Ahireti kazanmak için, dünyayı terk etmek nasıl olur?
Dünyayı terk etmek
CEVAP
Dünyayı terk etmek çalışmayıp oturmak demek değildir.Dünyayı terk etmek, iki
türlü olur:
Birincisi, haramlarla beraber, mubahları da, yani günah olmayan
lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zaruri olan miktarını kullanmaktır.
Yani çalışmayı, dünyanın zevk, keyif ve eğlencelerine dalmak yolunu bırakarak,
her türlü zevk ve lezzetinden vazgeçip, ibadet ile ve Müslümanların rahatları
ve İslam dinini bilmeyenlerin, doğru yola kavuşmaları için lazım olan ilmi,
teknik usulleri ve vasıtaları, en ileri ve en üstün şekilde yapmak ve
kullanmakla geçirmek ve dünya zevkini böyle çalışmakta aramak ve bulmaktır.
Eshab-ı kiramın ve İslam âlimlerinin hepsi, böyle idi. Bundan maksat,
İslamiyet’in emrettiği şeyleri yapmak için, bütün rahatı ve zevkleri feda
etmektir.
İkincisi, dünyada haram ve şüpheli şeylerden kaçıp mubahları
kullanmaktır. Bu kadarı da, hele bu zamanda, çok kıymetlidir. Allahü teâlânın
mubah ettiği, yani müsaade ettiği şeyler pek çoktur. Bunlarda bulunan lezzet,
haramda bulunanlardan, fazladır. Mubah kullananları Allahü teâlâ sever, haram
kullananları sevmez. Aklı olan, doğru düşünebilen bir kimse, geçici bir zevk
için, sahibinin, yaratanının sevgisini teper mi? Zaten, haram olan şeylerin
sayısı pek azdır. Bunlarda bulunan lezzet, mubahlarda da vardır.
Dünya da lâzım
Sual: (En faziletli mümin, dünya için âhireti, âhiret için dünyasını terk
etmeyendir) hadisinde bildirildiği gibi, âhiret için dünya terk
edilse, ne zararı olur?
CEVAP
Dünya âhiretin tarlasıdır. Tarla olmazsa, ürün nasıl alınır? Ürün almak için
tarlayı sürüp ekmek lâzım olduğu gibi, âhiret nimetlerinin tohumu da dünyada
ekilir. Çalışmayıp herkese muhtaç olan, sağlığına dikkat etmeyip hastalanan
kimse, dünyasını yıktığı gibi âhiretini de yıkar. İhtiyaç kadar dünyaya da
çalışmak gerekir. Bu niyetle dünya için çalışmak, âhiret için çalışmak olur.
Fakat dünyaya ebedî kalacakmış gibi değil, bir yolcu gibi çalışmalı.
Dünya ve ahiret bir arada olmaz
Sual: “Ahireti kazanmak için dünyayı terk etmeli” deniyor. Buradaki dünya nedir
ve nasıl, ne şekilde terk edilir?
Cevap: İman ile küfür birbirlerine zıt olduğu gibi, ahiret de,
dünyanın zıddıdır. Dünya ve ahiret bir araya getirilemez. Ahireti kazanmak
için, dünyayı yani haramları, mekruhları terk etmek lazımdır. Dünyayı terk
etmek, iki türlüdür:
Birincisi, bütün haram olan şeylerle beraber, mubahları da yani günah olmayan
lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zaruri olan miktarını kullanmaktır.
Tembel ve işsiz olarak oturup da, dünyanın zevk, keyif ve eğlencelerine dalmak
yolunu bırakarak, her türlü zevk ve lezzetinden vazgeçip, bütün zamanını,
ibadetle, Müslümanların rahatları ve İslâm dinini bilmeyenlerin, doğru yola
kavuşmaları için lazım olan ilmi ve teknik usulleri, vasıtaları, en ileri, en
üstün şekilde yapmak ve kullanmakla geçirmek, böylece durmadan çalışmaktır.
Dünya zevkini böyle çalışmakta aramak ve bulmaktır. Eshâb-ı kiramın hepsi ve
din büyüklerinin çoğu, hep böyle idi. Dünyayı, bu şekilde terk etmek, çok
faydalıdır. Bundan maksat, İslâmiyetin emrettiği şeyleri yapmak için, bütün
rahatı ve zevkleri feda etmektir.
İkincisi, dünyada haram ve şüpheli şeylerden kaçıp mubahları
kullanmaktır. Bu kısım da, ahir zamanda, çok kıymetlidir. Bu sebeple,
İslâmiyetin haram ettiği şeylerden kaçınmak, her Müslüman için lazımdır.
