Sevgi nedir, Allah sevgisi nedir?
Allah sevgisi nedir?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Sevgi, gönlün zevk aldığı şeye meyletmesi demektir. Bu meylin kuvvetlisine aşk
denir.
Sevginin deyim anlamı ise şöyledir:
Sevgi, hiçbir karşılık beklemeden sevgiliye [Allahü teâlâya] tâbi olmak, Ona
itaat etmek, Onun her işini güzel, her eziyetini, her iyilikten daha tatlı
görmek ve Onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, kısacası Onun
rızası için yaşamaktır.
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir.
Bu sevgi ve düşmanlık, sadık olan âşıkların elinde ve iradesinde değildir.
Çalışmaksızın, zahmet çekmeksizin kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları
güzel görünür ve düşmanları çirkin ve fena görünür. Dünyanın güzel görünüşlerine
kapılanlara hâsıl olan sevgi de, bunu gerektiriyor. Seven, sevgilisinin
düşmanlarından kesilmedikçe, sözünün eri sayılmaz.
İki zıt şey sevilmez
Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir. Ona yakından uzaktan
ilgili olan her şeyi sevgili kılar. Bunun için, "Sevgilinin kapısındaki
köpek, sevenin kalbinde, diğer köpeklerden üstündür ve ayrı bir yer tutar"
demişlerdir.
Şeyh-ül-İslam Abdullah-i Ensari hazretleri buyuruyor ki:
(Biri, çok sevdiğim bir zatı incitmişti. O andan beri, kalbimde ona karşı
soğukluk duyuyorum.) Büyüklerin, (Sevdiğini incitene darılmaz, gücenmez isen,
köpek senden daha iyidir) sözü meşhurdur.
Sevginin şartı olan hubb-i fillah, buğd-i fillah, Kur'an-ı
kerimde ve hadis-i şerifte bildiriliyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek,
insanı Allah’tan uzaklaştırır. Teberri etmedikçe, tevelli olmaz. Yani
düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. (4/29)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz
sevmek gerekir. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman
bilmektir. Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Sevgiye müdahene [gevşeklik]
sığmaz.
Aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı
gidenlerle uyuşamaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada
yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Yani iki
zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap ettirir. (1/165)
Abdullah-i Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâyı seven, bilmediği bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar,
gözyaşları dinmez. Her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın
sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her
geçimsizlikte, sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allahü teâlâyı
düşünür, gafletle yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten
korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. (m. 85)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini, sevgine kavuşturacak
işlerin sevgisini nasip et ve sevgini [susuzluktan yananın
arzuladığı] soğuk sudan benim için daha kıymetli kıl!) [İ.Gazali]
Bir kimse, Allah’ı seviyorsa, bilsin ki Allahü teâlâ da onu seviyor demektir.
Büyüklerden biri buyurdu ki:
(Ben Allahü teâlâyı sevdiğimi zannediyordum. Hâlbuki O beni seviyormuş.)
Sevginin sebepleri
Bilip anlamadan sevgi gerçekleşmez. Ancak bilinen sevilir. Sevgi,
cansızların değil, canlı ve anlayışlı olanların özelliğidir. İnsanın anladığı,
zevk ve rahatlık duyduğu her şey, sevimli; acı duyduğu, nefret ettiği her şey
sevimsizdir. Zevk alınan her şeyin, zevk alan için sevimli olması, gönlün ona
meyletmesi demektir.
Her duyu, ancak anladığı şeyden zevk alır, ona meyleder, onu sever. Mesela
gözün zevki, görüp hoşlandığı şeylerdir. Kulağın zevki, duyduğu güzel
seslerdir. Burnunki güzel kokulardır. Dilin zevki, yiyip içtiği şeylerin
tadıdır. Dokunma duygusunun, tutmanın zevki, yumuşaklık ve zevki okşayan
şeylerdir. İşte duyularla anlaşılan bu şeyler, hoşa gittikleri için sevilir.
Beş duyunun hiçbiri ile anlaşılmayan sevgi de vardır. Altıncı bir duyu ile
bilinir. Beş duyu ile elde edilen zevkte hayvanlar da ortaktır.
İnsanın kalb gözü, baştaki gözden daha kuvvetlidir. Aklın anladığı güzellik,
gözün gördüğünden daha büyüktür.
