Bazı akademisyenlerin doğru yoldan sapmaları
15/04/2019 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Akademisyenlerimizden bir kısmının doğru yoldan
sapmaları, târihteki “bozuk, sapık fırkalar”ın bozuk
düşünceleriyle, zihinlerinin bulanması sebebiyle olmaktadır.
Bizim, 1965-1969 yılları arasında, A. Ü. İlâhiyat
Fakültesi’nde talebe olduğumuz yıllarda, Felsefe Grubu derslerimizden birine
giren, Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken’i (1901-1974), birçok
kimse tanır. İstanbul Sultânîsi (bugünkü İstanbul Lisesi - 1918) ve Mekteb-i
Mülkiye (bugünkü A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi-1921) mezunu olup, aynı yıl
Dârülfünûn-ı Osmânî (bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Beşerî
Coğrafya Kürsüsü’ne asistan olan ve İstanbul’da doğup ölen, bir felsefeci ve
sosyologdur.
Hilmi Ziya Ülken, İ. Ü. Edebiyât Fakültesinde,
ayrıca felsefe târihi ve sosyoloji öğrenimi görmüş, 1933’e kadar sosyoloji,
felsefe, târih ve coğrafya öğretmenliği yapmış, 1933-1934 yıllarında Almanya’da
uzmanlık eğitimi almış, 1935 yılında Türkiye’ye dönüp İ. Ü. Edebiyat
Fakültesi’nde “Türk Tefekkür Târihi Kürsüsü”ne Doçent olarak
tayin edilmiştir. 1944 yılında Profesör, 1957 yılında ise Ordinaryüs
Profesör olmuş, 1973’te de A. Ü. İlahiyat Fakültesi’nden
emekli olmuştur. 1974’te de vefât etmiştir.
Onun hem derslerinde öğrendiğimize, hem 1932-1933 yıllarında
neşredilen 2 ciltlik “Türk Tefekkür Târihi” kitâbında ve
ayrıca “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” adlı eserinde okuduğumuza
göre, felsefeciler yekdiğerlerine muhâlefet etmekte, birbirlerinin
fikirlerini dâimâ nakzetmekte, çürütmektedirler.
Bu hususu, merhûm Doç. Dr. Yaşar Kutluay’ın
Türkçeye tercüme ettiği, Prof. Dr. T. J. de Boer’in “İslâm'da Felsefe
Târihi” adlı eserinde de, çok açık bir şekilde müşâhede
ediyoruz; feylesofların (filozofların) fikirleri birbirleriyle
çelişmektedir.
Bu durum, niçin böyle oluyor? Çünkü felsefeciler,
kendilerine, Allahü teâlânın, Peygamberleriyle insanlığa, doğru yolu bulmaları
için lutfettiği vahiy ışığını değil, sâdece kendi akıllarını rehber
seçmektedirler...
Bu hususu net bir şekilde ortaya koyduktan sonra ifâde
edelim ki, dede ve neneleri, anne ve babaları Müslümân olan
akademisyenlerimizden bir kısmının doğru yoldan sapmaları, târihteki “fırak-ı
dâlle=dalâlet fırkaları, bozuk, sapık fırkalar”ın kitaplarını ve
fikirlerini okumaları, onların bozuk düşünceleriyle, zihinlerinin bulanması sebebiyle
olmaktadır.
T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın organize ettiği “Kültür
Mübâdele Programı” mucibince, 1975-1976 yıllarında Mısır’da
bulunduğumuz, orada Kâhire Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fâkültesi’nin
“Dirâsât-ı Ulyâ=Yüksek Araştırmalar” kısmında araştırma yaptığımız
ve Ayn-ı Şems Üniversitesinin Edebiyât Fakültesinde de, “Mukâveleli
Öğretim Üyeliği” yaptığımız sıralarda, bir hocamız, bir kelâm
profesörümüz, 1975 yılında, Mısır’da bana, “Bazı
meslektaşlarımız, Avrupa’dan doktora alıp geliyorlar, ama maalesef îmânlarını
da oralarda bırakıp geliyorlar” demişti.
Bu mühim sözün gerekçesini, sizlere, inşâallah yarın arz
edelim.