Hadis-i şerifte;
(Yalnız dünya için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri
karışık, üzüntüsü çok olur) buyuruldu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında, bu konuda
buyuruyor ki:
“Din ile dünyayı birlikte kazanmak imkânsızdır. Ahireti kazanmak isteyenin,
dünyadan vazgeçmesi lazımdır. Bu zamanda, dünyayı tamamen terk etmek, kolay
değildir. Hiç olmazsa, hükmen terk etmek, yani terk etmiş sayılmak lazımdır. Bu
da, her işte İslâmiyete uymak demektir. Yiyecekte, içecekte, giyecekte ve ev
kurmakta İslâmiyete uymak lazımdır. İslâmiyetin emirlerini aşmamak lazımdır.
Altın ve gümüşün, ticaret eşyasının, kırda, çayırda otlayan dört ayaklı
hayvanların zekâtını vermek farzdır. Bunların zekâtını elbette vermelidir.
İslâmiyete uymakla ziynetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur ve
ahireti kazanır. Dünyayı yani nefsin arzularını, böyle hükmen de terk edemeyen
kimse, münafık demektir. İmanlı olduğunu söylemesi, ahirette kendisini
kurtaramaz.”
İslâmiyetin haram ettiği şeylerden kaçınmak, her Müslüman
için lazımdır. Haramların haram olmasına ehemmiyet vermeyen, Allahü teâlânın
yasak etmesine aldırış etmeyen veya bunları beğenen, güzel diyen kâfir olur.
Allahü teâlânın haram etmesine ehemmiyet verip, kabul edip de, nefsine
aldanarak, bunları yapan ve sonra akıllarını toparlayıp pişman olanlar kâfir
olmaz ve imanlarını kaybetmezler. Böyle kimselere Asi ve Fasık denir.
Bunlar, günahları sebebiyle, belki Cehenneme girip cezalarını çekerse de,
Cehennemde sonsuz kalmayacaklar, çıkıp Cennete kavuşacaklardır.
Allahü teâlânın mubah ettiği, yani müsaade ettiği şeyler pek
çoktur. Bunlarda bulunan lezzet, haramda bulunanlardan, fazladır. Mubah
kullananları Allahü teâlâ sever, haram kullananları sevmez. Aklı olan, doğru
düşünebilen bir kimse, geçici bir zevk için, sahibinin, yaratanının sevgisini
teper mi? Zaten, haram olan şeylerin sayısı pek azdır. Bunlarda bulunan lezzet,
mubahlarda da vardır.
Mubahları, lüzumu kadar kullanmalı
Sual: Dinimizin helal ve mubah olarak bildirdiği şeyleri, lüzumundan fazla,
aşırı derecede kullanmanın, yapmanın bir zararı olur mu?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben
buyuruyor ki:
“Mubahların fazlasından sakınmalısın. Mubahları, lüzumu kadar kullanmalısın.
Bunları da, Allahü teâlâya kulluk etmek niyeti ile yapmalısın. Mesela, bir şey
yerken, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeye,
giyinirken avret yerini örtmeye ve soğuktan, sıcaktan korunmaya niyet etmeli ve
her mubah için, ders çalışırken bile böyle gerekli niyetler yapmalıdır.
Büyüklerimiz azimet ile hareket etmiş, ruhsattan elden geldiği kadar
kaçınmıştır. Mubahları, zaruret miktarı kullanmak da azimettir. Bu devlet, bu
nimet ele geçmezse, mubahlardan dışarı çıkmamalı, haram ve şüphelilere
taşmamalıdır. Allahü teâlâ kullarına çok merhamet ve ikram ederek, mubah olan
şeylerle zevklenmeye izin vermiştir. Pek çok şeyleri mubah etmiştir. Helal olan
bu sayısız zevkleri, lezzetleri bırakıp da, haram edilen birkaç zevke sapmak,
Allahü teâlâya karşı, ne kadar edepsizlik olur. Hem de, haram ettiği
lezzetleri, daha fazlası ile mubahlarda da yaratmıştır. Helal olan çeşit çeşit
nimetlerin zevkleri bir yana, insanın işinden, Rabbinin razı olmasından daha
büyük zevk olur mu? Bir kimsenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük
cefa, sıkıntı olur mu? Cennette Allahü teâlânın razı olması, Cennet
nimetlerinin hepsinden daha tatlıdır. Cehennemdekilerden Allahü teâlânın razı
olmaması, Cehennem azaplarından daha acıdır.
Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başıboş değiliz. Her
istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sahibi
olalım! Kıyamet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka, ele bir şey geçmez.
Peygamber efendimiz; (Yarın yaparım diyen helak oldu, ziyan etti) buyurdu.
Eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep ahiret işlerini yaparsan
güzel olur. Fakat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur.”