İnsan, İslâmiyetle azîz olur
10/10/2023 Salı Köşe yazarı R.A
Allahü teâlâ, dünkü makâlemizde de belirttiğimiz gibi, Âdem
aleyhisselâmdan beri insanları ebedî saâdete kavuşturmak için Peygamberler
göndermiştir. Peygamberler de, insanları kurtuluşa dâvet etmiş, doğru olan
yolu, çektikleri bütün sıkıntı ve eziyetlere rağmen bıkmadan, yılmadan
anlatmışlardır.
Sevgili
Peygamberimizin, 23 senede, 150
bin mübârek insan, güzîde sahâbe, "hayırlı bir ümmet" meydâna
getirmesi, onların da 30-40-50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gâyet mahdûd
imkânlarla Endülüs'ten Çin'e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara
ilim-irfân, ahlâk-fazîlet, medeniyet-adâlet, nûr ve hidâyet götürmeleri
ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.
Hazreti Ömer Efendimiz (radıyallahü anh) "Biz,
en zelîl bir kavim idik; Allahü teâlâ, bizi İslâmiyetle azîz eyledi"
buyurmuştur.
Peygamberimizin âhirete irtihâlinden sonra, onlara tâm tâbi
olan, Allahü teâlânın sevgisi ile dolu, ma’nevî sırlar sâhibi âlim ve velî
zâtlar, her memlekette ve her devirde bulunmuş ve insanların dîn ve dünyâ
saâdetine ulaşmaları için çalışmışlardır.
Onbeş asırdır Müslümânlara rehberlik etmiş, onlara doğruları
öğretmiş, kendileri de eksiksiz İslâmî birer hayât yaşamış bulunan Ulemâ ve
Evliyâ-yı kirâmın hâl tercümeleri yanî biyoğrafileri muhtelif kitaplarda
genişçe anlatılmaktadır.
Bu büyük âlim ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi,
zamanlarından sonra da dâimâ sevilen ve sayılan, hayâtları örnek alınan
kimseler olmuşlardır. Şüphesiz ki, iyi insanların hayâtları
öğrenildikçe, iyilerin adedi artacaktır.
İslâm ve Türk târihi boyunca sultânlar, pâdişâhlar doğruyu
onlarla bulmaya çalışmışlar, hakîkî (yanî ma’nevî) sultânların onlar
olduklarını görmüşler, onların nasîhatleri ile devlete, millete ve insanlığa
faydalı olmaya çalışmışlardır. Târih boyunca insanlığa huzûrlu devirler
yaşatmış olan Emevîler, Abbâsîler, Karahânlılar,
Gazneliler, Timuroğulları, Bâbürlüler, Selçûklular, Osmânlılar ve
daha birçok İslâm devletinin sultânları, hep bu büyüklerin rehberliğinde
hizmete devâm etmişler, yeri gelince atlarının arkalarından gitmişler, bazan
onlarla berâber savaşlara katılmışlardır. Onlar, duâ ordularının kumandânları
ve dertlerin ma’nevî tabîbleridirler. Allahü teâlâ buyurmuştur ki
(meâlen):
“Biz,
Kur’ân’ı sâdece, onunla Allah’tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı
çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirip okutarak)
kolaylaştırdık.” (Meryem, 97)
“Biz,
Kur’ân’ı yabancı bir dil ile göndermiş olsaydık, mahakkak derlerdi ki, onun
âyetleri niçin açık beyân olunmadı? Bu ne? Dil yabancı, muhâtab Arab.” (Fussılet,
44)
“Andolsun
biz, Kur’ân’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık…” (Kamer,
17, 22, 32, 40) âyetlerinin yanında, Kur’ân-ı kerîmde “ve-zekkir…”
(Zâriyât, 55) “Hâtırlat, öğüt ver, çünkü öğüt, hâtırlatma, mü’minlere fayda
verir” buyuruluyor.