Kul ile Rabbi arasındaki perde, kendi nefsidir!..
08/03/2025 Cumartesi Köşe yazarı V.T
Kul, kendinin nefsini düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez.
İbn-i Lebbân hazretleri Hadîs âlimlerinin
büyüklerindendir. İsmi Abdullah bin Muhammed’dir. İran’da İsfehân’da doğdu.
İsfehân’ın meşhur âlimlerinden hadis ve fıkıh ilmi tahsil etti. Sonra Bağdad’a
gelip talebe yetiştirdi. 446 (m. 1054) senesinde orada vefât etti. Birçok
eser yazmış olan İbn-i Lebbân’ın en meşhûr eseri, “Dürer-ül-gavvâs fî
ulûm-il-Havvâs”dır. Bu kitabında şöyle anlatır:
Kalb, yâni gönül birden fazla şeyi sevmez. Bu bir şeye
olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. Kalbin mal, evlat, mevki,
medholunmak gibi çeşitli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de
bu sevgilileri hakîkatte hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de,
kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmektedir. Bunları, hep
kendi nefsi için istemektedir. Onların nefislerini düşünmemektedir. Nefsine
olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. Bunun içindir
ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünkü hiçbir şeyi o
şey için sevmemektedir. Onun için hiçbir şey perde olmaz...
Kul, hep nefsini düşünmektedir. Bunun
için perde, yalnız kendisidir. Başka hiçbir şey değildir. Kul, kendinin nefsini
düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahü teâlânın sevgisi
onun kalbine yerleşemez. Bu büyük nîmet, ancak tam fena hâsıl olduktan sonra
elde edilebilir. Mutlak olan fena da, Tecellî-i zatîye bağlıdır. Çünkü,
ortalıktan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile
olur. (Muhabbet-i zatiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca,
sevgilinin nîmetleri ve elemleri, sevenin yanında eşit olur. Bu zaman,
ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için değil.
İbâdeti, nîmetlere kavuşmak için olmaz. Çünkü, ona göre nîmetlerle azâblar
arasında başkalık yoktur. İşte bu hâl mukarreblerin derecesidir. Ebrâr böyle
değildir. Bunlar, Allahü teâlâya nîmetlerine kavuşmak için ve azâbından
korktukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzularıdır.
Çünkü bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek saadetine kavuşmamışlardır. Bunun
için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmuştur.) Çünkü, ebrârın
hasenâtı, bir bakımdan hasenâttır. Başka bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin
hasenâtı ise, her bakımdan hasenâttır. Yâni iyiliktir.
