"Dünyâda hak ile bâtılın karışması lâzımdır!.."
23/11/2023 Perşembe Köşe yazarı V.T
"Bu dünyâda evliyânın belli
olması lâzım değildir. Doğru ile yalancının karışması lâzımdır..."
Seyyid Mîr Muhammed Numân hazretleri Hindistan'ın büyük
velîlerinden olup, 1569 (H.977) senesinde Semerkand'da doğdu. Hindistan'a
gelip, Hâce Bâkî-billah hazretlerinin sohbeti ile şereflendi. Hocasının
vefâtına kadar Delhi'de hizmetinde bulundu. Hâce Bâkî-billah'ın vefâtında,
İmâm-ı Rabbânî Delhi'yi teşrif etmişti. Seyyid Mîr Muhammed Numân'ı Serhend'e
götürdü. Mîr Muhammed, uzun seneler İmâm-ı Rabbânî'ye hizmet etti ve sohbetinde
bulundu. Sonra talebe yetiştirmesi için Burhânpûr'a gönderildi. 1650 (H.1060)
senesinde Agra şehrinde vefât etti.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mîr Muhammed Numân’a yazdığı bir
mektup şöyledir (2. cild, 92. mektup):
"...Üstâdım Hâce Muhammed Bâkî-billah'tan işittim. Buyurdu
ki: Şeyh Muhyiddîn-i Arabî yazıyor ki: 'Kerâmet ve hârikaları çok görülen
evliyâ, son nefeslerinde, bunları gösterdiklerine pişmân olmuştur. Keşke hiç
kerâmetimiz görülmeseydi demişlerdir...' Evliyânın üstünlüğü, hârikaların
görülmesi ile ölçülseydi, bunların görünmesine pişmân olmak yersiz olurdu.
Bu dünyâda evliyânın belli olması lâzım değildir. Doğru ile yalancının
karışması lâzımdır. Bu dünyâda hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın karışması
lâzımdır. Velînin, kendi vilâyetini bilmesi de şart değildir. Kendi vilâyetini
bilmeyen evliyâ çok idi. Bunları, başkaları nasıl tanıyabilir? Tanımalarına
lüzum da yoktur. Evet, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar göstermesi
lâzımdır. Böylece, nebî, nebî olmayandan ayrılır. Çünkü, nebînin
peygamberliğini tanımak herkese lâzımdır. Evliyâ, insanları, kendi
peygamberinin dînine çağırdığı için, peygamberinin mûcizeleri kendilerine
yetişir. Evliyâ, eğer dinden başka bir şeye çağırmış olsaydı, o zaman,
hârikalar göstermesi elbette lâzım olurdu. Dîne çağırdığı için hârika
göstermesi hiç lâzım değildir. Din âlimleri, herkesi, kitaplarda yazılan
emirleri yapmaya çağırıyor. Evliyâ, hem buna çağırıyor, hem de dînin bâtınına
dâvet ediyor. Önce, dîne çağırıyor. Sonra Allahü teâlânın ismini zikretmeyi
gösteriyor. Her zaman, aralıksız zikr-i ilâhi ile olmayı ehemmiyetle
istiyorlar. Böylece vücûdu zikir kaplayıp, kalbde Allahü teâlâdan başka bir şey
bulundurulmaz. Her şey öyle unutulur ki, insan kendini ne kadar zorlasa, Allahü
teâlâdan başka bir şey hatırlayamaz. Bu iki türlü dâvet için, evliyânın
hârikalar göstermesine niçin lüzum olsun? İrşâd etmek, bu iki dâveti yapmak
demektir."