Yaratılış gâyemiz ibâdettir...
23/04/2024 Salı Köşe yazarı R.A
İslâmiyetin farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir...
En büyük ve en son Peygamber olan Hazret-i Muhammed
(aleyhisselâm) tarafından teblîğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk esâsları
ile insanlar, mânen ve mâddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi
olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.
Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların
yaratıcısı olan ve bütün nîmetleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâya ibâdet
etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na
sığınmaya çağırılmışlardır. (Fâtiha sûresi, 4)
İbâdet, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır.
Allahü teâlânın rızâsı, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine
getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan kaçınmaktadır.
Bilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1-
Beden ile yapılanlar (namaz ve oruç gibi), 2- Mâl ile
yapılanlar (zekât, sadaka-i fıtır ve kurbân gibi), 3- Hem
beden, hem de mâl ile yapılanlar (hac ve umre gibi).
Namaz, oruç, zekât, kurbân gibi ibâdetler, insanlığın
başlangıcından beri emredilmiş ibâdetlerdir.
Bir Müslümân, Allahü teâlânın harâm, yasak ettiği
şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği şeyleri, O emrettiği için
yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfesini yerine getirmiş olur. İbâdet
görevini yerine getirebilmek de şüphesiz ki, Allahü teâlânın nelerden râzı
olduğunu bilmeye bağlıdır.
Bildiğimiz gibi, İslâmiyetin farz kıldığı
ibâdetlerin faydası, aslında insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere,
âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların
ibâdetlerine muhtaç değildir. Müslümân namaz kılmakla, oruç tutmakla,
diğer ibâdetlerini yapmakla, hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de
kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç, insanları
rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar.
Aynı şekilde, Allah’ın emrettiği gibi mâlının
zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de, hem Allah’a karşı kulluk, hem
de insanlara karşı insânî vazîfe yapılmış olur.
Unutmayalım ki, zaman en büyük
sermâyedir. Zamânın önemini belirtmek için Atalarımız: “Vakit
nakittir” demişlerdir. Dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmak, bu
sınırlı zamânı iyi kullanmaya bağlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Nasıl
yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz” buyurmuştur.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu, büyük âlim ve
velî Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi aleyh) “Vakit
keskin bir kılıç gibidir. Kıymetli ve şerefli şeylere sarf etmek gerekir” buyurmuştur.
Silsile-i aliyye büyüklerinden Ubeydullah-ı
Ahrâr (kuddise sirruh) da, "Tasavvuf, ehemmi
mühimme tercîh etmektir. Vakti en değerli olan şeye sarf etmektir" buyurmaktadır.
Büyük âlim Ebû Saîd Muhammed
el-Hâdimî ise, “geçen zamanı geri getirmek için bütün sultânlar, pâdişâhlar,
krallar ya’nî devlet başkanlarının tamâmı bir araya gelseler ve bütün
hazînelerini de harcasalar, yine de geri getiremezler” demiştir.