Dinimizle ilgili çeşitli sorular
Dinimizle ilgili çeşitli sorular
CEVAP
Şu zamanlarda oldu:
1- Kelime-i şehadet: Müslümanlığın başlangıcında farz oldu.
Beş şarttan ilk farz olan budur.
2- Beş vakit namaz: Hicretten bir yıl önce mirac gecesinde
farz oldu.
3- Ramazan-ı şerif orucu: Hicretin ikinci yılında, Şaban
ayında farz oldu.
4- Zekât vermek: Orucun farz olduğu yıl, Ramazan ayında farz
oldu.
5- Hac: Hicretin dokuzuncu yılında farz oldu.
Dört temel hadis-i şerif
Sual: İslamiyet’in temelini bildiren dört hadis-i şerif hangisidir?
CEVAP
İslamiyet’in dört temeli, şu dört hadis-i şerifle bildirilmiştir:
1- (Ameller niyetlere göredir.) [Buhari]
2- (Helal ve haram meydandadır.) [Ebu Davud]
3- (Davacının şahit göstermesi ve davalının yemin etmesi lazımdır.) [Tirmizi]
4- (Kendi için istediğini, din kardeşi için de istemeyen, imanı kâmil
olmaz.) [Ebu Davud]
Bu hadis-i şeriften birincisi ibadet bilgilerinin, ikincisi muamelat
bilgilerinin, üçüncüsü adalet bilgilerinin, dördüncüsü de ahlak bilgilerinin
temelidir. (H.L.O. İman)
Sual: Müslümanlık gelmeden önce, o zamanki insanlar, bakamayız
diyerek fakirlik sebebiyle çocuklarını öldürüyorlarmış. Kız çocuklarını da diri
diri gömüyorlarmış. İslamiyet gelince bu durumu yasaklamış mıdır? Yasaklamışsa
bu konudaki âyet ve hadisler nelerdir?
CEVAP
Bu konudaki bir âyet-i kerime meali:
(Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla, geçim endişesiyle öldürmeyin. Onların
da, sizin de rızkınızı biz veririz. Onları öldürmek elbette çok büyük bir
günahtır.) [İsra 31]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, ana babayı üzmeyi, kız çocuklarını diri diri gömmeyi,
dilenmeyi haram kıldı. Dedikoduyu, çok sual sormayı ve malı israf etmeyi çirkin
buldu.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
Sual: Yabancılar, müslümanlıkta sevginin olmadığını, sevgi hakkında
Kur'anda hiçbir âyet bulunmadığını söylüyorlar. Bu hususta bilgi verir misiniz?
CEVAP
Müslümanlık, sevgi, kardeşlik, af, mağfiret ve güzel ahlak dinidir. Kur'an-ı
kerim, hadis-i şerifler ve İslam tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Sevgi hakkındaki sayısız âyet-i kerimelerden birkaçı mealen şöyle:
Allahü teâlâ şunları sever:
(İyilik edenleri sever.) [Bekara 195]
(Sabredenleri sever.) [A.İmran 146]
(İhsan edenleri sever.) [A.İmran 134]
(Adalet edenleri sever.) [Maide 42]
Allahü teâlâ şunları sevmez:
(Zalimleri sevmez.) [A. İmran 57]
(Fesatçıları sevmez.) [Maide 64]
(İsraf edenleri sevmez.) [Enam 141]
(Kibirlenenleri sevmez.) [Nahl 23]
(Çirkin sözün açıklanmasını sevmez.) [Nisa 148]
Hadis-i şeriflerde sevgi
(Kendi için sevdiğini arkadaşı için sevmeyen, mümin olamaz.) [Buhari]
(Allah indinde en sevgili kimseler, ahlakça en güzel olanlardır. Bunlar,
başkaları ile ülfet ederler, kendileri ile de kolayca ülfet olunur. Allahü
teâlânın sevmediği kimseler ise, laf taşıyanlar, kusur araştıranlar, iki
kişinin arasını açanlardır.) [Hatib]
(İyiliği, iyilik edeni sevin! ) [Ebuşşeyh]
(Allah tektir, teke riayet edeni sever.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ, komşusuna ve zimmilere zulmedeni sevmez.) [Deylemi]
(Allahü teâlâyı seven haya sahibi olur.) [Ramuz]
(Mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mümin
olamazsınız.) [Müslim]
(Aşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhafaza eden, şehit olarak
ölür.) [Hatib]
(Seven sevdiği ile beraberdir.) [Buhari]
Hazret-i Âdem'e secde
Sual: Allah’tan başkasına secde edilmediğine göre, Allahü teâlâ,
Hazret-i Âdem'e secde edilmesini niçin emretmiştir?
CEVAP
Allahü teâlânın Âdem'e secde edin emri, Âdem'e doğru
secde edin demektir. Nasıl biz, Kâbe için değil de, Kâbe istikametine
secde ediyorsak, melekler de Âdem aleyhisselama doğru secde ettiler. Fakat
İblis secde etmedi. Halbuki İblis, daha önce hep secde
ederdi. Kendini Hazret-i Âdem’den üstün gördüğü için ona doğru secde
etmedi. (Mektubat-ı Rabbani)
Âdem aleyhisselamdan, İbrahim aleyhisselama kadar, selamlaşma,
birbirine secde etmekle olurdu. Sonra, bunun yerine boynuna sarılmakla oldu.
