İlk iş, tâlibe tövbeyi öğretmek olmalıdır
29/04/2025 Salı Köşe yazarı V.T
"Bu yolda tövbesiz adım atmak faydasızdır.
Topluca bütün günâhlardan tövbe etmek yeterlidir."
Sâhib Abdürreşîd Fârûkî, İmâm-ı
Rabbânî hazretlerinin torunlarındandır. 1237 (m. 1821) senesinde Hindistan’ın
Luknov şehrinde doğdu. Dedesi Ebû Sa’îd Müceddidî hazretlerinden ilim öğrenmeye
başladı. Yirmi yaşında iken dedesinin sohbetinde yetişip, Müceddidiyye yolunda
icâzet aldı. Hindistan’ın İngilizler tarafından işgalinden sonra Mekke-i
mükerremeye hicret etti. 1287 (m. 1870) senesinde Mekke-i mükerremede
vefât etti. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, “Mebde’ ve me’âd” kitabını Arabîye
tercüme etti ve çok kitap yazdı. Bu kitapta şöyle anlatılır:
Bir tâlib bir şeyhin [mürşid-i
kâmilin] huzûruna gelince, şeyh ona istihâre etmesini söylemelidir. Üçten
yediye kadar istihâre ettirmelidir. İstihârelerden sonra istek ve arzûsunda bir
tezebzüb [dalgalanma ve tereddüd] meydâna gelmezse, ona büyükler yolunu
açmalıdır. İlk iş ona tövbeyi öğretmektir. Bunun için iki rekat tövbe namâzı
kılmasını söylemelidir. Zîrâ bu yolda tövbesiz adım atmak faydasızdır. Ammâ
tövbede icmâl [kısa ve topluca bütün günâhlardan tövbe etmek] yeterlidir.
Tafsîlini dahâ sonraya bırakır. Çünkü bu günlerde, yani ilk zamânlar
himmetler düşük, kalbler dağınık olup, arzû edilen netîce elde edilemez. Eğer
baştan tafsîli tövbe etmeye mecbûr edilse, bunun ciddî olabilmesi için epey bir
zamân gerekir. Bu zamân zarfında istek ve arzûsunda bir gevşeklik ve soğuma
meydâna gelebilir ve bu yüzden istediği şeyden geri kalabilir. Hattâ baştan
yapılan tafsîli bir tövbe beklenen netîceyi vermeyebilir. Bundan sonra, tâlibin
hâline münâsip olan bir vazîfe vermelidir. İstidâd ve kâbiliyetine uygun zikir
talîm ve telkîn etmelidir. Yoldaki işini kolaylaştırmak için tâlibin hâline
teveccühde eksiklikte bulunmamalı, kalbinde hâsıl olan hâlleri gözetmeli, ondan
uzak durmamalıdır. Yolun edeb ve şartlarını ona açıklamalı, onu teşvîk
etmelidir.
Kitâba, Sünnete ve Selef-i
sâlihînin eserlerine uymaya gayret ettirmelidir. Bu mütâbeat, yanî uymak
olmadan maksada kavuşmanın mümkin olamayacağını ona bildirmelidir. Yine ona
bildirmelidir ki, Kitâba ve Sünnete kıl ucu kadar muhâlif görünen keşif ve
vâkı’alara hiç önem vermemeli ve itibâr etmemelidir. Hattâ bunlardan istigfâr
etmelidir.
Mürşid,
müridinin, akâidini Ehl-i sünnet ve cemaatin güzel akîdesine göre düzeltmesini,
nasîhatten geri kalmamalı, kendine lâzım olacak zarûrî fıkıh bilgilerini
öğrenmesini ve her hâlükârda ilmi ile amel etmesini buyurmalıdır. Çünkü bu
yolda uçmak, itikâd ve amelin iki kanadı olmadan mümkün değildir.