Sevginin sebepleri üçtür:
1- Her canlı kendini sever. Kendini sevmek, varlığının devam
etmesini istemek ve yok olmaktan hoşlanmamak demektir. İşte bunun için insan,
yaşamayı sever ve ölümden hoşlanmaz. Varlığımızın devamı gibi, her şeyimizin
mükemmel olması da sevilir. İnsan, önce kendi zatını, sonra uzuvlarının
selametini sever. Daha sonra malının, evladının, akraba ve dostlarının
selametini sever. Bunları, vücudunun devam ve kemaline sebep oldukları için
sever. Mesela evladından bir fayda görmese de sever. Çünkü kendinden sonra
neslini devam ettirecek odur.
2- İnsan, ihsanı sever. İnsan, ihsanın kölesidir. Gönül, kendine
iyilik edeni sever, kötülük edenden nefret eder. İnsan, ister istemez iyilik
edene karşı sevgi duyar.
Sağlık sevilir. Sağlığının devamı için doktor da sevilir. Doktoru da kendimizi
sevdiğimiz için severiz. Bunun gibi ilmi de, öğretmeni de severiz. Öğretmeni
ilme sebep olduğu için severiz.
Para, çeşitli ihtiyaçları karşılamaya ve yiyip içmeye vasıta olduğu
için sevilir. Yemeğin kendisi de yenmek için sevilir. Biri bizatihi, diğeri ise
vasıta olduğu için sevilir. İyilik edeni sevmek, onun şahsını değil, iyiliğini
sevmektir. İyilik kalkınca, sevgi de kalkar. İyilik azalırsa, sevgi de azalır.
3- Bir kimseyi, ettiği iyilikten dolayı değil, bizzat zatından dolayı
sevmek, yok olup tükenmeyen gerçek sevgidir. Bu da güzeli sevmek demektir.
Güzelliği anlayan güzeli sever. Güzelliği sevmek, güzelliğin zatındandır. Çünkü
ondaki güzelliği anlamak, zevkin kendisidir. Güzeli anlamak da bir zevktir.
Akarsu, yeşillik, tabiattaki güzellikler yiyip içildikleri için değil, sırf
güzel oldukları için sevilir. Bu insanın elinde olmayan sevgidir. Allahü
teâlânın güzel olduğu bilinirse, Onu da sevmemek imkânsızdır. O ise, güzeller
güzelidir.
Sevgi ve üstün zevk
Zevkler anlayışlara bağlıdır. Herkes her şeyden aynı zevki alamaz,
yaratılışına uygun şeylerden zevk alır. Mesela, gazap ehli, intikam almak ve
galip gelmekten zevk alır. Her organın zevki de ayrıdır.
Kalb, beş duyunun bilemediği manaları anlar. Mesela, âlemin yaratıldığını, yani
sonradan meydana geldiğini ve bunu yaratan bir Halıka muhtaç olduğunu anlar.
Bunlar beş duyu ile bilinmez.
Akıl, insanı hayvandan ayıran bir kuvvettir. Eşyanın hakikati akılla bilinir.
Akıl da marifet ve ilimden zevk alır. Bu, âdi, faydasız, hatta zararlı bir ilim
bile olsa, bunu başkasına öğretmekten zevk alır. Mesela, bir kumar oyununu
bilen, onu başkasına öğretmek ister. Bu da her çeşit bilginin zevkli olduğunu
gösterir.
İlmin zevki, ilmin şerefi nispetinde kıymetli olur. İlmin zevki de bilinen
şeylerin kıymetine göre değer kazanır. Mesela insanların gizli hallerini bilip
onu anlatmak zevklidir. Bir valinin sırlarını bilip açıklamak daha zevklidir.
Hele dünyanın en büyük hükümdarının sırlarını bilip açıklamak çok daha
zevklidir. Görüldüğü gibi ilmin şerefi, malumun [bilinen şeylerin] şerefine
bağlıdır.
Kâinatı yoktan yaratan, süsleyen, devam ettiren Allahü teâlânın ilminden daha
yüce, daha şerefli, daha büyük, daha olgun ilim olamaz. O halde en çok arzu
edilen bu ilimdir. Bu ilmin zevki; şehvet, gazap ve diğer duyulardan elde
edilen zevklerden çok daha fazladır. Allahü teâlâyı tanımak, Onun cemalini
temaşa etmek, emirlerindeki sırları anlamak, zevklerin en büyüğüdür. Zevk veren
öyle şeyler var ki, hayal etmek bile mümkün değildir. Allahü teâlâ, (Salihler
için, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve insanların hatırından
geçmeyen şeyler hazırladım) buyurdu.