Muhammed aleyhisselam zamanında, el ile müsafeha sünnet oldu.
Araplar ve bedeviler
Sual: Tevbe suresinin 97. âyetinde, (A’rabiler [bedeviler] küfür
ve nifakta daha beter) deniyor. Bunun açıklaması nasıldır?
CEVAP
Tefsirlerde, A’rab kelimesi, bedevi olarak
geçmektedir. Kâdı Beydavi tefsirinde, bu âyetin açıklamasında buyuruluyor ki:
Şehirden uzak, çölde yaşayan bedeviler, küfür ve nifak yönünden şehir halkından
daha ileridedir. Bedevilerin şehir medeniyetinden uzak kalışları, kalblerinin
kasvetli oluşu, ilim ehli ile az görüşmeleri, kitap ve sünneti az bilmeleri
sebebiyle onlar bu duruma düşmüşlerdir.
Bu tefsirin Şeyhzâde haşiyesinde de şöyle buyuruluyor:
Buradaki A’rab kelimesi Arap milleti değildir. A’rab şehir dışında, çölde
yaşayan bâdiye halkıdır. (Arabı sevmek imandandır) hadis-i
şerifi, A’rabi ile Arabın farklı olduğuna delildir. Zira Arap övülüyor, A’rab ise
kötüleniyor. A’rabiler, yani bedeviler, terbiye altına girmek istemeyen,
isyankâr ve kalbleri kararmış vahşi kimselerdir. İlim ehli ile görüşmezler,
Allah’ın kitabını, Resulullahın kalblere şifa veren sözlerini dinlemezler.
Bunlar, elbette sabah akşam ilim ve hikmet ehlinin ve Resulullahın sohbetini
dinleyenlerle aynı olamaz. Şehirde yaşayanla bâdiyede yaşayan arasındaki fark,
dağda yetişen meyve ile bahçede [tekniğe uygun olarak] yetiştirilen meyveye
benzer. (2/448)
Bedevilerin Müslümanları da elbette vardır. Fakat hüküm ekseriyete göre
verilir. (Bu âyet-i kerimedeki A’rabilerden maksat, Müslümanların
arasında yetişen mürtedler ve münafıklardır. Bunların kâfirlik ve nifakları,
diğer kâfirlerden daha şiddetlidir)diyen âlimler de olmuştur.
Sual: İslam huzurlu olmaya yeterli mi?
CEVAP
Elbette.
Yetmez diyen, hâşâ, eksik göndermiş diye Allahü teâlâya kusur isnat etmiş olur.
İslam’a tam uyan tam huzurlu olur. İslamiyet, insanların dünya ve ahiret
saadetine kavuşmaları için ihsan edilmiştir. Ama insanın itikadda ve amelde
noksanı olursa huzursuz olabilir.
Sual: Hristiyanın mürtedi ile müslümanın mürtedi aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, kâfirlerin hepsi bir dinden sayılır.
Sual: Müslümanlığın gayesi nedir?
CEVAP
İslam dininin gayesi, (Dini, aklı, nesli, bedeni ve malı korumak) olarak
bildirilmiştir.
Bu beş esasın gayesi de, imanı muhafaza ederek Müslüman olarak ölmektir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müslüman olarak can veriniz!) [Âl-i İmran 102]
Sual: Bilmeden İslamiyet’e uygun yaşayan, dünyada faydasını görür
mü?
CEVAP
Evet. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, rahat ve saadet menbaı olan
dinlerini gönderdi. Dinlerin sonuncusu İslam dinidir. Diğer dinler, kötü
insanlar tarafından değiştirildi. Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir
insan, bilerek veya bilmeyerek İslamiyet’e uygun yaşarsa, dünyada hiç sıkıntı
çekmez. Rahat ve neşe içinde yaşar. Avrupa’da ve Amerika’da İslamiyet’e uygun
çalışan kâfirler böyledir. Fakat, kâfirlere ahirette hiç sevap ve mükafat
verilmez. Böyle çalışan, eğer müslüman ise, ahirette de sonsuz saadete
kavuşacaktır.
Sual: Şemsi ve Kameri yıl başlangıcı neye göre oldu?
CEVAP
Peygamber efendimiz 622 yılında Mekke’den Medine şehrine hicret eyledi. Eylül
ayının yirminci pazartesi günü, Medine’nin Kuba köyüne geldi. Bu tarih
müslümanlar için Şemsi yılbaşı oldu. O yılın Muharrem ayının
birinci günü de, Kameri yılbaşı oldu.
Kiliseye gitmek
Sual: Gezmek için, kiliseye gitmekte, mahzur var mıdır?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri, (Kilisede şeytanlar toplanır) buyuruyor. (Redd-ül-muhtar)
Bir ihtiyaç olmadan, şeytanların toplandığı yere gidilmez. Hele, oradaki
âyinlere katılmak ve papazdan dua etmesini istemek, hiç caiz olmaz. Onların
âyinlerini beğenmek ise küfür olur.
Sual: Mısır’daki firavunların mezarlarını, merak edildiğinde, müze
gezer gibi gidip gezmekte bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Caizdir.
“Muhakkak kurtuldu” ne demek?
