"Benim ismim 'Bal'dır efendim!.."
19/11/2023 Pazar Köşe yazarı V.T
Seyyid Hasan hazretleri Türkistan'da yetişen velilerdendir. On
beşinci asrın sonlarında yaşadı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin sohbetlerinde
kemâle geldi. Küçük bir çocukken babası onu Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin
sohbetine götürdü. Küçük Hasan odaya girdiğinde, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın yanında
duran balı görünce hemen ona koştu ve yemeye başladı. Hâce Ubeydullah
gülümseyerek durumu seyretti ve Küçük Hasan'a; "Yavrum senin ismin
ne?" diye sordu. Bal yemekle meşgûl olan Mevlânâ Hasan; "Bal"
cevâbını verdi. Hâce Ubeydullah bu cevaptan çok hoşlandı ve; "Kâbiliyeti,
yeteneği çok kuvvetli. Zîrâ küçücük bir bal lezzetini almakla ona kendisini
öyle verdi ki, onun sevgisinde eridi ve kendisini o zannetti. Başka bir şey
tadınca, onda da öyle olacak" buyurdu.
Ubeydullah-ı Ahrâr, babasından küçük Hasan'ı istedi. Kendi
terbiyesi altına aldı. Ubeydullah-ı Ahrâr'ın sohbetlerinde de bulunarak, kemâle
ulaştı.
Bir gün Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr Keşmir'e gitmişti. Semerkand
sultanı ve ileri gelenleri Hâce Ubeydullah'ı ziyâret ettiler. Ziyâretler
sebebiyle talebeler üç gün Hâce Ubeydullah'ın sohbetlerinden uzak kaldı.
Talebeler keşke hocamız sultanlar ve emirlerle görüşmekten uzak durup,
talebelerini terbiye ile meşgûl olsaydı diyorlardı. Talebelerinden Mevlânâ Ali
bin Hüseyin bu düşünce ile Seyyid Hasan'ın yanına gitti. Seyyid Hasan Mevlânâ
Ali'ye şöyle dedi:
-Bir âlim şöyle anlattı: Bir kere Hâce Ubeydullah hazretlerinin
huzurlarına vardım. Hatırımdan; "Hace Ubeydullah, sultanlar ve zâlimlerin
gelip gitmesi ile kendilerini rahatsız ediyor. Bunun yerine bir miktar talebe
ile meşgul olup, onları yetiştirse" diye geçti. Huzurlarına varıp
oturduğumda, bana yönelip buyurdular ki:
-Benim bir müşkil meselem vardır. Sizden ona cevap isterim.
Meselem şudur: Bir kimse var. İdâreciler ve zâlim kimseler onun sözünü
dinleyip, onun ricâsı ile Müslümanlar, zulümden kurtulurlar. O şahıs zâlimlerin
zulmüne mâni olur. Acabâ; mazlumları, zâlimlerin eline bırakıp, bir dağ
köşesine çekilip tâat, ibâdet ve talebeleri terbiye ile meşgûl olması câiz olur
mu? Bu iki işin hangisi ile meşgul olmak daha iyidir? dedi. Ben de;
-Bu durumda uzleti, yalnızlığı bırakıp zâlimler ile berâber
olması evlâ değil, belki farzdır. Müslümanları zâlimlerin elinde bırakıp, uzlet
ve ibâdeti tercih etmek günahtır, dedim. Bunun üzerine Ubeydullah-ı Ahrâr
tebessüm edip;
-Bak şimdi kendin fetvâ verdin. Ya niçin îtirâz
edersin, buyurdu...
Bunu dinleyen talebe hemen aklından geçen düşüncelere tövbe
etti.