Tasavvuf büyüklerinin hâllerini inkâr edenler!
24/10/2023 Salı Köşe yazarı V.T
Mahmûd Çelebi Seyyid Ahmed Buhârî'nin yetiştirdiği büyük
velîlerdendir. Zâhirî ilimlerdeki tahsîlini tamamladıktan sonra, tasavvuf
yoluna yönelip, Seyyid Emîr Ahmed Buhârî'nin sohbet ve hizmetlerine devâm
ettti. Hocasına olan muhabbet ve bağlılığı pekçok olduğundan, kısa zamanda
yüksek derecelere kavuştu. Hocası, onu kızı ile evlendirerek kendisine dâmâd
yaptı. Emîr Buhârî hazretleri vefât edeceği zaman, Mahmûd Çelebi'yi kendisine
halîfe bıraktığını bildirdi. 1531 (H.938) senesinde İstanbul'da Edirnekapı
semtinde vefât etti.
Şakâyik-ı
Nu'mâniyye'nin müellifi olan Taşköprüzâde, bir gün sohbet esnâsında Mahmûd
Çelebi'ye dedi ki: "Efendim! Bâzı tasavvuf kitaplarında anlaşılamayan,
hattâ görünüş îtibârıyla dînin açık olarak bildirilen hükümlerine aykırı
olan kısımlar bulunuyor. Bunları inkâr etmemiz câiz olur mu?"
Mahmûd Çelebi buna cevâben buyurdu ki: "O tasavvufî
hâller sizde meydana gelinceye kadar inkâr edersiniz. Ama o hâller sizde de
meydana gelince, artık inkâr etmenize lüzûm kalmaz. Çünkü o bilgilerin
hakîkatte dînimizin hükümlerine aykırı olmadıklarını, öyle anlaşıldığını
anlamış olursunuz. Yâni tasavvuf büyüklerinin söyledikleri sözlerden
bâzılarının uygun değil gibi görünmeleri, o zâtın yanlış şeyler söylemek
istediğinden değildir. Kendisini kaplayan tasavvufî hâl sebebiyle, o hâlde iken
anlatmak istediğini, şuuru yerinde olmadığından, uygun olmayan kelimelerle
söylemesinden veya hâli ifâde için o anda başka kelime bulamamasındandır. Her
hâlükârda tasavvuf büyüklerinin o sözlerinin yanlış bir mânâyı anlatmak için
değil, doğru bir şeyi yanlış mânâya gelecek kelimelerle anlattığından yanlış
anlaşılabilmektedir. Bununla berâber, mutasavvıfların dînin hükümlerine aykırı
gibi görünen, açıktan yanlış anlaşılan sözleri kabûl edilmez. Fakat o büyüklere
dil de uzatılmaz. Çünkü mâzurdurlar."
Yine Taşköprüzâde anlatır:
Mahmûd Çelebi'ye arzettim ki: "Efendim, tasavvuf
büyüklerinin hâllerini inkâr edenler, inkâr etme gibi büyük bir belâya mübtelâ
olmuşlardır. Tasavvuf ehlinin büyüklüğünü inkâr etmeyip kabûl ettiği hâlde bu
yolda ilerlemeye çalışmayanların hâli, diğerinin hâlinden daha kabîh (çirkin)
değil midir?"
Ben böyle söyleyince buyurdu ki: "Hayır öyle değildir.
O büyüklerin büyüklüklerini inkâr etmeyip îtiraf etmek, yâni kabûl etmek de bir
nîmettir. Bu îtirâfın eninde sonunda o kimseyi hak yoluna çekmesi ümîd edilir."