"Çocuğunun ismini ne koydun?.."
26/03/2022 Cumartesi Köşe yazarı V.T
Şeyh Abdülhamîd Nûbânî
ona: "Senin bir oğlun olacak. İsmini babanın adı olan Hasan
koy!"
Abdülhamîd Nûbânî
hazretleri son devir Osmanlı velilerindendir. Kudüs'te doğdu. 20. yüzyıl
başlarında Beyrut’ta vefat etti. Yûsuf Nebhânî hazretleri 1887 senesinde
Beyrut'ta Cezâ Mahkemesi reisi iken onunla görüştüğünü, kendisi ile birçok
kimsenin onun velîliğine inandığını bildirmektedir. Bizzat onun kerâmetlerine
şâhit olmuştur. Aşağıdaki menkıbelerin hepsini Yûsuf Nebhânî
hazretleri anlatmıştır:
Bir gün Abdülhamîd
Nûbânî yanıma geldi. Onu akşam yemeğine dâvet ettim o da kabul etti. O gün eve
asma yaprağı, kabak ve bezelye almıştım. Fakat buna rağmen arzusunu öğrenmek
için; "Ne isterseniz o yemekleri hazırlarız" dedim. Bunun üzerine;
"Asma yaprağı olsun" dedi. "Başka" dedim, "Kabak"
dedi. "Başka ne olsun?" dedim. "Bezelye" dedi. Hâlbuki
bunları aldığımı kimseden öğrenmemişti...
Bir kere yine yanıma
gelmişti. Biraz oturduktan sonra; "Sen şimdi meşgulsün. Falancaya,
falancaya hediye göndereceksin" dedi ve çıkmak üzere kalktı. Fakat onu
tekrar oturtup ikramda bulundum. Hakikaten İstanbul'da sevdiğim bâzı kimselere
göndermek için hediye hazırlamıştım...
Bir kere de onunla berâberdim. Akrabam ve mahkememizin başkâtibi olan Muhammed
Ali Efendi yanımıza geldi. Hanımı doğum yapacaktı. Şeyh Abdülhamîd Nûbânî ona;
"Senin bir oğlun olacak. İsmini babanın adı olan Hasan koy!" dedi.
Bir iki gün sonra Şeyh Ali ile beraber Muhammed Ali Efendi ile karşılaştık.
Ona; "Doğum oldu mu?" diye sorduk. "Evet bir erkek çocuğumuz
dünyâya geldi" dedi. Şeyh Abdülhamîd; "İsmini ne koydun?" dedi.
"Bedrüddîn" dedi. Söylediği isim konulmadığı için yüzünden memnûniyetsizliği
anlaşılıyordu. Sonra bana doğru eğilip kulağıma gizlice; "Bu çocuk
yaşamayacak!" dedi. Ben bunu Muhammed Efendiden gizledim. Ve çocuk onun
dediği gibi, vefât etti...
Bir cemâatle oturuyorduk. Bu sırada akrabâlarından birini bir iş için İstanbul'a
gönderdiklerini, o işi mutlaka halledip döneceğini konuşuyorlardı. O cemaatin
ileri gelenlerinden birisi; "Ben ona git işini gör gel" dedim, diyor
ve bu işi halledip gelecek diye konuşuyordu. O bu sözünü birkaç defâ emin bir
şekilde söyleyince yanımda oturan Şeyh Abdülhamîd kulağıma gizlice;
"Vallahi o şahıs işini halledemeden gittiği gibi üzüntülü olarak
dönecek" dedi. O şahıs İstanbul'a gitti. Bir sene civârında kaldı. İşini
yapamadan gizlice üzüntülü olarak döndü.