Tasavvuf, baştan başa edeptir...
01/04/2023 Cumartesi Köşe yazarı V.T
Ebû Hâşim Sofî hazretleri tasavvufta ilk defâ "sofî"
nâmıyla anılan meşhur velîdir. Kûfe’de doğdu. 777 (H.161) senesinde Bağdât'ta
vefât etti. Evliyânın büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî'nin hocasıdır. Sonra Şam
Remle'de bir dergâh yaptırdı. Tasavvuf erbâbı ve muhabbet ehli için yapılan ilk
dergâh bu oldu. Bu dergâhda sohbet eden Ebû Hâşim Sofî, sohbetlerinde buyurdu
ki:
"Tasavvuf, baştan başa edeptir. Zîrâ her vaktin bir edebi,
her makâmın bir edebi ve her hâlin bir edebi vardır. Vakitlerle ilgili edebe
riâyet edenler (vaktini iyi şeylerle geçirenler), velî kimselerin makâmına
ulaşırlar. Edebi terk edenler, Allahü teâlâya yakın olduklarını zannettikleri hâlde,
O'ndan uzaktırlar. Bâzı kullar da vardır ki, kendilerinin zannettiklerinden
daha yüksek bir mertebeye sâhiptir, daha sevgilidirler."
"İğne ile dağı devirmek, kalpten kibri söküp atmaktan
kolaydır."
"Kişinin nefsini güzel edeb ile süslemesi, ehlini terbiye
etmeye sebeptir."
"Allahü teâlâ, kullarının sâdece kendi rızâsını isteyip,
onunla hoşnûd olmaları, dünyâdan yüz çevirmeleri için, dünyâyı keder ve üzüntü
yeri yaptı."
"Allahü teâlâya karşı edeb, onun emirlerini ihlâs ile
yerine getirmek, O'ndan korkmak, çekinmek. Bir belâ ve sıkıntı sırasında
insanlara rıfk, güzel muâmele, genişlik zamânında hilm, yumuşaklık ile, nefsin
yoksulluğa düşmekten çekindiği zamanlarda cömertlik ve kerem ile davranmak,
gücü yettiği zaman affetmek, insanlara merhamet ve şefkat göstermek, fazîletli olmak,
gelmeyene gitmek, kötülük yapana iyilik yapmak ve bütün Müslümanlara hürmet
etmektir. Çünkü Müslümanlardan her biri mutlaka Allahü teâlânın bir lütfuna
mazhardır (onun duâsı insanı Allahü teâlânın rahmetine kavuşturur)."
Bir gün ona; "Aklı başında bir kimse, kendisine zulmeden
birini mâzur görebilir mi?" diye soruldu. O da; "Evet, mümkündür. Ama
o zulmedeni, kendisine Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir nîmet olarak
bilirse!.."
"Hakîki âlim, suâli cevaplandırırken, kıyâmette; 'Bu cevâbı
nereden buldun?' diye sorulacağından korkan kimsedir."
"Firâset sâhibi olduğu iddiâsında bulunmaya, kimsenin hakkı yoktur.
Yapılacak şey, başkasının firâsetinden sakınmak ve korunmaktır. Zîrâ Resûlullah
efendimiz; "Müminin firâsetinden korkunuz" buyurdu, fakat firâset
sâhibi olmaya çalışın buyurmamışlardır. Şu hâlde firâsetten korunmak mevkiinde
bulunan bir kimsenin, firâset dâvâsında bulunması nasıl doğru olabilir!"