Sual: Âyet ve hadislerde (Şunu yapan kurtuldu) gibi mazi fiili, yani
geçmiş zaman ifadeleri kullanılıyor. Kurtulma işi, gelecekte yani âhirette
olmayacak mı?
CEVAP
Allah indinde zaman yoktur. Bir de bir şey muhakkak olacaksa, onu olmuş bilmek
gerekir. Allahü teâlâ (Kurtuldu) diyorsa, o iş kesindir,
mutlaka olacak demektir. Kur'an-ı kerimde (Kad eflaha=Muhakkak kurtuldu)
ifadesi geçen iki âyet-i kerime meali:
(Müminler, muhakkak kurtuldu.) [Müminun 1]
(Nefsini tezkiye eden kurtuldu.) [Şems 9]
Tezkiye, günahtan, küfürden temizlenmek demektir. Demek ki günahtan, küfürden
temizlenen kimse muhakkak kurtulmuştur. Üç hadis-i şerif:
(Susan kurtuldu.) [İ. Ahmed]
(Kıyamette ilk sual, namazdan olacaktır. Namazı doğru kılan kurtuldu.) [Tirmizî]
(Men terekes-salâte müteammiden fekad kefere=Namazı kasten terk eden
kâfir oldu.) [Taberânî]
Hanefî mezhebinde, namaz kılmayana kâfir denmez. Hanefî âlimleri, bu hadis-i
şerifi, (Namaz kılmayan kimse, zamanla namaza önem vermez, önem vermeyince de,
imanını kaybedip kâfir olur) diye açıklamışlardır.
Allah isteyene verir
Sual: (Allah, ilmi isteyene, malı istediğine verir) deniyor. Malı da,
ilim gibi isteyene vermez mi? İstemediği hâlde verdiği de olmaz mı?
CEVAP
Evet, ilim gibi, malı da isteyene verir. İstemediği hâlde verdiği de olur. İki
âyet-i kerime meali:
(İsteyene âhiret nimetlerini, isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura
20]
(Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının
karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, mal, para, makam, şöhret
gibi] bol bol veririz. Bunlara âhirette yalnız Cehennem ateşi vardır.
Emekleri boşa gider.) [Hud 15, 16]
İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya
nimetlerine ve âhiret nimetlerine kavuşmak için çalışanlara, dilediklerini
vereceğini vâdediyor. (Müslüman olmasa da, dünya nimetlerini çalışan
herkese veririm) buyuruyor. O hâlde, ilim olsun, mal olsun, çalışan
karşılığına kavuşur. Fetih sûresinin son âyet-i kerimesinde, Allahü teâlâ,
inanıp iyi işler yapanlara büyük mükâfat vereceğini bildiriyor. Bir kimse,
bilerek istemediği hâlde, ona hidayet verebilir, mal verebilir, makam
verebilir. Allahü teâlânın (Her isteyene veririm) buyurması
adalettir. (İstediğime veririm) buyurması da ihsandır.
Günü değerlendirmek
Sual: Bir günü değerlendirmek için ne yapmalı?
CEVAP
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Ecel gelince, bir gün izin istense de,
ele geçmez. Bugün, bu nimet elimizdedir. Bugün, ecelin geldiğini, şimdi, o
günde bulunduğunu, sana bir gün izin verildiğini farz et! O hâlde, bugünü elden
kaçırmaktan, bununla, ebedî saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyan olur mu?
Adevîye Hatun, sabah uyanınca (Bugün öleceğim gündür) der,
akşama kadar günahlardan kaçar, ibadetlerini yapardı. Akşam olunca da, (Bu
gece, öleceğim gecedir) der geceyi de değerlendirirdi.
Farzları öğrenmek farzdır
Sual: Ailesi dönme olan bir hoca, (32 Farz, 54 Farz diye
bir şey yoktur. Bu farzlar bid’attir, dine düşmanlık için çıkarılmıştır)
diyor. Farzları öğrenmenin dine düşmanlıkla ne ilgisi var?
CEVAP
Dönmelerin içinde samimi dönenler azdır. 360 derece dönenlerine crypto [kripto]
da deniyor. Bunlar, takıyye yapıp, yani inançlarını gizleyip, İslam âlimlerini,
dolayısıyla İslamiyet’i kötülemek için böyle saldırılarda bulunuyorlar. Bid’at,
dinde olmayan bir şeyi din diye ortaya çıkarmaktır. Farzlar, sonradan
çıkarılmış bir şey değil ki bid’at olsun. Kolay öğrenilmesi için tasnif
edilmiş. Dinde değişiklik yok. Hele, (Dine düşmanlık) demek,
bunu meydana çıkaran Ehl-i sünnet âlimlerine yapılmış çok çirkin bir
hakarettir.
Tâbiîn’in en büyüklerinden, Eshab-ı kiramı görmekle şereflenen Ehl-i sünnet
âlimi, fakîh, zâhid ve mücahid bir zat olan Hasan-i Basrî hazretlerinin, (Risale-i
Erbaa ve Hamsin Fariza) isimli eseri, 54 farzın önemini
anlatan bir risaledir.
Hanefî âlimleri, namazın 12, abdestin 4, guslün 3, teyemmümün 2 veya 3 farzı
olduğunu, İmanın şartının 6, İslam’ın şartının da 5 olduğunu bildirmişlerdir.
