaki tek doğru yol demektir. Yani Eshab-ı kiramdan bugüne kadar, tek
kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır.
Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı kitaplara geçmemişti, Ehl-i sünnetin iki imamı
olan İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi, Ehl-i sünnet itikadını açıklayıp
sistemleştirerek kitaplara geçirdi. Ameldeki mezheplerin nasıl imamları varsa,
mesela Hanefi mezhebinde, imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed gibi müctehidler
varsa, bu iki zat da itikat imamlarıdır. Aralarındaki ictihad farkları, Ehl-i
sünnete aykırı değildir.
Kula kul olmak
Sual: Mezhepleri kabul etmeyen bid’at ehli bazı kişiler, (Kula
kul olunmaz, Allah'tan başkasına tâbi olunmaz) diyerek bir mezhebe
tâbi olmayı kula kulluk olarak görüyorlar. Kula kul olmak nedir?
CEVAP
Kula kul olmak, bir kimsenin emri altına girmek veya ona tâbi olmak demektir.
Hâşâ o kişiyi Allah olarak tanımak değildir. Dünya işlerinde bile, her ülkede
idarecilere, komutanlara, kanunlara tâbi olunur. Bunu söyleyenler âmirsiz,
kanunsuz, nizamsız bir ülkede mi yaşıyorlar? Değilse, maksatları nedir?
Dinimizin emri olan mezheplere tâbi olmayı niye yanlış bir şeymiş gibi
gösteriyorlar?
(Resulüme itaat edin, Resulüme tâbi olun!) mealindeki âyet-i
kerimelerle ve (Eshabımın yoluna sarılın, âlimlere tâbi olun!)mealindeki
hadis-i şeriflerle bildirilen emirlere uymak, mezhep imamlarına tâbi olmak,
hâşâ Allah’ı bırakıp, onların anladığı mânâda kula kul olmak değildir. Öyle
olsaydı, Allahü teâlâ, bir kul olan Resulullah'a uymamızı emretmezdi.
Resulullah da Eshab-ı kirama ve âlimlere tâbi olmamızı emretmezdi.
Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid oldukları hâlde, Resulullah'a tâbi
oldukları için peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiîn,
Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için yüksek şerefe
ermişlerdir. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları için Tebe-i
Tâbiîn olma şerefine yükselmişlerdir. Bir âyet-i kerime meali:
(Muhacir ve Ensar’la iyilikte onların izinden gidenlerden, [onlara
tâbi olanlardan] Allah razıdır.) [Tevbe 100]
Bu âyette, Eshab-ı kirama ve onların izinden giden Tâbiîne uymak gerektiği
bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar, yani Eshab-ı kiramdır.
Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler, yani Tâbiîn’dir. Onlardan
sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler, yani Tebe-i Tâbiîn’dir. Artık
bunlardan sonra yalanlar yayılır.)[Buharî]
Görüldüğü gibi Tâbiîne tâbi olmamak, mezhepsizliktir. İmam-ı a’zam
Tâbiîndendir, diğer mezhep imamları da Tebe-i Tâbiîndendir. Yani âyet ve
hadiste kendilerine tâbi olunması bildirilen ve övülen zatlardır. Bu zatlara ve
onların mezheplerine uymamak, Allahü teâlânın ve Resulünün emrine karşı gelmek
olur. Kul olmak, köle olmak, onun emrine girmek demektir. Emrine girilen zat
hakiki mürşid ise, kul olan köşeyi dönmüş olur. Şu beyit bu gerçeği çok güzel
anlatmaktadır:
Cihana sultan olmak, bir kuru kavga imiş,
Bir mürşide kul olmak, hepsinden a’lâ imiş.
Bunun farklı söyleniş şekilleri de vardır. Biri şöyledir:
Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir veliye bende olmak cümleden evlâ imiş.
Bende kul, köle demektir. Bu konuda başka beyitler de vardır:
Cihana sultan olsan sana olmaz faydası,
Mânâ sultanına kul olmak işin a’lâsı.
