İnsanlar, İslam'ın aydınlığında huzur ve saadete koştular...
26/11/2019 Salı Köşe yazarı R.A
İslâm nûrunun ilk parladığı Mekke-i Mükerreme, hicrî 8. senedeki
fethini takip eden ilk günlerde, şirk ve küfür karanlıklarından tamâmen
temizlenmiştir.
Dünkü makâlemizde birer nebze, Asr-ı Saadet ve Emevîlerden
bahsettik. Emevîlerden sonra nöbeti devralan Abbâsîler devrinde; İslâm
dîni, doğuda Büyük Okyanus’tan, batıda Atlas Okyanusu kıyılarına, kuzeyde
Rusya içlerinden, güneyde Hind Okyanusu kıyılarına kadar yayılıp, üç
kıtada İslâm devletleri hâkim oldu.
Bilindiği gibi, İslâm nûrunun ilk parladığı mukaddes belde, Arabistân Yarımadası’ndaki Mekke-i
Mükerreme, hicrî 8. senedeki fethini takip eden ilk günlerde, şirk ve küfür
karanlıklarından tamâmen temizlenmiştir. Önce Mekke ve Medîne’yi
aydınlatan bu nûr, sonra dalga dalga bütün dünyâyı tenvîr etmiştir. O’nun
aydınlığında insanlar huzûr ve saâdete koşmuşlardır.
Bütün insanlığa çok hayırlı hizmetler yapmış ve çok yüksek medeniyetler
sergilemiş olan Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Babürlüler,
Selçuklular ve Osmanlıların temelleri buraya dayanır. Dünyânın çok
geniş coğrâfî bölgelerinde, târih boyunca, çok büyük İslâm Devletleri ve göz
kamaştıran parlak İslâm Medeniyetleri kurulmuştur.
Her kültür ve medeniyetin muhakkak dînî bir inanca dayandığı, ondan kuvvet
alıp hayât bulduğu herkesçe malûmdur; İslâm’a dayanan medeniyetler de,
güçlerini ondan alıp hayât bularak, insanları râhat ve huzûra
kavuşturmuşlardır.
Günümüzde Türk-İslâm Târihi’ni hakkıyla bilmek, ciddî bir ihtiyâç hâline
gelmiştir. Şüphe yok ki, târih boyunca, geniş İslâm coğrafyasında gelmiş geçmiş
bulunan yüzlerce Türk ve Müslümân hükümdârın kurdukları devletleri ve onların
medeniyete katkılarını, ortaya çıkan problemlere getirdikleri çözümleri
öğrenmek, bizleri istikbâle hazırlayacaktır.
Mukaddes dînimize, güzel dilimize, azîz vatanımıza, şânlı târîhimize,
yüksek kültür ve medeniyetimize, güzel ahlâkımıza, bütün kıymetli ilim
adamlarımıza, özellikle bölgemizde yetişen değerli büyüklerimize sâhip çıkmamız
lâzım; bunlara ağırlık ve önem vermek gerekli. Bunları çocuklarımıza ve
torunlarımıza, yeni nesillerimize, bütün milletimize aktarmalıyız,
tanıtmalıyız, öğretmeliyiz.
Şüphesiz ki, Sahâbe-i kirâm ve Tâbiîn devrinden başlayarak geniş İslâm
dünyâsı içinde birçok âlim ve velî gelip geçmiştir. Bu büyük âlim
ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi, zamanlarından sonra da dâimâ sevilen
ve sayılan, nasîhat ve tavsiyelerinden istifâde edilen, hayâtları örnek alınan
kimseler olmuşlardır. İslâm ve Türk târihi boyunca dünyâya hükmeden
sultânlar, pâdişâhlar bile doğruyu onların vâsıtasıyla bulmaya
çalışmışlar, mânevî sultânların onlar olduklarını görmüşler, yine onların irşâd
ve nasîhatleri ile devlete, millete ve bütün insanlığa çok faydalı hizmetler
yapmışlardır.