Bunların hepsi 32 farz etmektedir. 32 farzın önemi hakkında birçok kitap
yazılmıştır. Mesela Mızraklı İlmihâl’de, bu husus güzel açıklanmaktadır.
Bunlara orucun ve haccın farzları da ilave edilse, bid’at veya dine düşmanlık
mı olur? Kriptoların böyle iddialarına itibar etmemelidir.
[Kripto; dînî ve siyâsî inancını gizleyen, Müslüman, hattâ dindar
görünüp, takıyye yapan hain kimse yani münafık demektir.]
Midyeyi kabuğu ile yemek
Sual: İçkici biri, namaz kılan Müslümanları kastederek, (Bunlar
midyeyi kabuğuyla yerler. Kul hakkından korkmazlar, hep yolsuzluk yaparlar) diyor.
Bu sarhoş adam, namaz kılan Müslümanları kendi gibi Allah’tan korkmaz mı
sanıyor?
CEVAP
Namaz kılmayan ve içki içen kimse, Allah'tan korkmaz. Günahtan korkmayınca kul
hakkına girmekten, yolsuzluk yapmaktan hiç çekinmez. Çekinmesi için bir sebep
de yoktur. Eğer çekinse, yani Allah'tan korksa, namaz kılar ve içki içmez. Onun
günah işlemesine mâni olacak hiçbir sebep yoktur. Ama namaz kılan sâlih
Müslüman, Allah'tan korktuğu için namaz kılar, namaz kılmamanın çok büyük günah
olduğunu bilir. Allah'tan korktuğu için içki içmez. İçkinin günah olduğunu da
bilir. Böyle bir Müslüman kul hakkını ve yolsuzluğun günah olduğunu hiç bilmez
mi?
Genelde namaz kılmayıp içki içen, Allah'tan korkmadığı için, hiçbir günahtan
çekinmez. Herkesi de kendisi gibi zanneder. Deveyi havuduyla yutar, paraları
da, soruları da çalar, Müslümana da çamur atar. Bunun istisnası olsa da azdır.
Hem dini bilmez, hem ahkâm keser. Yenmesi caiz olmayan midye örneğini vermesi
bunu göstermektedir. Başka biri de, (Ben her zaman evimden sağ
ayakla çıkarım) demişti. Heladan, meyhane gibi yerlerden sağ
ayakla çıkılır, Müslümanın evinden çıkarken sol ayakla çıkılır. Ya evi Müslüman
evi değil ki sağ ayakla çıkıyor veya sol ayakla çıkılacağını bilmiyor. Her
ikisi de kötüdür.
İslamiyet sevgi dinidir
Sual: Hristiyan bir tanıdık, Kur’anda geçen azap âyetlerini ve
Cehennem kelimelerini teker teker saymış. Bunlar çok olduğu için Müslümanlığın
sevgiden uzak olduğunu söyledi. Cehennem kelimesi ve azap âyetleri niye çoktur?
CEVAP
Azap âyetleri ile, (Şu günahları işlerseniz Cehenneme gidersiniz) gibi
ifadelerin çok olması, Allahü teâlânın merhametinin çok olmasından dolayıdır.
İnsanları sevmesi ve merhameti o kadar çok ki, (Aman Cehenneme düşmeyin,
Cehennemin azabı çok şiddetlidir) diye hep tekrar ediyor. Çok tekrar etmesi
merhametinin çokluğundandır. Yoksa bir kere denirdi. Aynı şeylerin hep tekrar
edilmesi, (Akıllı olun, kendinize zulmetmeyin, yoksa Cehenneme gidersiniz)
anlamında bir ikazdır.
Bir anne, çok sevdiği çocuğuna da böyle ikazlarda bulunur. (Aman evladım şunu
yapma, şuraya gitme. Çukura düşersin. Elindeki bıçakla oynama, bir yerini
kesersin. Kötü insanlarla gezme, uyuşturucuya alışırsın. Denizde fazla açılma,
boğulursun. Köpekle oynama, hastalık bulaşır) der. Küçük çocuğuna da, (Şunu
yapma döverim ha, o pistir, ona dokunma) gibi sözler söylemesi, çocuğuna olan
merhametinden, şefkatinden dolayıdır. Çocuğuna zarar gelecek diye korkmaktadır.
Çocuğu ikaz etmemek, başıboş bırakmak ona kötülük olur. Allahü teâlâ da, yanlış
işlere düşmememiz için sık sık bizi ikaz ediyor. Bu ikazların çokluğu,
İslamiyet’in sevgi dini olduğunu gösterir. Bir de Müslümanlıkta işlenen
günahların nasıl affolacağının yolu da gösteriliyor. (Nefsinize, şeytana uyup
günah işlemişseniz, namaz kılar, oruç tutar ve dinin diğer emirlerini yerine
getirirseniz günahlarınız affolur, Cennete girersiniz) deniyor. Bundan daha
iyisi olmaz. Serbest, başıboş bırakmak, iyilik değil, kötülük olur.
Oylamaya katılmak gerekir mi?
Sual: Dünya tarihinin en önemli 100 lideri diye oylama yapılıyor.
Peygamber efendimizin kazanması için oy vermek gerekir mi?
