İctihâdlar farklı olabilir...
07/02/2022 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Peygamberimiz, Allahü
teâlânın açıkça bildirmediği emirleri, açık bildirilmiş emirlere kıyâs ederek
ictihâd ederdi. Fakat ictihâdında hatâ ederse, Allahü teâlâ derhâl Cebrâîl
aleyhisselâmı göndererek, hatâları vahy ile düzeltirdi. Yâni Peygamberlerin
ictihâdları hatâlı kalmazdı.
Meselâ Bedir Savaşında
alınan esîrlere yapılacak muâmelede, Peygamber Efendimiz bâzı Sahâbe-i kirâm
ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise başka türlü ictihâd etmişlerdi. Sonra
âyet-i kerîme gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihâdının doğru
olduğunu bildirdi.
Peygamber Efendimiz,
uzak memleketlere gönderdiği Eshâb-ı kirâma, karşılaşacakları
meselelerde, Kur’ân-ı kerîm’in hükmü ile hareket etmelerini, orada
bulamazlar ise, hadîs-i şerîflerde aramalarını, burada da
bulamazlar ise, kendi ictihâdları ile hareket etmelerini emir
buyururdu.
Eshâb-ı kirâmın hepsi,
tâm birer müctehid idiler. Eshâb-ı kirâm, birçok işlerde birbirine uymamışlarsa
da, hiçbiri diğerinin ictihâdına yanlış dememiş, sapıklık ve günâh demeyi
hâtırlarına bile getirmemişlerdir.
Dînde ictihâd, bir
ibâdet olduğundan, yâni Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid, diğer
bir müctehidin ictihâdına yanlış diyemez. Çünkü her müctehide, kendi îctihâdı
haktır ve doğrudur. Mecelle’nin 26. maddesinde, “İctihâd
misliyle, yanî diğer bir ictihâd ile nakz olunmaz” denilmektedir.
Allahü teâlâ
dileseydi, Kur’ân-ı kerîm’inde ve Peygamber Efendimiz hadîs-i
şerîflerinde her şeyi açıkça bildirirlerdi. Böylece ictihâdlara lüzûm kalmazdı.
Hâlbuki kıyâmete kadar gelecek Müslümânların, dünyânın her yerinde farklı
coğrafik ve iklim şartlarında tek bir emir, hüküm altında yaşamaları, belki de
imkânsız olurdu.
Hayât dîni olan
İslâmiyette, ictihâdlar, her şart altında bulunan Müslümânlara çâreler
göstermektedirler. Müctehidlerin ictihâdları arasındaki ayrılıklar, Müslümânlar
için bir rahmettir. Bunlar, Müslümânların işlerini kolaylaştırmaktadırlar.
Nitekim bir hadîs-i şerîfte: “Ümmetimin (âlimleri arasındaki)
ihtilâfları yanî mezhepler arasındaki ayrılıklar rahmettir” buyurulmuştur.
Bu sebeple her
Müslümân, dört hak mezhepten birine uyarak ibâdetlerini ve işlerini yapar.
Yalnız, bu mezheplerin kolaylıklarını bir araya toplayamaz; böyle yapmak
harâmdır.
İctihâd makâmına
varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihâdlarına göre hareket etmek
mecbûriyetindedirler. Başka müctehide tâbi olamazlar. İmâm Ebû Yûsuf, İmâm
Muhammed ve diğerlerinin, hocaları olan İmâm-ı A’zam’a uymayan sözleri, onu
beğenmemek, kabûl etmemek değildir. Kendi ictihâdlarını bildirmektir. Bunu
bildirmeye memûr ve mecbûrdurlar.
Müctehidlerin, kendilerinden daha büyük, daha yüksek âlimler bulunsa bile, başkalarının ictihâdlarına tâbi olmaları yasaktı. Dört mezhep arasındaki farklar da bundan ileri gelmektedir. Bir müctehidin ictihâd ederek, elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. [Bu konu, çok mühim olduğundan, yarın da devâm edelim inşâallah.]