İlim, amel ve mevhibe...
07/03/2021 Pazar Köşe yazarı V.T
İlim, muradı açar. Amel, istemeye yardımcı olur. Mevhibe, amelin
meyvesine ulaştırır...
Hamdûn bin Abdurrahmân Sülemî hazretleri Mâliki fıkıh âlimidir. 1174 (m.
1760)’da Fas'ta doğdu. Burada iyi bir tahsil gördükten sonra Cezayir, Tunus,
Mısır ve Haremeyn'e giderek birçok âlimden ilim öğrendi. Memleketine dönderek
talebe yetiştirdi. 1232 (m. 1817)’de Fas'ta vefat etti. Bir dersinde buyurdu
ki:
Tasavvuf (Ahlâk ilmi) büyüklerinin, tasavvufla ilgili konular hakkında
sorulan suâllere verdikleri cevaplar, duruma göre farklılık arz eder. Her
tasavvuf büyüğü, ya kendi durumuna göre veya suâl soranın durumuna ve derecesine
göre cevap verir. Suâl soran talebe ise, ona zâhirî ilimlere, fıkıh kitaplarına
göre cevap verirler. Suâl soran tasavvufta orta mertebelerden birisinde ise,
onun hâline göre cevap verirler. Suâl soran ârif ise, hakîkat cihetinden cevap
verirler. Bu durumu, tasavvuf büyüklerinden birisinin şu sözü çok güzel
açıklamaktadır:
“Tasavvufun başı ilim, ortası amel, sonu mevhibedir. (Allahü teâlânın lütfu
ve ihsânı olan manevî ilimdir) İlim, muradı (maksadı) açar. Amel, istemeye
yardımcı olur. Mevhibe, amelin meyvesine ulaştırır... Ahlâk ilmi ehli üç
kısımdır. Mürid (talebe) durumunda olan tâlibdir. Orta derecede olan (daha
yoldadır). Sona varmış olan, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş olandır. Talebe,
muradına ermek için çalışır. Orta derecede olan, makamların âdabını gözetmekle
meşgûldür. Bir hâlden diğer bir hâle yükselir. O, devamlı ilerleme hâlindedir.
Sona varmış olan ise, bütün makamları aşmış ve artık istikrâra kavuşmuş bir
hâldedir. Çeşitli hâller, onda bir değişiklik meydana getiremezler. Talebe, nefsiyle,
şehvetiyle ve şeytanla mücâdele etme, hazlarından uzak kalma mertebesindedir.
Orta mertebede olan, murada kavuşabilir miyim, yoksa kavuşamaz mıyım korkusu
ile içinde bulunduğu hâllerde doğruluğa riâyet, makamlarda edebi gözetme
mertebesindedir. Sona ulaşan ise, bütün makamları elde etmiştir. Onun hâli,
darlıkta da, genişlikte de eşittir. Onun yemesi açlığı, uykusu uykusuzluğu
gibidir. Onun, dünyevî istek ve lezzet hissi kalmamıştır. Onun zâhirî (dışı)
halk ile, bâtını (içi) Hak iledir.”
Bu yolun bir zâhiri, bir de bâtını vardır. Zâhirini halk ile olan edebler, bâtınını ise Allahü teâlâya karşı olan edebler teşkil eder. Cüneyd-i Bağdadî, Ebû Hafs el-Haddâd’a “Talebelerini sultanlar gibi terbiye ettin” deyince, Ebû Hafs; “Zâhirdeki güzel edeb, bâtındaki güzel edebe delâlet eder” dedi.