CEVAP
Hayır, oy vermek gerekmez. Aksine Müslümanlar hiç oy kullanmamalı. Oy
kullanmamakla, böyle bir şeyin yanlış olduğunu göstermeli. Oylamada başkası
kazanırsa, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimizden hâşâ üstün
mü olacak? Peygamber efendimizi, başka insanlarla kıyaslamak, bunun için oylama
yapmak hiç caiz olmaz.
Başka bir gün de, (Allah var mı?) diye oylama yapsalar,
çoğunluk yok dese, hâşâ doğrusu o mu olacak? İyi kötü, doğru yanlış, oy çokluğu
ile nasıl tespit edilir? Kötülerin hâkim olduğu çoğunluğa uymak yanlış olur.
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam
116]
Herkese Lâzım Olan İman kitabında, (Amerika’da, en büyük insan
yarışmasında, en çok oy alan Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” olmuştur)
deniyor. Burada, kâfirlerin bile Peygamber efendimizi, takdir ettikleri
anlatılıyor. Yoksa (Müslümanlar böyle bir oylamaya katılmalı) denmiyor. Onlar
ne yaparsa yapsın, Müslümanlar, böyle anketlere katılmamalı ve oy vermesi için
hiç kimseyi teşvik de etmemelidir.
Dine uymak din istismarı mı?
Sual: Batı hayranı biri diyor ki:
(Biz tesettüre karşı değiliz, fakat kapalı gezen kadınlar, dînî siyasete
alet ediyorlar. Dînî ve dînî değerleri prim toplamak için kullanıyorlar. Namaza
da karşı değiliz, fakat namaz kılanlar, din istismarı yapıp, dinden prim
toplamaya çalışıyorlar. Hacca da karşı değiliz. Fakat hacca gidip kendilerine
hacı baba, hacı amca dedirtiyorlar, böylece dini istismar edip prim kazanmaya
çalışıyorlar. Biz Abdülkadir-i Geylânî ve diğer zatlara karşı değiliz, fakat
onları istismar edenlere, ölülerinden yardım bekleyenlere karşıyız. Onlardan
himmet geliyor diye, onları putlaştırıyorlar. Böylece istismardan prim
topluyorlar. Ölü yardım edemez, Allah'tan istemeli.)
Bu kimse, dinin emrine uymayı din istismarı olarak mı görüyor?
CEVAP
Dinin emrine uymayı sadece din istismarı olarak görmekle kalmıyor, din
istismarcılığı olarak da suçluyor. Hangi konuda olursa olsun, dine uyanların
dini istismar ettiklerini, prim topladıklarını söylemek art niyetli olmaktır.
Yapılan şey, maddî bir menfaat için yapılıyorsa, ancak o zaman din
istismarından bahsedilebilir. Namaz kılan, oruç tutan kimselerin bir menfaat
için art niyetle yaptığı nasıl söylenir? Her tesettürlüye, namaz kılana veya
hacca giden herkese dini istismar ediyor denir mi? Gayrimüslimlerde olduğu
gibi, içimizdeki batı hayranlarında da bir İslamofobi var.
Müslümanın yaptığı her ibadette bir art niyet aranır mı?
Vefat etmiş evliya zatları vasıta kılarak Allahü teâlâdan yardım istemenin dine
aykırı bir yönü yoktur. Bu kimse, Vehhâbîlerden etkilenmiş olabilir. Onlar
tasavvufa, yani evliyalığa düşman oldukları için keramete inanmazlar. Evliya
zatları put kabul ederler. Bir de, (Senin ölmüş evliyadan istediğin oldu mu?
Falanca arkadaşını hapisten çıkarabildin mi? Ölü olduğu için yardım edemedi)
diyorlar. Allahü teâlâya dua edince de, yine arkadaş hapisten çıkmıyor. Hâşâ
Allah diri değil mi? Demek ki duamızın kabul edilmemesinin bir sebebi vardır.
Büyük zatları vesile kılıp dua edince, duamız kabul olmamışsa, bunun da bir
sebebi vardır. Vefat etmiş evliya zata yardım ettiren de, yine Allahü teâlâdır.
Allahü teâlânın izni olmadan kimse, kimseye yardım ve şefaat edemez.
Kâfire de farz var mı?
Sual: Kitaplarda, (Şunları yapmak herkese farzdır) deniyor.
Herkes denince bir ayrım yapılmamış oluyor. Buna, kadın erkek, zengin fakir,
mümin kâfir herkes dâhil mi?
CEVAP
Bunlar konusuna göre değişir, dâhil olduğu yer olur, dâhil olmadığı yer olur.
Mesela, (Günahlarına tevbe etmek, herkese farzdır) denince,
kadın erkek, zengin fakir her Müslüman anlaşılır, kâfir anlaşılmaz. Hanefî’de,
kâfire iman etmekten başka farz yoktur. Hiçbir ibadet ona farz değildir. Hiçbir
günahtan sorumlu olmaz. Âhirette niye namaz kılmadın, niye oruç tutmadın
denmez. Sadece (Niye inanmadın?)diye sorulur. Müslümana ise,
yapmaya mecbur olduğu her ibadet sorulur. Fakir Müslümana, (Niye zekât
vermedin?) diye sorulmaz.
