Bin yıl yaşasan da...
23/09/2021 Perşembe Köşe yazarı S.A
M. Said Arvas Hocadan
Hatıralar...
Kısa bir ömür ile,
uzun bir ömür arasında fazla bir fark yoktur. İkisinin de sonu ölümdür.
Ebedî bir hayata nisbeten hiç sayılır...
Yatağa girip gecenin
sessizliği ile baş başa kaldığımızda, bütün bir gün boyunca düşünemediğimiz
şeyleri düşünebilir ve o günün muhasebesini yapabilme imkânını bulabiliriz.
Bir sürü konuşmayla
geçen günümüzün sonunda, ömrümüzün bir gün daha azalmış ve kabir kapısına bir
adım daha yaklaşmış olduğumuzu anlarız.
Tek fırsat olarak
insanlara verilen ve her saâti en kıymetli mücevherden daha değerli olan
zamanımızı nasıl geçirdik? Kârlı mıyız, zararlı mıyız? Bunun hesabını her akşam
yapmalıyız. Kârlı isek, kârımızı nasıl biraz daha artırabiliriz, zararda
isek, bundan nasıl kurtulabiliriz? Araştırmalıyız.
Bir yanda medeniyet
harikâları ve süratle gelişen teknik ve ilim dünyası, diğer yanda ise, her gün,
her yaşta vefât eden yüz binlerce insan...
İlim, bu kadar ilerlemesine
rağmen insan ömrüne bir şey ilâve edememekte, bilâkis ahiret yolcularının
hızını ve vasıtalarını çoğaltmakla aczini itiraf etmektedir.
Yakın bir gelecek için
projeler yapan, onlar için endişe duyan, uykularını kaçıran, kilo verip
zayıflayan, kısacası istikbâl endişesi ile kıvranan insanoğlu acaba gerçek
istikbâl için neler düşünüyor ve ne hazırlık yapıyordur?
İnsanın şiddetle
muhtaç olduğu sonsuzluk arzusu karşısında, fâni oyuncakların dünyayı yalancı
cennete çevirmesi de boştur.
İnsan, yazdan sonra
gelecek olan kışı karşılamaya ve tedbir almaya kendini mecbur bilip hazırlık
yaptığı gibi, yaşamakta olduğu fâni ve kısacık hayattan hemen sonra gelecek
olan ölümü de karşılamaya hazır mıdır?
İnsan, madem fânidir,
ömür bin sene de olsa bir gün bitecektir. Bin yıl ömür sürmüş birine hayattan
ne anladığını sorarsak; büyük bir ihtimalle ve gülümseyerek hiçbir şey
anlamadığını söyleyecektir. Bunca senelerin nasıl geçtiğini
anlamadığını da ifade edecektir.
Nuh aleyhisselâm bin
yıldan fazla yaşadı. Bir gün Azrâil aleyhisselâm geldi ve ruhunu almak için
izin istedi. (Yalnız Peygamberlerden izin alınırdı.) Nuh
aleyhisselâm da;
"Rabbimizin
emirleri ne ise ona razıyız" diye karşılık verdi.
Melekül-mevt, Nuh
aleyhisselâma sordu:
-Ey Peygamberliği en
uzun süren insan! Bu dünyayı nasıl gördün! O da;
"Bir evin iki
kapısı olur ya, birisinden girdim, diğerinden çıkıyorum" diye cevap
verdi. İşte dünya budur.
Öyleyse; kısa bir ömür
ile, uzun bir ömür arasında fazla bir fark yoktur. İkisinin de sonu ölümdür.
Ebedi bir hayata nisbeten hiç sayılır...
Gerçekten uzun bir
ömür, ebedi saâdeti kazandıran ömürdür.
Meselâ, 20 yaşında
ölen bir insan, şu kısacık ömründe Rabbinin rızasını kazanmış, cennete
gireceklerle beraber olabilmişse; o kısa yaşamadı demektir. Ona "hayattan
nasibi azmış" denebilir mi?
Bir adam da 100
yaşında ölmüşse ona da;
"Ne kadar çok
yaşadı, bu zamanda bu yaşa kim gelebilir!" denir. O kimse
ise eğer ömrünü boşuna geçirmişse, çok kısa yaşadı demektir.
O hâlde bize tahsis edilen ömür, ister uzun olsun, ister kısa onu değerlendirmeliyiz, boşa harcamamalıyız. Ebedi hayatı kazanmanın gayreti içinde olmalıyız.