Kul olmakla övünürüm güzeller güzeli şaha,
O güzele bende olmak, değer cihan şahlığına.
Dünya saltanatının tacın tahtın verseler,
Avnî bunu reddeder, kulluk devleti ister.
Avnî, Fatih Sultan Mehmet hanın müstear ismidir. Görüldüğü gibi, Fatih Sultan
Mehmet han bile, dünya saltanatı değil, kulluk devleti istiyor. Kulluk için
devlet diyor. Burada devlet, büyük makam ve büyük nimet demektir. Büyük bir
zata kul olup büyük devlete kavuşanlara ne mutlu…
Büyüklere tâbi olmayı aşağılık bir şey gibi göstermek çok yanlıştır.
Mezhepsizin imanı düzgün olmaz
Sual: (İnsan mezhebiyle övünmez, imanıyla övünür) denilerek
mezhepsizliğin reklamı yapılıyor. Mezhepsiz insanın imanı düzgün olur mu? 72
sapık fırka, imanlarıyla nasıl övünür? Hem övünmenin dinimizde yeri var mıdır?
CEVAP
Dinimizde övünmenin yeri yoktur. Peygamber efendimiz, (Ben âlemlerin,
bütün insanların, bütün peygamberlerin efendisiyim)dedikten sonra, (Bunları
övünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum. Hakikati bildirmek benim
vazifemdir. Bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum) buyuruyor.
Görüldüğü gibi Peygamber efendimiz, kendine verilen büyük nimetlerle övünmezse,
mezhepsiz kimse, imanıyla nasıl övünür? Bir âyet-i kerime meali:
(Allah, kendini beğenip övüneni sevmez.) [Lokman18]
Necm sûresinde, (Nefsinizi tezkiye etmeyin) yani (Övünmeyin)buyuruluyor.
Kendindeki iyilikleri, nimetleri, kendinden bilirse, Allahü teâlânın verdiğini
düşünmezse, övünmek, yani (Nefsi tezkiye) olur. Bu nimetleri Allahü
teâlâdan bilir, kendinin kusurlu olduğunu düşünürse, (Şükür) olur.
Dinimiz övünmeyi değil, şükretmeyi emrediyor. Bir hadis-i şerif:
(Nimete şükür, o nimetin gitmesine karşı emandır.) [Deylemî]
Kendimizi övmek caiz olmadığı gibi, başkalarını da yüzlerine karşı övmek caiz
olmaz. Bir hadis-i şerif:
(Birbirinizi övmeyin. Çünkü övmek onu boğazlayıp öldürmektir.)[İbni
Mace]
İmanın düzgünlüğü, itikattaki mezhebin düzgünlüğüne bağlıdır. Bu ümmetin
itikatta 73 parçaya bölüneceği, tek doğru itikadın Ehl-i sünnet vel-cemaat
fırkası olduğu, imanı Ehl-i sünnet itikadına uygun olmayan kimsenin ise, mutlaka
Cehenneme gideceği hadis-i şerifle bildirilmiştir. Her Müslüman, dört hak
mezhepten birinde olduğuna şükreder. Sapık mezheplerde olanın övünmesinin
faydası olmaz. Bir insan, hem mezhepsiz, hem de Ehl-i sünnet itikadında olamaz.
Dört hak mezhebin birinde bulunması şarttır. (Fıkh-ı ekber,
Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbânî, F. Fevaid)
Ahmed bin Muhammed Tahtavî hazretleri buyuruyor ki:
Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Peygamber
efendimizin ve Hulefa-ı raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme
gider. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, yani
Cehennemden kurtulan fırka, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep,
Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine
tâbi olmayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül-muhtar
hâşiyesi Zebayıh kısmı)
Abdülgani Nablüsî hazretleri de (Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz
değildir) buyuruyor. (Hadîka)
İmam-ı Rabbânî hazretleri de, (Mezhepsiz olmak ilhaddır) buyuruyor. (Mebde
ve Mead)
Demek ki, dört hak mezhepten birinde olmak, bu mezheplerin itikadı olan Ehl-i
sünnet vel cemaat fırkasında olmak demektir. Tersine, mezhepleri kabul etmemek,
Ehl-i sünnet itikadını kabul etmemektir. O da bozuk iman demektir. İnsan,
kendini Cehenneme götürecek olan bozuk imanıyla nasıl övünebilir ki? Mezhebi ve
imanı düzgün olan da, Allahü teâlâya bu nimetleri ihsan ettiği için övünmemeli,
şükretmelidir. (Ya Rabbî, bu kadar kâfirin, mezhepsizin ve sapığın içinde bana
Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak mezhepten birine uymayı nasip ettin, sana
sonsuz şükürler olsun) demelidir.