(Kâinattaki hesaplı nizama bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek,
herkese farzdır) denince, herkes kelimesinin içine
aklı olmayanlar girmez. Fakat kâfirler girer. Çünkü kâfirden iman etmesi
isteniyor. Mesela gökler direksiz duruyor, Güneş asırlardır ısı ve ışık
veriyor, Ay ve gezegenler dönüyor. Bunların kendiliğinden olmadığını düşünmek
gerekir. Bunu düşünmek de bir yaratıcıya inanmaya götürür. Bu bakımdan
buradaki (Herkese farzdır) ifadesinin içine kâfirler de girer.
İmanlıya farklı hitap
Sual: Allahü teâlânın, mümine ve kâfire hitabı ve farz ettiği
şeyler farklı mıdır?
CEVAP
Evet, hitabı da farklı, farz ettiği şeyler de farklıdır. Mümine, amel ve
ibadeti, kâfire de iman etmesini emrediyor. Münafıklara da ikiyüzlü olmaktan
vazgeçmelerini, iman edip ihlâslı olmalarını emrediyor. Yani mümine ibadeti,
kâfire imanı, münafığa da imanı ve ihlâsı farz etmiştir.
Müminlere ameli emreden iki âyet-i kerime meali:
(Ey iman edenler, Kıyamet gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır
yolunda harcayın!) [Bekara 254]
(Ey iman edenler, yaptığınız hayırlarınızı başa kakmak ve incitmek sûretiyle
boşa çıkarmayın!) [Bekara 264]
Kâfirlere iman etmeyi, Allah'ın varlığına inanmayı bildiren iki âyet-i kerime
meali:
(Ey kâfirler, Allah’ı bırakıp da taptığınız putlar sizin gibi
yaratıktır. [Putların ilahlığı hakkındaki davanızda] doğru
iseniz [putlara ve kendinize güveniyorsanız], onları çağırın
da, size cevap versinler [ihtiyaçlarınızı görsünler, size yardım
etsinler!]) [Araf 194]
(Ey kâfirler, ölü iken sizi diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar
diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz. [Orada hesaba
çekileceksiniz.] Öyleyken Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?) [Bekara
28]
İkinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefî de bu âyetin kabir azabı ve
nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsir-i Şeyhzade)
Münafıkların ikiyüzlü oldukları hakkında iki âyet-i kerime:
(Bu münafıklar, müminlerle karşılaşınca, “Biz de iman ettik” derler. Hâlbuki
şeytanlarıyla [Kendilerini aldatan liderleriyle, elebaşlarıyla] beraber
iken, “Biz sizdeniz, biz inananlarla alay ediyoruz” derler.) [Bekara
14]
(Münafıklar, [Kalblerindeki küfrü gizleyip imanlı görünerek] Allah’a
hile yapmaya, oyun oynamaya kalkışıyorlar; hâlbuki Allah, onların
oyunlarını başlarına geçirir.) [Nisa142]
Gâvura kızıp oruç yemek
Sual: Emekli bir asker, (Beni dinci diye bir üst rütbeye terfi
ettirmeden emekli ettiler. Evet dinciliğim vardı, ama namaz kılmayı öğrettiğim
bir arkadaşım, Mustafa Kemal’e yapılan hakarete inandığını söyleyince, ona
kızıp namazı bıraktım) diyor. Birine yapılan hakaretle, namazı terk
etmek yanlış değil mi?
CEVAP
Emeklinin yaptığı çocukça bir şeydir. Ben çocukken, anneme, (Bana şeker
vermezsen namaz kılmam ha!) derdim. Sanki namazı annem için kılıyormuşum gibi.
Biri, sevdiğimiz birine hakaret etse, namazı mı terk edeceğiz? Biz namazı Allah
için mi kılıyoruz, yoksa bize hakaret eden insanlar için mi? (Gâvura kızıp oruç
yemek) diye bir atasözü var. Başkalarına kızıp, namazı bırakmak veya orucu
bozmak, başkasına kızıp intihar etmek gibi bir şeydir.
Türkçede -ci, -cü, -cı, -cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak,
sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat
olarak pilavcı, esrarcı, yakıcı, yıkıcı, bölücü gibi kelimeler, o şeyi yiyene
ve o işten zevk alana denir. Dinci ve İslamcı gibi kelimeler de bunları
andırıyor. Bunlar da sanki dini yiyip bitirmekten zevk alan veya onun ticaretini
yapan kimseler gibidir. Acaba emeklinin dinciliği de böyle bir şey mi ki?
Sual: Bir kimsenin, din, iman bilgilerini öğrenmeden,
mal, mülk, makam sahibi olmak için çalışması, dinimizce uygun mudur?
Cevap: İmam-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor
ki:
“İman edilecek şeyleri akla uydurmaya, beğendirmeye uğraşmak, cahillerle
münakaşa edip, onların bozuk düşünceleri ile uğraşmak ve Kur’ân-ı kerimi
öğrenmeden, namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları bilmeden para kazanmaya
kalkışmak, herkesten fazla zengin olmak için doktorluk, mühendislik, edebiyat,
hukuk ilimleriyle uğraşmak, ömrü boş yere harcamak olur. Allahü teâlâya yemin
ederim ki, İsa aleyhisselamın hİncilinde okudum; bir kimseyi tabuta koyduktan
mezara bırakıncaya kadar; Allahü teâlâ ona kırk sual soracaktır.
