Hiçbir mahlûka karşı secde edilmez!..
22/12/2020 Salı Köşe yazarı V.T
"İslâm dîninde rükû ve secde, ancak Allahü teâlâya yapılır."
Ebü'l-Hasen Mücaşiî hazretleri Tefsir ve nahiv âlimidir. Tunus’ta
Kayrevan'da doğdu. Tahsil için önce İspanya’ya, oradan da Afganistan’da
Gazne'ye kadar gitti. Sonra Bağdat'a giderek burada talebe yetiştirdi. 479'da
(m. 1086) Bağdat'ta vefat etti. Bir dersinde buyurdu ki:
İslâm dîninde rükû ve secde, ancak varlığı mutlak lâzım olan, Allahü
teâlâya yapılır. Müslüman, namazda Kâbe-i muazzamaya dönerek, Allahü teâlâya
secde etmektedir. Kâbe'ye karşı secde edilir. Kâbe için secde edilmez. Kâbe
için secde eden kâfir olur. Hiçbir insana ve hiçbir mahlûka karşı secde etmek
câiz değildir. Çünkü insan, Allahü teâlânın yarattığı mahlûkların en
şereflisi olup, yaratılışta, yâni insanlıkta, hiçbirisinin diğerinden farkı
yoktur. Maddî makam ve rütbeler ise, insanın mahiyetini değiştiremez.
[Kendilerinin ilah olduklarını iddiâ eden, Firavunlar ve Nemrudlar dahî, diğer
insanlar gibi yemekten, içmekten ve diğer beşerî ihtiyaçlardan ve ölümden
kurtulmuş değillerdir...
Allahü teâlânın, insanlar içerisinden seçmiş olduğu kulları olan
Peygamberler de, sıfât-ı beşeriyyede diğer insanlarla aynıdır. Yâni, onlar
da yerler, içerler, soğukta üşürler. Ancak, Allahü teâlâ, onlara husûsî
nîmetler ve çeşitli mucizeler ihsân etmiştir. Hiçbir sâlih kul, Peygamber
derecesine kavuşamaz. Peygamberler mâsumdurlar. Aslâ günah işlemezler. Bazı
Peygamberlerden zelle sâdır olmuştur. Zelle, günah demek değildir. Bir işi, en
güzel şekilde yapmamak demektir. Güzeldir, fakat en güzel değildir.]
Yüzünü yere koymak, yâni secde ederek tâzîm etmek, kişinin kendi zilletini,
aşağılığını ve tâzîm ettiği zâtın şânının büyüklüğünü ve yüceliğini itiraf
etmektir. Böyle bir tâzîm ise, hakîkî nîmet verici ve kâinâtın yaratıcısı olan,
Allahü teâlâdan başkasına lâyık değildir. Hattâ, böyle tâzîmler şöyle dursun,
Peygamber efendimiz , Eshâb-ı kirâmı “aleyhimürrıdvân” kendisi gelince ayağa
kalkmaktan nehyetmişti... Onun Eshâbı arasında, kendisine tahsîs edilmiş
herhangi bir oturma yeri, taht, sedir gibi bir şeyi de yoktu.
Peygamberimiz , Eshâb-ı kirâmın yanına geldiği zaman, boş olan münâsip bir yere otururdu. Kendisini tanımayanlardan o meclise gelenler, kendisini bilemez (Resûlullah kimdir?) diye sorarlardı. Resûlullah, böyle hareket edince, diğer âciz insanların ne yapması lâzım olduğu düşünülmelidir.