Mübarek İsrâ ve Mi'râc gecesi
06/02/2024 Salı Köşe yazarı R.A
Mi'râc gecesi, Receb ayının yirmiyedinci gecesi [yanî bu gece]dir. Resûlullahın göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.
İsrâ ve mi'râc hâdisesi, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem)
Medîne'ye hicretlerinden 19 ay önce, mîlâdî 621 yılında, geceleyin vukû'
bulmuştur.
Mİ'RÂCTAN EVVEL OLAN BAZI HÂDİSELER
Hem Peygamber Efendimize, hem de Eshâbına uygulanan baskılar, boykotlar,
ezâ ve cefâlar haddi aşmıştı. İşkencelere tahammül edemeyen bazı Müslümânlar,
Resûlullah’tan aldıkları izinle, Habeşistân’a hicret etmişlerdi.
Peygamberimizin, Mekke müşriklerine karşı kendisini himâye eden amcası
Ebû Tâlib, bu senede vefât etmişti. Bir müddet sonra, 25
yıllık biricik hanımı ve en yakın destekçisi Hazret-i Hatîce vâlidemizi de
kaybetmişti. [Hattâ bunlardan dolayı bu seneye “senetü’l-hüzün” veyâ “âmü’l-hüzün=hüzün
senesi” denilmiştir.]
Resûlullah Efendimiz, hicretten bir yıl önce, 52 yaşında idi. Yanına Zeyd bin
Hârise'yi de alarak Tâif'e gitti. Oranın halkına bir ay nasîhat eyledi.
Maalesef hiçbir kimse îmân etmedi.
Oradan geldikten sonra birkaç ay, Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Resûlullah
Efendimiz buna çok üzülüyordu. İşte, “İsrâ ve mi'râc mu’cizesi”, Tâif
seferinden müteessir olarak dönen Peygamber Efendimizin, kendisini en yalnız ve
en çok üzgün hissettiği bir zamanda olmuştur.
Vukû bulan hâdiselerden dolayı, çok üzgün hâlde bulunan Peygamberimize,
bütün bu tehlikeli günlerin sona ermek üzere olduğunu, hicret olayı ile İslâm
tarihinde yepyeni bir huzûr ve sükûn devrinin açılmak üzere bulunduğunu
müjdelemek ve gönlünü almak için, onun melekût âlemini seyredeceği ve Allahü
teâlâdan yeni emirler telakkî edeceği mübârek gece gelip çatmıştı.
Sevgili Peygamberimiz, Cebrâîl aleyhisselâmla birlikte, Mescid-i Harâm’da, “Burâk” adındaki
beyâz bir hayvâna binip, bir ânda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya
geldiler.
Geçmiş Peygamberlerden bazılarının rûhları da insan şeklinde orada idiler.
Peygamberimiz cemâ'at ile onlara namaz kıldırdı. Namazdan sonra, Mescid-i
aksâdan çıkıp bilinmeyen bir Mi'râc ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler.
Her gökte bir büyük Peygamberi gördüler.
Cebrâil aleyhisselâm Sidre'de kaldı ve “kıl kadar
ilerlersem, yanar, yok olurum” dedi. “Sidretü’l-müntehâ”, altıncı
gökte bulunan büyük bir ağaçtır. Resûlullah Efendimiz Cenneti,
Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde
Kürsî, Arş ve Rûh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamıyan, anlatılamayan
şekilde Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız,
cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü.
Gözsüz, kulaksız, vâsıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Hiçbir
mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı ni'metlere kavuşup, bir anda,
Kudüs'e ve oradan da Mekke-i mükerremeye, Ümm-i Hânî'nin evine geldi ve
ümmetine, Cenâb-ı Hak’tan bazı hediyeler de getirdi...