"Dergâhımızda âb-ı hayat gibi su var..."
28/10/2019 Pazartesi Köşe yazarı V.T
Yûsuf Hüseynî’nin dergâhında çok talebe bulunduğundan, su
yetmiyordu. Ve bir gün...
Ziyâüddîn Yûsuf Hüseynî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. 890 (m.
1485)’de Azerbaycan’da Şirvan’da vefât etti. Şöyle nakledilir:
“Yûsuf Hüseynî’nin dergâhında çok talebe bulunduğundan, su yetmiyordu.
Bunun için bir yerden su getirilmesi gerekiyordu. Bu durum Yûsuf Mahdûm’a arz
edilince; 'Dergâhımızda âb-ı hayat gibi su varken, uzaktan su getirmeye ne
lüzum var?' buyurup, ellerinde bulunan âsâsı ile dergâhın avlusunda
münâsip bir yeri işâret etti. Orası kazıldığında, fazla derine inmeden, çok
tatlı ve güzel bir su çıktı. Yûsuf Mahdûm, sonra şöyle buyurdu: 'Talebeler
belki her zaman su çekecek bir kap bulamazlar, bu sebeple zahmet çekebilirler.
Ey su! Kuyunun ağzına yüksel!' buyurdu. Su, Allahü teâlânın izni ile tam
kuyunun ağzına kadar geldi. Fakat bir damla bile taşmadı. Hâlen kuyu, su dolu
hâldedir. Kullanmakla hiç eksilmeyip, Şirvan halkının itibâr ettiği ve kıymet
verdiği bir sudur."
Bu mübarek zat buyurdu ki:
“Tasavvuf büyükleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyükleridir. Bunlar, Kitâb
ve Sünnet ile amel ederler. Hak üzere olmanın iki şahidi vardır. Biri sûrî, diğeri
manevîdir. Sûrî olan; emir ve yasakları yerine getirmek sûretiyle İslâm dînine
uymak, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkına uymak sûretiyle
ahlâkını güzelleştirmektir. Manevî kısmı ise; hocanın, talebeyi sûrî
mertebesine çıkardıktan sonra, Resûl-i ekreme teslim etmektir. Hoca, talebesini
bazen rûhanî bazen cismânî terbiye eder.”
İbn-i Abbâs (radıyallahü anhüma), “Hâlbuki sen (Ey Resûlüm) onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildi, istiğfar ettikleri hâlde de Allah onlara azap edecek değil” (Enfâl-33) meâlindeki âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken şöyle buyurmuştur: “İslâmiyetin mevcut olması, Resûlullahın mevcut olması mesabesindedir. Nasıl ki Resûlullah hayatta iken azap kaldırılmış, insanlara azap gelmemişse, İslâmiyetin bir yerde mevcut olması ile de (İslâmiyete uymak sebebi ile de) azap kalkar, istiğfar etmek sebebi ile de azap inmez, istiğfar, azâbın gelmesine mâni olur. Bir yandan Allahü teâlânın emirlerine uymayıp, bir yandan da (Estağfirullah, Estağfirullah...) demek, istiğfar değildir, istiğfarın manası; Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Allahü teâlânın rahmetine ve mağfiretine yol açacak sebeplere yapışmak lâzımdır. Zulüm ve isyan olan işleri yapmaktan sakınmalıdır.”