İtikadı bozuk olan, cehenneme gider
Sual: İtikadında, iman ve inanışında bozukluk olanlar, cehennemde sonsuz olarak
mı kalırlar?
Cevap: Müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları Peygamber Efendimiz
tarafından haber verilmiştir. Nitekim hadîs-i şerifte;
(Benî İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete
ayrılacaktır. Bunlardan yetmişikisi cehenneme gidecek, yalnız biri kurtulacaktır.
Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır) buyuruldu.
İsrail oğulları, Yahudiler, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı,
Müslümanlar da, dinde yetmişüç fırkaya yani çok fırkalara ayrılacaktır.
Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, cehennemde uzun zaman kalacaklardır.
Çünkü “Yalnız benim ve Eshâbımın itikadında olan ve bizim gibi ibadet
eden fırka Cehenneme girmeyecektir” buyurulmuştur.
İtikat bilgilerinde ictihad ederken, Resûlullah Efendimizin
ve Eshâb-ı kiramın itikatlarından ayrılan din âlimleri, dinde zaruri ve söz
birliği ile bilinen itikattan ayrılırlarsa, kâfir olurlar. Bunlara Mülhid denir.
Bunların müşrik oldukları, Bahrde ve Hindiyyede yazılıdır. Zaruri ve söz
birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, itikatta
bidat sahibi olurlar. Bunlara Ehl-i kıble de denir.
Amel ve ibadet bilgilerinde ictihad ederken de, zaruri ve
söz birliği ile bilinen ibadetlere inanmayan kâfir olur. Fakat, zaruri ve söz
birliği ile bildirilmemiş olan ibadetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid
iseler, sevap kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bidat sahibi, mezhepsiz
olurlar. Çünkü müctehid olmayanın ictihad etmesi caiz değildir. Bunun, bir
müctehidin mezhebini taklit etmesi lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz! Buna
kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu.
İtikadı bozuk olmadığı için, cehenneme girmeyecek olan
kimse, yaptığı günahlar sebebi ile cehenneme girebilir. Eğer salih yani
günahına tevbe etmiş yahut af veya şefaate kavuşursa, cehenneme hiç girmez.
Zaruri olarak yani cahillerin de bildiği ve söz birliği ile bildirilmiş olan
bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, lâ ilâhe
illallah dese ve her ibadeti yapsa, her günahtan da sakınsa bile, buna lâ ilâhe
illallah ehli ve ehl-i kıble denmez.
İnsanlığa hizmet için çalışmak
Sual: Zamanımızda, insanlara ve insanlığa faydalı olmak için çeşitli hizmet
yolları vardır. Bu hizmet yolları içinde, insanlara faydalı olan hizmetin en
önemlisi nedir?
Cevap: Herkes, insanlığa hizmet etmenin en şerefli vazife olduğunu ve
bunun için çalıştığını söyler. Kendi keyfi, zevki ve para kazanmak için olan
çalışmalarını, didinmelerini, bu hizmet maskesi ile örtenler pek çoktur.