Evliya, üst olmanın sıkıntılarla dolu olduğunu ve ölümle de sona ereceğini
bildiği için, baş olmaya değer vermez. Ahiret nimetleri sonsuz ve sıkıntısız
olduğu için hep onlarla meşgul olur. Ölüm de buna mani değildir. Çünkü Allahü
teâlâyı bilen yok olmaz. Ölüm onun halini değiştirir. Ruh, beden kafesinden
kurtulur. Beden ölür, fakat ruh ölmez. Ölüm yok olmak değildir.
Bâtıni olan baş olma zevki, zahiri olan 5 duyunun zevkinden daha üstündür.
Bâtıni zevkleri, hayvan ve bunak anlayamaz. Allahü teâlânın işlerinin sırlarını
bilmek, baş olmak gibi bütün zevklerden çok üstündür.
Manevi zevkler anlatılmakla bilinmez, tatmayan anlayamaz. Çocuk, önce oyundan,
oyuncaktan zevk alır. Sonra süslenmek, vasıtalara binmekten zevk alır. Erginlik
çağına girince evlenmek ister. Daha sonra da baş olma sevdasına düşer. Bir
çocuk, oyuncakları bırakıp da, makam sevdasına düşenlere güler. Makam
sevdasında olanlar da, marifetullah ile uğraşan evliyaya güler. Kişi
bilmediğinin düşmanıdır.
Ahiret nimetleri, sevginin kuvvetiyle ölçülür. Sevgi ne kadar kuvvetli olursa,
zevk de o nispette artar. Her müminde sevgi bulunur. Çok sevebilmek için iki
sebep vardır:
1- Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca
da, bu suyu çıkarmadan başka şey konulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah
sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi temizlemek gerekir. İhlâs, kalbde
Allah sevgisinden başka şeye yer bırakmamak, başka şeyleri temizlemek demektir.
Kalbi başka sevgilerden temizleyenin imanı kuvvetlenir.
2- Kalbi masivadan [yani Allah sevgisinden başka her sevgiden]
temizledikten sonra, Allah sevgisini kalbe iyice yerleştirmek gerekir. Toprağı
sürüp yabancı otlardan temizledikten sonra temiz tohum atmaya benzer. Bu
tohumdan sevgi ağacı büyür. Bunun için de salih amel gerekir. Amel için de ilim
gerekir. Demek ki, istenilen sevgiye kavuşabilmek için ilim, amel ve ihlâs
şarttır.
Sevgide farklı olmak
Müslümanlar, imanın aslında müşterek olduğu gibi, sevginin aslında da
müşterektir. Her mümin, imanın altı esasına inandığı halde, kiminin imanı çok
parlak, kimininki ise çok sönüktür. İnsanlar, Allah’ı tanımakta farklı olduğu
için, sevgide de farklıdır. Bunu bir misalle açıklayalım:
İmam-ı Gazali hazretlerini her Müslüman sever. Çünkü hepsi onun büyük bir âlim
olduğunu bilir. Onun ilmini bilen âlimler, onu halk tabakasından daha çok
sever. Âlimi, âlim olan anlar. Âlimin güzel bir eseri okununca, ona karşı sevgi
duyulur. Ondan daha güzel bir eseri okununca, bu sevgisi artar. Eserini tetkik
edip, orada bulunan ince bilgilere vakıf olunca, ona karşı olan hayranlık ve
sevgi daha da artar.
Kâinatta bulunan her şey Allahü teâlânın eseridir. Halk, her şeyi Allah
yarattığı için Onu sever. Fakat âlimler, basiret sahipleri, Allahü teâlânın
eserindeki, sanatındaki inceliklere, harikalara vakıf olduğundan, halktan daha
çok sever. Mesela bir doktor, insan vücudundaki harikaları ve akıllara
durgunluk veren incelikleri görürse, sevgisi kat kat fazlalaşır. Bu sevgi, Onun
eserindeki incelikleri bildiği ölçüde fazlalaşır. Onun için âlimlerin,
âriflerin sevgisi fazla olur. Çok bilen çok sever.
Allahü teâlâyı zatı için değil de, verdiği nimetleri için sevenin, ihsanındaki
değişiklik sebebiyle sevgisi de değişir. Bolluk ve refahtaki sevgisi ile,
darlık ve beladaki sevgisi aynı olmaz. Fakat zatı için, sırf her şeyin maliki,
Rabbi olduğu için sevenin sevgisi, ihsanın azalıp çoğalması ile değişmez.
