4 temel dînî delîl hakkında...
25/01/2022 Salı Köşe yazarı R.A
"Hadîs-i
şerîfler, Kur'ân-ı kerîmin tefsîri, İslâm âlimlerinin sözleri de hadîs-i
şerîflerin açıklamalarıdır."
Dünkü makâlemizde, edille-i
şer’iyyeden bahsetmeye başlamıştık. Önce 1. delil olan “Kitâb”dan
kısaca bahsettik. Orada, Kur’ân-ı kerîmi doğru bir şekilde anlamanın
yollarından ilk 3 maddeyi zikrettik.
Konunun açıklaması,
diğer âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde yoksa, Sahâbe-i kirâmın
sözlerinde de bulunamazsa, o zaman Mücâhid İbn Cebr, Saîd İbn Cübeyr,
İkrime, Atâ İbn Ebî Rebâh, el-Hasanü'l-Basrî, Mesrûk İbnü'l-Ecda, Saîd
İbnü'l-Müseyyeb gibi bu sâhanın mütehassısları/uzmanları olan Tâbiînin
büyüklerinin söylediklerine mürâcaat edilir.
Bu ümmetin en büyük
âlimlerinden olan İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi aleyh) ne güzel
söylemiştir: "Hadîs-i şerîfler, Kur'ân-ı kerîmin tefsîri, İslâm
âlimlerinin sözleri de hadîs-i şerîflerin açıklamalarıdır."
Biz, mukaddes
kitâbımızı ve şerefli Peygamberimizi doğru bir şekilde anlamak için, sık sık
muteber tefsîrlere ve muteber hadîs-i şerîf şerhlerine mürâcaat ediyoruz. [El-hamdü
lillah ki, benim şahsî Kütüphânemde 60 çeşit tefsîr var.]
b) Dînimizin 2. temel
delîli Sünnettir:
Sevgili
Peygamberimizin sözleri (hadîs-i şerîfleri), fiilleri (işleri)
ve takrîrleri (görüp de bir şey demedikleri husûslar) mânâsına
olan bir terimdir.
"Sünnet" kelimesinin
dînimizde üç mânâsı vardır:
"Kitâb ve
sünnet" birlikte söylenince; Kitâb, Kur'ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i
şerîfler demektir.
"Farz ve
Sünnet" denilince; farz, Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise Peygamberimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti yâni emirleri demektir.
"Sünnet" kelimesi yalnız
olarak söylenince, "Şerî'at yâni bütün ahkâm-ı İslâmiyye
(İslâmiyet'teki emirler ve yasaklar)" demektir.
c) İcmâ-ı Ümmet:
1. Edille-i
şer'iyyenin (dîn bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların)
üçüncüsüdür. Bir asırda yaşayan "Müctehid" denilen
derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihâdlarının birbirine
uygun olmasıdır.
Seyyid Allâme İbn-i
Âbidîn (rahimehullah) buyurmuştur ki:
"Hicrî dördüncü
asırdan sonra, mutlak müctehid yetişmediği için, icmâ' da kalmamıştır. Bu
sebeble, icmâ' denilince, Eshâb-ı kirâm'ın (Peygamber Efendimizin
Arkadaşlarının), Tâbiîn'in (Eshâb-ı kirâmı gören büyüklerin)
ve Tebe-i Tâbiîn'in (Tâbiîn'i görenlerin) icmâ'ı anlaşılır."
"Bir şeyi,
Eshâb-ı kirâm icmâ' ile bildirmediler ise, Tâbiîn'in söz birliği bu şey için
icmâ' olur. Tâbiîn de bu şeyi icmâ' ile bildirmedilerse, Tebe-i Tâbiînin söz
birliği bu şey için icmâ' olur. Çünkü bu üç asrın âlimleri yâni müctehidleri
hadîs-i şerîf ile övülmüşlerdir. Bunlara "Selef-i sâlihîn" denilir." (İbn-i
Âbidîn)
"Dînde zarûrî
olan yâni âlim ve câhil herkesin bildiği icmâ' bilgilerine inanmayan kimsenin
îmânı gider." (İbn-i Âbidîn)
2. Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın harâm oluşu gibi ictihâd lâzım olmayan ve dînde açıkça bildirilen şeyleri âlim olan, olmayan her Müslümânın bilmesi, böyle olduklarında söz birliği yapmaları da icmâ anlamında kullanılmaktadır.