Tarîkat hakkında -1-
19/10/2020 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Eski tarîkatler, Peygamber Efendimizin, Hulefâ-i râşidînin, Sahâbe-i
kiramın, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînin yoluna uygun idi...
Son zamanlarda, “tarîkat şeyhi” adı altında, bazı “müteşeyyih=şeyh
taslağı, sahte şeyh”lerin, birtakım ahlâkî zaafları ortaya çıkınca,
televizyonlarda ve internet sitelerinde, bu menfaat çeteleri ve ahlâksızlar
üzerinden, tarîkatlere ve tasavvufa son derece ağır bir şekilde birtakım
hücûmlar, saldırılar yapıldı. Birçok insanın da kafası bozuldu, zihni karıştı,
meselenin aslı nedir demeye başladı?
Başta şunu ifâde edelim ki, mukaddes dînimiz, hiçbir ferdin, şeyh olsun,
mürîd olsun, zinâ yapmasına, ırza tasallut etmesine aslâ ve kat’â müsaade etmez
ve müsâmaha göstermez. Hele bir şeyh müsveddesinin, müridinin kızının ırzına
geçmesi, o temiz yavrunun nâmûsunu kirletmesi, dînimizin şiddetle reddettiği,
en şenî, en fecî işlerdendir.
Bu münâsebetle biz, bugün ve yarınki 2 makâlemizde, inşâallah, birer
nebze “tarikat”ten bahsetmeye çalışacağız.
“Tarîkat”: Lügatte “yol” mânâsına gelir. Istılâhta ise, “Tasavvuf
yolu; insanları mânen olgunlaştırmak, terbiye etmek, yetiştirmek için, tasavvuf
büyüklerinin tâkip ettikleri yol” demektir.
Tasavvuf bilgilerinin hepsi, Peygamber Efendimizden gelmektedir. Bütün
Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm), bu bilgileri silsile yoluyla kendilerinden
sonrakilere ulaştırdılar. Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ali (radıyallahü
anhümâ) müstesnâ, diğer Sahâbeye âit silsileler, birkaç asır sonra kayboldu.
Bin dört yüz seneden beri, ince bilgiler ve mârifetler, Hazret-i Ebû Bekir ile
Hazret-i Ali’ye (radıyallahü anhümâ) âit silsileyle gelmiştir.
İslâmın ilk iki asrında, Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ali’den
(radıyallahü anhümâ) gelen feyiz ve mârifetler, insanların istidâd ve
kâbiliyetleri, tabîat ve mizâcları ve değişik şartlara göre farklı tarzlarda
sunuldu.
Netîcede, Hazret-i Ebû Bekir’e âit silsileden 9. asırdan îtibâren; Hazret-i
Ali’ye âit silsileden 12. asırdan îtibâren ana tarîkatlar ortaya çıktı. Zamanla
ana tarîkatlar içerisinde mânevî husûsiyetleriyle temâyüz edenler (mürşid-i
kâmiller, tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen yetkili rehberler) bulundu.
Bunlar da şartlara ve zamanlarındaki insanların durumlarına göre, ana tarîkatın
temel özelliklerine muhâlefet etmeden, bâzı değişiklikler ve ilâveler yaptılar.
Böylece ana tarîkatların şûbeleri ortaya çıktı. Bunlar da, tarîkata
husûsiyetini veren o velî zâtın ismiyle anıldılar.
“Tarîkatların esâsını, tasavvuf bilgileri teşkil eder. Bu bilgilerin,
insanlara farklı şekillerde sunulmasından tarîkatlar meydâna gelmiştir.
Tarîkatların çeşitli isimler alması, başka başka olmalarından değildir. Aynı
mürşidin (yol gösteren, rehberlik eden âlimin) talebeleri, birbirlerini tanımak
ve mürşidleriyle tanınmak için bulundukları yola mürşidlerinin (hocalarının)
isimlerini vermişlerdir.” (Abdullah-ı Dehlevî)
Eski tarîkatler, Peygamber Efendimizin, Hulefâ-i râşidînin, Sahâbe-i kiramın, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînin yoluna uygun idi. Sonradan maalesef bozulmalar oldu.