''Ferâseti devamlı olan makbûldür...''
15/11/2019 Cuma Köşe yazarı V.T
Bazı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl neticeleneceğini ferâsetle
söyler...
Fenârîzâde Muhyiddîn Çelebi Osmanlı şeyhülislâmlarının onüçüncüsüdür. 851
(m. 1447) senesinde Bursa’da doğdu. 954 (m. 1548) senesinde İstanbul’da vefât
etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Bazı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl neticeleneceğini ferâsetle söyler.
Bu hâdisenin neticesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir. Bu
müşâhede, o kimsede devamlıdır. Bazı kimseler de vardır ki, bu müşâhede onda
bazen olur, devamlı olmaz. O, onu Allahü teâlânın aşkının sarhoşluğu içinde iken
söyler veya o söz dilinden çıkar da, söylediği hakîkat olur. Ama, onun bu
hâlden haberi bile yoktur. İşte bu iki hâlin birinci olanı, yani ferâseti
devamlı olanı makbûldür. Ferâseti devamlı olanlara “Velâyet ehli” denir. Bu
işler, “Abdal”, “Ebrar” ve “Zühhâd” da olur. Ferâseti ve müşâhedesi bazen
olanlar da “Muhakkik”lerdir. Muhakkiklerde hâdiseler, bazen kapalı, bazen
de açık olur. Eğer şaka ile söyleseler, Allahü teâlâ onları kırmaz,
hakîkat eder. Eğer gaflet ile söylerse, cenâb-ı Hak yine dediğini vâki eder.
Onlar, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır.”
Hâce Abdullah-i Ensârî “rahmetullahi aleyh”, (Menâzil-üs-sâyirin) kitabında
buyuruyor ki:
“Ferâset iki türlüdür: Birincisi, ma’rifet sahiblerinin ferâseti olup,
talebenin istidâdını keşfetmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır.
İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların ferâseti olup,
mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı
hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden ele geçirmek
istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ,
bunları evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın me’ârifine, doğru,
ince bilgilerine dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar
Allahın sevgili kulu olsaydı, gaybolan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi
bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmayan bir kimse, mahlûkların üstündeki
ince bilgileri hiç anlayamaz diyerek, evliyânın ferâsetine, Zâtı ilâhiye ve
sıfatlarına olan bilgilerine inanmıyorlar. Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o
büyüklerin doğru ilim ve me’ârifinden mahrûm kalıyorlar. Bilmiyorlar ki, Allahü
teâlâ, o büyükleri, câhillerin gözünden saklamış, kendine mahsûs kılmıştır.
Evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile meşgûl etmiştir.
Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna
lâyık olmazlardı”.