Zenginlik-fakirlik, hastalık-sağlık onun sevgisini etkilemez. Müslüman, Allahü
teâlâya olan sevgisi nispetinde, ahirette nimetlere kavuşacaktır.
İbrahim bin Edhem hazretleri, (Ya Rabbi, seni seven bu kulunun kalbini huzura
kavuştur) diye dua edince, rüyasında, (Ey İbrahim, bana kavuşmadan
nasıl huzur istersin? Sevgiliye kavuşmadan huzura hiç erilir mi?) buyuruldu.
Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, sevdiğin ve buğzettiklerini nasıl
ayırabiliriz) diye sual edince, Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Sevdiğim kulun iki alameti vardır. O beni anar ve günahlardan sakınır. Ben
de onu, meleklerin yanında anar ve günah işlemekten muhafaza ederim.
Buğzettiğim kulun da iki alameti vardır. Beni unutup, hiç anmaz, günah, isyan
içinde yüzer. Buğzettiğim kimsenin gönlü kibirli, dili kötü söyler, gözü
kötülüktedir, eli de cimridir. Böyle kimseye gazaplanır, azap ederim.)
Beni seveni severim
Yine Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Beni sevenin sevgilisiyim. Beni gerçekten seveni, herkesten üstün tutarım.
Beni arayan bulur; başkasını arayan ise beni bulamaz. Öyle kullarım vardır ki,
ben onları severim, onlar da beni sever. Onlar bana müştak, ben onlara
müştakım. Onlar beni anarlar, ben de onları anarım. Onların yolunda olanı
severim. Onların yolundan ayrılana buğzederim. O kullarım, gece olup, herkes
sevdiği ile baş başa kaldığı zaman, onlar yatıp uyumaz, bana münacâtta bulunur,
namaz kılar, nimetlerime şükreder, gözyaşı dökerler. Bütün sıkıntılara beni
sevdikleri için katlanırlar. Onlara büyük ihsanlarda bulunurum.)
Ömer bin Abdülaziz’in bir hizmetçisi vardı. Gündüz hizmet eder, gece olunca bir
köşeye çekilir, dua eder, gözyaşları içinde Allahü teâlâdan bir şeyler isterdi.
Ömer bin Abdülaziz hazretleri hizmetçinin neler söylediğini merak etti. Bir gün
dinledi. Hizmetçi, (Ya Rabbi, bana olan sevgin hürmetine, beni mağfiret eyle,
bana rahmet et) diyordu. Hizmetçinin duasına hayret edip, (Ey hizmetçi, bu ne
cüret) diye sordu. Hizmetçi, (Allahü teâlâ beni sevmeseydi, sen uykuda iken,
beni uyanık tutar, kendisiyle meşgul eder miydi? Kur’an-ı kerimde, (Allah
onları sever, onlar da Allah’ı sever) buyuruyor. Önce kendi sevgisini
bildiriyor. Sonra da sevdiğinin sevgisini bildiriyor. Sevmek için sevilmek
gerekir) dedi.
Sevgi ve aşkın kuvveti
Bazı kimseler, (Allah bazı şeyleri yasak ettiği, çeşitli haramlar koyduğu
için, Onu sevmek mümkün olur mu) diyorlar. Bu çok yanlıştır. Çünkü bir annenin,
ateşe elini uzatan çocuğunu ikaz etmesi, onun eline vurması, çocuğun annesini
sevmesine mani değildir.
Akıllı insan, Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerde, kendisi için çok faydalı
hikmetler olduğunu bilir. Yasak edilen şeyleri yapmamayı nimet olarak görür.
Mesela, (İçki yasak edilmemiş olsaydı, alkolik olabilirdim) der,
içkinin haram edilişini nimet olarak görür. Bu bakımdan, Allahü teâlânın
emrettiği şeylerde olduğu gibi, yasakladığı şeylerde de sayısız hikmetler
vardır.
Emirlere uyup, yasaklardan kaçmak bir nimet olduğu için, nimeti gönderen
Rabbimizi sevmeye hiçbir şey engel olamaz.
Allahü teâlânın lutfettiği nimetlerden istifade ederken, bazı sıkıntılara
katlanmak gerekir. Gülü koklamak için yanına gitmek külfetine katlanmak
gerekir.