İnsanlara hizmet, onları dünyada ve ahirette rahata, huzura kavuşturmak
demektir. Bunun da tek yolu, tek başarıcısı, insanları yaratan, yetiştiren,
merhameti ve ihsanı sonsuz bol olan Allahü teâlânın gösterdiği, saadet yolu
yani İslâmiyettir. O hâlde, insanlığa hizmet, İslâma hizmet ile olur. İslâma
hizmet, insanlığa hizmettir. İnsanlığa düşman olanlar, İslâmiyeti yok etmeye
çalışmıştır. Saldırmalarının en tesirlisi, Müslümanları aldatmak, içeriden
yıkmak olmuştur. Onları bölmüşler, birbirine düşman etmişler, dinsizlerin
pençesine düşmelerine sebep olmuşlardır. İslâmiyete hücum edenlerin başında,
İngilizler ve casusları gelmektedir. Resûlullah efendimiz, Müslümanların başına
gelecek bu felaketleri haber vermiş ve;
(Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan yalnız, benim ve Eshâbımın
izinde giden bir fırkası, Cehennemden kurtulacak) buyurmuştur. Bugün,
Cehenneme gidecek olan yetmiş iki fırkadan çoğu kalmadı. Şimdi, yeryüzündeki
yüz milyonlarca Müslüman, yalnız Sünni ile Şii ve Vehhabi denilen üç fırkadır.
Bugün, Müslümanların bu üç fırkası birbirleri ile uyuşmazsa, el ele vermezse,
birbirlerini kötülerlerse, İslâmın düşmanları yalanlarla, iftiralarla, İslâmı
bozacak, Müslümanları parçalayacak, gençleri aldatacak, dinden çıkaracaklardır.
İnsanları bu facialardan kurtarmak, ancak İslâma hizmet ile, İslâmı kurtarmakla
olur. Bugün Avrupa’da, Amerika’da insan haklarına malik olan hür milletlerde bulunan
bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, İslâmiyete uyduğu kadar, rahata, huzura
kavuşmaktadır. Bu hakikatlere inanmak ve uyanmak için, zalimlerin pençesine
düşmüş Müslümanların ibretlik hâline bakmak yeterli olmaktadır.
Ehl-i sünnetin itikatta imamı
Sual: Rusya’da bulunan İtikat imamlarından Muhammed Maturidi hazretlerinin
kabrini, İhlas Holding Yahudilerden satın alarak mı yaptırdı?
Cevap: İmam-ı a'zam Ebu Hanife hazretleri fıkıh bilgilerini
toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi,
Resulullah efendimizin ve Eshâb-ı kiramın bildirdiği itikat, iman bilgilerini
de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilm-i kelâm yani iman
bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı Muhammed Şeybâni
hazretlerinin yetiştirdiklerinden, Ebû Bekr-i Cürcânî meşhur oldu. Bunun
talebesinden de, Ebû Nasr-ı İyâd, kelâm ilminde, Ebû Mensûr-i Mâtürîdîyi
yetişdirdi. Ebû Mensûr hazretleri, İmam-ı a'zamdan gelen kelam bilgilerini
kitaplara yazdı. Yoldan sapmış olanlarla çarpışarak, Ehl-i sünnet itikadını
kuvvetlendirdi. Her tarafa yaydı. Miladi 944 senesinde, Semerkant’ta vefat
etti. Kabrini, bir Yahudi Ruslardan satın alarak, eğlence yeri yapmıştı. İhlâs
Holding şirketi, bu çirkin hâli görünce, miladi 1996 senesinde, burasını Yahudi'den
30.000 dolara satın alarak kıymetli hâle getirmiştir. Bu büyük âlim ile
Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretlerine, Ehl-i sünnetin itikatta mezhep imamları
denir.
"Peygamber hangi mezhepte idi?" demek!..
Sual: Zamanımızda; “Peygamber, Eshâb hangi mezhepte idi, mezhebe gerek yok”
diyenler oluyor. Bunların bu sözlerinde doğruluk payı var mıdır?