Birincisi, (Ey kulum! Yaşadığın kadar hep dünya için süslendin,
herkesin beğenmesi, hürmet etmesi için birçok şeyler öğrendin. Benim emrettiğim
şeyleri de öğrendin mi, istediklerimi yapıp, haram ettiklerimden kaçındın mı?)dır.”
İmanın sureti ve hakikati vardır
Sual: Din kitaplarında, imanın da, ibadetlerin de hem sureti hem de hakikati
var deniyor. Bu ne demektir ve imanın, ibadetlerin suretine kavuşanlar da
ahirette kurtulacak, Cennete girecek midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât
kitabında buyuruyor ki:
“İslam dininin bir sureti, bir de hakikati, özü vardır. Sureti, önce iman
etmek, sonra, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslam dininin
suretine kavuşanların nefisleri inkâr ve isyan etmektedir. Bunların imanı,
imanın suretidir. Kıldıkları namaz, namazın suretidir. Oruç ve başka ibadetleri
de böyledir. Çünkü nefis, insan varlığının temelidir. Herkes, 'ben' deyince,
nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefisleri iman etmemiş, inanmamıştır.
Böyle kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? Allahü
teâlâ, çok merhametli olduğu için, yalnız surete kavuşmayı kabul buyurmuştur.
Bunları, razı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin
inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, Onun büyük
ihsanıdır. Evet, Cennet nimetlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır.
İslam dininin suretine kavuşanlar, Cennetin suretinden pay alacaklardır.
Dünyada, İslâm dininin hakikatine kavuşanlar, Cennetin hakikatine
kavuşacaklardır. Surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, Cennetin
aynı bir meyvesini yiyecek fakat, her biri başka tat alacaktır. İslam dininin
suretine kavuşanlar, buna uydukları zaman, ahirette kurtulabileceklerdir. Buna
uyanlar, umumi evliyalığa, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş
demektir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, Vilâyet-i hâssa
denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse demektir. Bunlar, nefislerini
itminana ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayette, yani İslâm
dininin hakikatinde ilerleyebilmek için, İslâm dininin suretini elden
bırakmamak lazımdır.”
Sual: Rabbimiz çok nimetler vermiş deniyor ve
diyoruz da. Nimet deyince ne kastedilmekte, nimetten neyi anlamalıyız?
Cevap: İnsanların, sıhhatli, sağlam, rahat yaşamalarına ve ahirette
sonsuz saadete kavuşmalarına sebep olan faydalı şeylere Nimetdenir.
Allahü teâlâ, kullarına lâzım olan bütün nimetleri yaratmıştır. Bunlardan nasıl
istifade edileceğini, nasıl kullanılacağını, Peygamberleri ile gönderdiği
kitaplarında bildirmiştir ki buna Din denir. Herhangi bir
insan, bu kitaplara uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur.
Eczanelerde yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda, nasıl kullanılacağının
tarifi vardır. İlacı, tarif edilen şekle uygun kullanan, faydasını görür.
Tarifeye uymayan kimse, ilaçtan zarar görür. Kur’ân-ı kerime uygun yaşayan da,
nimetlerden fayda görür.
İnsan, bir topluluk numunesidir
Sual: İnsan, birbirine zıt olan çeşitli maddelerden meydana gelmiş olan bir
varlıktır deniyor, bu doğru mudur?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu konu hakkında Mektûbât
kitabında buyuruyor ki:
“İnsan, on parçadan meydana gelmiş bir topluluk numunesidir. Bu on parça,
Anâsır-ı erbea dedikleri, normal fizik şartları altında, sulb, mayi ve gaz
hâlinde bulunan maddeler, enerji ve insanın nefsi, kalbi, ruhu, sır, hafi ve
ahfa denilen latifeleridir. Abdullah bin Ömer hazretlerinin (Allahü
teâlâ, mahlukları, su, hava, nur ve zulmetten yarattı)dediği, Taberânîde
yazılıdır. Buradaki nur, felsefecilerin ateş dedikleri ısı enerjisidir ki,
başka enerjilere dönebilir. Zulmet dediği de, toprak maddeleridir. Bundan
anlaşılıyor ki, bütün cisimler, katı, sıvı ve gaz hâlindeki maddelerle
enerjiden yapılmıştır. İnsanda bulunan bütün organlar, hep bu on şeyden hasıl
olmaktadır. Bu on parça birbirine benzemez, birbirlerini kendi şekline sokmak
isterler. Baştan beş parçası, Âlem-i halktan yani maddedirler. Bunlar,
birbirlerine zıt oldukları gibi, Âlem-i emirden olan diğer beş parça da
birbirlerine zıt olup her birinin başka vazifesi vardır. Bu on parçadan biri
olan nefis, hep kendi isteklerinin yapılmasını ister, başka hiçbir şeye boyun
bükmez.