(Külfetsiz nimet, dikensiz gül ve engelsiz yâr olmaz) demişlerdir.
Bir nimet külfetsiz ele geçerse, kıymeti olmaz. Mirasyedi gibi harcarız,
şükrünü düşünmeyiz. Allahü teâlâdan gül isteyen aşık, dikenine de
katlanmalıdır.
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
(Zavallı aşığa, sevgilinin kendisini aradığını bilme saadeti yetişir. Ayrılık
hasretini çektiğini gördüğünü bilmesi yeter; çünkü Allahü teâlâ onu elbette
görüyor.)
Yusuf aleyhisselamdan sonra Allah’a âşık olan Hazret-i Zeliha, (Bugün Yusuf’u
gördüm) diyen herkese bir kolye verir. Sevgisi uğruna, malını,
mülkünü, güzelliğini, hatta 70 deve yükü cevahir ve gerdanlık feda eder.
Hazret-i Yusuf ile evlenince, yanına gitmez. Hazret-i Yusuf sebebini
sorunca, (Allah sevgisi bana yeter) der. Gülün kadrini ancak
bülbül bilir.
Leyla’nın uğruna deliren Mecnun’a, (Adın ne) diye sorarlar. O
da, Leyla der. (Leyla ölmedi mi) derler.
(Hayır ölmedi. Kalbimde... Ben Leyla’yım) der.
(Leyla’nın evine doğru bak) derler. O da, (Leyla’nın evini gören
yıldıza bakmak bana yeter) diyerek ağlar.
Gül, demişler bülbüle,
Ağlamış feryat ile.
Büyükler, (Aşktan maksat, dert ve gam çekmektir. Kavuşmak, hiç hatıra bile
gelmez) demişler, aşkı böyle tarif etmişlerdir.
Gerçek sevgi üç şeyle belli olur:
1- Seven, sevdiğinin sözünü, başkasının sözüne tercih eder.
2- Sevdiğinin yanında bulunmayı, başkalarının yanında bulunmaktan
üstün tutar.
3- Sevdiğinin kendisinden razı olmasını, başkalarının hoşnut
olmasından çok kıymetli bilir.
Dinde Allah aşkı yok mu?
Sual: Dört delilden ikisini kabul etmeyen mezhepsiz bir
yazar, (Dinde Allah aşkı diye bir şey yoktur) diyor. Bu yanlış
değil mi?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Bu, lisanın özelliğini iyi bilmemekten kaynaklanan bir
husustur. Türkçedeki abi [ağabey], abla gibi kelimeler, Arapça, Fransızca,
İngilizce, Almanca gibi dillerde yoktur. Abi için büyük
kardeş, abla için büyük kız kardeş veya sadece kız kardeş
derler. Bazı kelimeler, sadece o dile mahsustur. Arapçada abi kelimesi yok
diye, (Abi diye bir şey yok) denir mi?
Günümüz Türkçesinde aşk, sevgi veya aşırı sevgi mânâsındadır. Âşık olmak çok
sevmek demektir. Arapçada da aşk, hubb demektir.
Habîbî=sevgilim, aşkım yani çok sevdiğim kimse demektir.
Arapçada Allah aşkı, Muhabbetullah veya Hubbullah olarak
bildirilir. Aşkullah demezler. Onların aşkullah dememesi, Allah aşkı olmadığı
anlamına gelmez. Abi kelimesini başka türlü ifade ettikleri
gibi, Allah aşkını da başka türlü ifade ediyorlar. Çok sevmek, âşık olmak
demektir. Aşırı sevgiye aşk deniyor.
Mevahib-i ledünniyye gibi kıymetli bir eserde geçen bir hadis-i
şerif:
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim.
Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek
derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın,
kâinatı yaratmazdım.)
Allahü teâlâ da (Habibim) diyor. Nitekim Mevlid-i şerifte,
Allahü teâlâ, Resulünü kastederek, (Sana âşık olmuşam) yani
(Seni çok seviyorum) diyor. Günümüzde nefsin şehvanî isteklerine aşk dendiği
için, Mevlid’deki bu ifade yadırganıyor.
Dinimizde Allah aşkı vardır. Allah'ı çok seven, Ona çok itaat eder. Sevgi
itaatle, söz dinlemekle ölçülür. Namaz kılmayan veya haram işlemekten
çekinmeyen bir kimsenin, (Ben Allah'ı çok seviyorum) demesi elbette
ciddiyetten, samimiyetten uzaktır.