Çanakkale zaferinin manevi yönü...
17/03/2020 Salı Köşe yazarı R.A
Müslümân askerlerin zaferlerdeki başarılarının sırrı, “ölürsem şehîd,
kalırsam gâzî” düstûruyla hareket etmeleridir.
Müslümanları, asırlar boyu, harp meydanlarında zaferden zafere koşturan
biricik arzu, âhirette şehîdlere verilecek sonsuz nîmetlere îmân etmeleri ve
bunlara kavuşmak için cân atmalarıdır. Harp meydanlarında kahramanca
dövüşen ve düşmandan yılmayan Müslümân askerler, şehîd olmak arzûsuyla yanıp
tutuşmuşlar ve düşmândan aslâ yüz çevirmemişlerdir. Zâten zaferlerdeki
başarının sırrı da, Müslümanların “ölürsem şehîd, kalırsam gâzî” düstûruyla
hareket etmeleridir.
Bütün kâmil Müslümânların samîmî bir şekilde arzû ettiği şehîdlik
mertebesinin fazîleti, yüceliği hakkında pekçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf
vardır. Burada, sâdece 2 âyet-i kerîme meâli verelim. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı
kerîmde buyuruyor ki:
“Allah katında öldürülenleri, sakın ölüler sanma! Doğrusu onlar, Rableri
katında diridirler, Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allah’ın
kendilerine verdiği ihsândan (şehîdlik rütbesinden) dolayı neşeli hâldedirler
ve arkalarından kendilerine şehîdlik rütbesiyle katılamayan mücâhitler
hakkında, şunu müjdelemek isterler: “Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzûn
da olmayacaklardır.” (Âl-i İmrân sûresi, 169-170)
“Kim Allah ve Peygambere itâat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine
nîmetler verdiği Peygamberlerle, Sıddîklarla, Şehîdlerle ve Sâlihlerle [iyi
kimselerle, velîlerle] berâberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar.” (Nisâ sûresi,
69)
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurmuştur ki:
“Allahü teâlâ, şehîdin, kul borcundan başka bütün günâhlarını affeder.”
Gerek “Mukaddes İslâm” târihinde, gerekse şanlı “Türk Milleti”nin
târihinde, târihe altın harflerle yazılmış pekçok “Zafer” vardır.
Bilindiği gibi “Zafer”: “Savaşta kazanılan başarı; düşmânın
bozguna uğratılması” demektir.
Türk milletinin zaferleri, onların istikbâline çeşitli yönler vermiştir.
Her zaferin ayrı bir neticesi vardır: Meselâ [751 Temmuz’unda Çinlilere karşı
kazanılan] “Talas Zaferi”, Türklerin Müslümânlarla tanışması; [26
Ağustos 1071’de Bizanslılara karşı kazanılan] “Malazgirt Zaferi”,
Türklere Anadolu kapılarını açması ve [1922’de Yunanlılara karşı
kazanılan] “30 Ağustos Zaferi” de, Türkiye’nin kurtarılması gibi
husûsiyetleri taşır. Dün ve bugünkü ana konumuzu teşkîl eden Çanakkale Zaferi,
18 Mart 1915’te müttefik İtilâf Devletlerine karşı kazanıldı. Sakarya
Meydan Muhârebesi de, 13 Eylül 1921’de Yunanlılara karşı kazanıldı.
Bunları ifâde ettikten sonra şimdi de burada, üzülerek belirtelim ki, asîl
milletimizin yükselmesini ve güzel memleketimizin ve ebed-müddet devletimizin
ilerlemesini istemeyen düşmân güçler, maalesef bilhâssa çocuklarımızın
ve gençlerimizin, millî ve manevî değerlerden mahrûm, mâzîsine, târîhine,
kültürel değerlerine yabancı, hattâ düşmân olarak yetişmelerini arzû
etmekte ve bu husûsta büyük gayretler göstermektedirler.
[Bütün şehîdlerimize ve gâzîlerimize, bir kerre daha, Allahü teâlâdan
rahmetler diliyoruz.]