Müminlere hiçbir ibâdet zor gelmez
27/03/2023 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Makâlemizin hemen
başında belirtelim ki, sözlük manâsı itibâriyle “kulluk etmek, tapmak,
tapınmak” demek olan “ibâdet”, bir ıstılâh yani İslâmî bir
terim olarak, “bütün varlıkları yaratan Allahü teâlâya karşı saygı
göstermek, O’nun emir ve yasaklarına uymak” manâsına gelir.
“İbâdet”, Allahü teâlânın
râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı, yapılmasını kesin
olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan
kaçınmaktadır. İbâdet görevini yerine getirebilmek de şüphesiz ki,
Allahü teâlânın nelerden râzı olduğunu bilmeye bağlıdır.
En son hak dîn olan
İslâmiyette emredilen îmân, ibâdet ve ahlâk esasları ile insanlar, mânen ve
maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret
saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.
Bir Müslümân, Allahü
teâlânın harâm, yasak ettiği şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği
şeyleri, O emrettiği için yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfesini yerine
getirmiş olur. İslâm dînindeki ibâdetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı
hakkında “Fıkıh” ve “İlmihâl” kitaplarında
geniş bilgi vardır.
Hakîkatte, bütün
insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir.
Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîminde, Zâriyât sûresinin 56. âyet-i
kerîmesinde meâlen: “İnsanları ve cinnîleri, ancak (beni bilmeleri,
tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmuştur.
Kur'ân-ı kerîmde, Mülk
sûre-i celîlesinin 2. âyet-i kerîmesinde ise; "Hanginizin daha
güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da
yaratan O'dur…" buyurulmuştur.
Peygamber Efendimiz
buyurmuşlardır ki:
"Bir mümin, güzel
ahlâkıyla, gece ibâdet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine
erişir."
Bu dünyâ bir imtihân
yeridir. Bu imtihânda muvaffak olmak için, İslâmiyetin emrettiği ibâdetleri
yapmak lâzım ve şarttır. İbâdetleri yapmayanlara, âhirette çok acı
azaplar yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmin pekçok yerinde tekrâr tekrâr
bildirilmektedir. Bunun böylece bildirilmesi, aslında Cenâb-ı Hakk’ın
bir ihsânı, O’nun şefkat ve merhametini ifâde eden bir durumdur.
İbâdetler üzerinde
biraz düşünecek olursak; yirmi dört sâatte bir sâat tutmayan bir zamânı, Allahü
teâlânın emrini yapmak (namaz kılmak) için ayırmamak ve Cenâb-ı Hakk’ın
ihsâniyle zengin olup da malının kırkta birini Müslümânlardan fakîr olanlara vermemek,
mubâhları bırakıp da harâm ve şüpheli olan şeylere uzanmak, aslında aklı
başında olan insanlar için büyük bir ayıp, büyük bir suç olur.
Allahü teâlâyı sevmek
ve saymak, O’nu tâzim etmek de, O’na kulluk vazîfelerini yerine getirmekle
olur.
Bilindiği gibi,
ibâdetler üç nevidir: a-Beden ile, b-Mal ile, c-Hem beden hem de mal ile olur. Birincisi,
namaz ve oruç; ikincisi zekât, sadaka-i fıtır, kurban; üçüncüsü de hac ve umre
gibi ibâdetlerdir.
Bütün Ülü’l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.