Cevap: Mezhep imamı demek, Peygamber efendimizin Kur’ân-ı
kerimden çıkardığı manaları, bilgileri, Eshâb-ı kiramdan işiterek toplayan,
kitaba geçiren büyük âlim demektir. Resûlullah efendimizin, Kur’ân-ı kerimin
hepsini Eshâbına tefsir ettiği, Hadîka kitabı yazmaktadır. Resûlullah
efendimizin Kur’ân-ı kerime verdiği manaları, açıklamalarını anlamak isteyen,
bir mezhep imamının kitaplarını okur, bunlara uyar. Bu kitapları okuyup,
bunlara uyan kimse, o mezhepten olur. Bu ise, Resûlullah efendimize ve Kur’ân-ı
kerime uymak demektir. Eshâb-ı kiram, Resûlullah efendimizden işittiklerine
uyardı, dört mezhepten birinde olmalarına lüzum yoktu. Onların her biri bütün
bilgileri asıl kaynağından alıyordu. Hepsi, mezhep imamlarından daha çok âlim
ve daha yüksek müctehid ve Mezhep sahibi idiler.
Vaktiyle bir mezhepsiz de;
“İctihatlar fikir ve kanaattir. Elimizdeki kitaplar, mezhep kitaplarıdır, din
kitabı değildir. Türkiye’de, Türkçe din kitabı olmadığından, bu kitabı yazdım”
diyor ve kendini müctehid sanıyor. Ömer Rıza Doğrul da, bu kitaba bir önsöz
yazarak övüyor ve;
“Asrın ihtiyaçlarını, kıyas yolu ile dinden değil, medeniyetin terakki,
ilerleme hamlelerinden beklemek gerektir. Kıyas; kitap ve sünnet ile alakası
olmayan, dinin asıl kaynaklarına dayanmayan, fakat her şeyi dine dayamak
isteyen müctehidlerin icadıdır...” diyordu. Bu sözleri, kendisinin de, Ehl-i
sünnet olmadığını, dini, kıyası ve ictihadı anlamamış olduğunu göstermektedir.
Din âlimlerine dil uzatanlar, bunların bilgilerine erişemeyenlerdir.
Redd-ül-muhtârda;
“Hicri dörtyüz senesinden sonra kıyas yapacak âlim yetişmedi” deniyor.
Mîzân-ül-kübrâda;
“Dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu söylemedi.
Mezhepte müctehitler yetişti. Evet, Kur’ân-ı kerimdeki bilgiler, hükümler
sonsuzdur. Fakat, kıyamete kadar, bütün insanlara lazım olacak ahkamı,
hükümleri, dört imam anlamış, kitaplara yazılmıştır. Şimdi, bir kimse, kitaptan
ve sünnetten ahkam, hüküm çıkarabilirim derse, dört mezhepten birinde
bulunmayan yeni bir hüküm çıkarmasını isteriz. Bunu da yapamaz!” deniyor.
İman ve ibadet bilgilerini öğrenmek
Sual: İnanmakta, iman etmekte olsun, amel, ibadet etmekte olsun, her Müslümanın
kendi mezhebinin bildirdiği hükümleri bilmesi, öğrenmesi ve buna göre amel
etmesi mi gerekir?
Cevap: Her müminin İtikatta ve Amelde
mezhebini öğrenmesi vaciptir. Mezhep, yol demektir. Kur’ân-ı
kerimde ve hadîs-i şeriflerde kapalı bulunan bilgileri, müctehid denilen derin
âlimler, ictihad ederek bulur. İtikatta mezhebimiz Ehl-i sünnet ve
cemaat mezhebidir. Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi demek, Resûlullah
efendimizin Eshâbının ve cemaatinin itikadı ve imanları demektir. Eshâb-ı
kiramın her biri müctehiddir. İslâm dininin nurudur, ışığıdır. Müslümanların
imamları, önderleri ve senetleridir. Onların yolundan ayrılan, Cehenneme gider.
Ehl-i sünnet fırkasının imamı, önderi ikidir: Birisi Ebû Mensûr
Mâ-Türîdî hazretleridir. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin
mezhebinde yetişen derin bir âlimdir. Hanefi âlimleri, bunun mezhebindedirler.
İkincisi, Ebül Hasen-i Eş'arî hazretleridir. Şafii
mezhebindeki âlimlerin büyüklerindendir. Çok derin âlimdir. Bu iki mezhep
arasında çok az fark vardır.