Allahü teâlâ dilediğini kendine seçer...
10/12/2021 Cuma Köşe yazarı V.T
Kalbin hasta, bozuk
olması demek, Peygamberlerin getirdikleri bilgilere, tam inanmaması demektir.
Necmüddîn Umâre
el-Yemenî hazretleri Şâfiî fıkıh âlimidir. 515’te (m. 1121) Yemen’in Tihâme
bölgesinde doğdu. Zebîd’de Abdullah bin Abbâr ve diğer âlimlerden Şâfiî fıkhı
tahsil etti. Medresede müderrislik yaptı. 569 (m. 1174) senesinde vefat
etti. Derslerinde şöyle buyurdu:
İslâmiyetin bütün
isteklerinde tam kolaylık gözetilmiştir. Meselâ yirmidört saat içinde, yalnız
onyedi rekât namaz kılmağı emir buyurmuştur. Bunun hepsi, bir saat sürmez. Bunu
kılarken de, en kolay olanı okumayı kabûl etmektedir. Ayakta kılamayanın,
oturarak kılmasına izin vermiştir. Oturarak kılamayan, yatarak kılabilir. Rükü'
ve secdeleri yapamayan, îmâ ile, işaret ile kılabilir demiştir. Abdest
almak için su kullanamayana, toprak ile teyemmüm etmesine izin vermiştir.
Zekât için de, malın
yalnız kırkta birini fakirlere ayırmıştır. Bunu da, yalnız ticâret eşyasından
ve çayırda parasız otlayan, dört ayaklı hayvanlardan emretmiştir.
Ömründe bir kere hac
etmeyi farz etmiştir. Bu da yalnız, yol parası olanlara ve yol tehlikesiz
olduğu zaman farz olmaktadır. Sayılamayacak kadar çok şeyleri helâl etmiş, izin
vermiştir. Yiyecek, içecek ve kumaşlardan çoğunu mubâh etmiş, pek azını haram
kılmıştır. Haram etmesi de, kullarının iyiliği için olmuştur. Acı, zararlı,
kötü olan şarabı yasak etti ise de, buna karşılık çeşit çeşit tatlı, güzel
kokulu, faydalı şerbetleri mubâh etmiştir. Meyve suları, tarçın, karanfil ve
çiçek suları hep helâldir. Bunların hepsi faydalıdır. Acı, yakıcı, keskin ve
aklı giderici ve çok tehlikeli olan bir şey, o güzel kokulu şerbetlere
benzeyebilir mi? Onun haram olması ve Allahü teâlânın beğenmemesi, bunların ise
helâl olup, Allahü teâlânın râzı olması da ayrıca bir farktır.
İnsâfsız, taş yürekli bir kimse, bu kadar çok kolaylığı, güç ve ağır yük görürse, kalbinin bozuk olduğunu göstermiş olur. Kalbin hasta, bozuk olması demek, Peygamberlerin getirdikleri bilgilere, tam inanmaması demektir. İnanmaları, görünüştedir. İçten inanmış değildir. Gönülden inanmanın alâmeti vardır. Bu alâmet, İslâmiyetin emirlerine sarılmaktır. İslâmiyeti beğenmeyenlerin, ona uymak istemeyenlerin Müslüman olduklarını söylemelerine inanılmaz. Bunlara (Münâfık) denir. Şûrâ sûresi, onüçüncü âyetinde meâlen, (Müşrikleri [yâni Allah'tan başkasına tapınanları] îmana, Allaha kulluğa çağırmaklığın, onlara ağır gelir. Bunun için sana düşman olurlar) buyuruldu. Allahü teâlâ, dilediğini kendine seçer. Onu isteyenlere, kendine kavuşturan yolu gösterir.