Allahü teâlâ, birbirine zıt olan bu on parçayı bir araya
toplamış, yeni bir özellik sahibi, bir birlik meydana getirmiştir. Buna insan
şeklini vermiştir. İnsan bu on parçadan hasıl olmuş bir birlik olduğu için,
Allahü teâlânın yeryüzünde halifesi olmak şerefine malik olmuştur. Âlem-i kebîr
denilen, insandan başka bütün varlıklar, çok büyük oldukları hâlde, hiçbirinde
bu on parça bir araya toplanmış değildir. Âlem-i kebîrdeki mahlukların en
şereflisi Arş'tır. Ona olan tecelli, başka mahluklara olan tecellilerden
üstündür. Arş'a olan tecelli, daimi, kesiksiz tecellidir. Arifin kalbine olan
tecelli ise, bundan bir parçadır. Fakat, kalpte, Arş'ta olmayan bir üstünlük
vardır. Bu üstünlük, tecelli edeni tanımaktır. Kalp, tecelli edene tutulur, onu
sever. Arş'ta böyle sevgi yoktur. Kalpte bu tanıma ve bu sevgi bulunduğu için,
kalp ilerleyebilir, yükselebilir. Hem de yükselmektedir. (İnsan,
sevdiği ile beraber olur) hadis-i şerifi bunu bildirmektedir.”
Allahü teâlâ kullarına üç vazife verdi
Sual: Bir Müslüman, sadece kendini mi düşünmelidir, ailesine, topluma, içinde
yaşadığı devletine karşı da sorumluluğu yok mudur?
Cevap: Müslümanın birinci vazifesi, nefsine, şeytana uymayıp ve
kötü arkadaşlara, azgın, asi kimselere, anarşistlere aldanmayıp, kanuna karşı
suçlu olmaktan, Allahü teâlâya karşı da günah işlemekten sakınmaktır. Allahü
teâlâ kullarına üç vazife verdi:
Birincisi, şahsi vazifesidir. Her Müslüman, kendini iyi yetiştirecek, sıhhatli,
edepli, iyi huylu olacak, ibadetlerini yapacak, ilim ve güzel ahlak öğrenecek,
helal lokma kazanmak için çalışacaktır.
İkinci vazifesi, aile içindeki vazifesidir. Hanımına, ana,
babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yapacaktır.
Üçüncü vazifesi, cemiyet, toplum içindeki vazifeleridir.
Komşularına, hocalarına, talebesine, ailesine, emrinde olanlara, devlete, bütün
vatandaşlara, dini ve milleti başka olanlara karşı vazifeleridir. Herkese
iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi,
hıyanet, hainlik etmemesi, herkese faydalı olması, devlete, kanunlara karşı,
hiç isyan etmemesi, herkesin hakkını ödemesi lazımdır. Allahü teâlâ, devlet
işlerine karışmayı değil, devlete yardım etmeyi, fitne çıkarmamayı emretti.
Geçmişte de ihanet çok olmuştur
Sual: Önceki asırlarda da, Müslüman görünerek, Müslümanlık adı altında, dinine,
vatanına ve devletine ihanet edenler olmuş mudur?
Cevap: Her asırda, iyiler iyi, kötüler de kötü işlere sebep
olmuşlardır. Moğolların, İslâm memleketlerine yayılmaları hakkında Kısas-ı
enbiyâ kitabında, özetle şu bilgiler verilmektedir:
“Abbasi devletinin son halifesi Müstasım, dinine çok bağlı ve itikadı düzgün
bir kimse idi. Veziri olan ibni Alkami ise, itikadı bozuk, mezhepsiz olup,
halifeye sadık değildi. Devlet idaresi ise, bunun elinde idi. Abbasileri
devirip, başka devlet kurmak istiyordu. Moğol hükümdarı Hülagu’nun Bağdad'ı
almasını, kendisinin de ona vezir olmasını istiyordu. Onun Irak’a gelmesini
teşvik etmeye başladı. Hatta Hülagu’dan gelen mektuba sert cevap yazarak onu
kızdırdı. Şii olan Nasîr-üd-dîn-i Tûsî de, Hülagu’nun danışmanı idi. Bu da, onu
Bağdad'ı almaya teşvik ederdi. İşler, iki sapık elinde dönüyordu. Hülagu,
Bağdad’a yürütüldü. Yirmi bine yakın halife ordusu, ikiyüz bin Moğol oklarına
karşı duramadı. Hülagu, Bağdad'a, naft ateşleri ve mancınık taşları ile
saldırdı. Elli gün muhasaradan sonra, Abbasi halifesi Müstasım’ın veziri olan İbni
Alkami, barış için diyerek, Hülagu’nun yanına gitti ve onunla anlaştı. Halifeye
gelip, teslim olursak, serbest bırakılacağız dedi. Halife de buna aldandı.
Miladi 1258 senesinin, muharrem ayında Hülagu’ya gidip teslim oldu ve
yanındakilerle beraber idam edildi. 800 binden fazla Müslüman kılıçtan
geçirildi. Milyonlarca İslâm kitabı Dicle’ye atıldı. Güzel şehir, harabeye
döndü. Hırka-i saadet ve Asâ-yı nebevî yakılıp külleri Dicle’ye atıldı. Böylece
524 senelik Abbâsî devleti yok oldu.”
Sual: İslâmiyetin emir ve yasaklarına değer, kıymet
vermeyenlere karşı nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Her Müslüman, hem imanını korumaya, kaptırmamaya çalışmalı,
hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanmayanları sevmemelidir. Fakat,
sevmediklerine de, kötülük, zulüm yapmamalı, kâfirlere ve bidat sahiplerine
tatlı dil ve güler yüzle nasihat etmelidir. Onların felaketten kurtulmalarına,
saadete kavuşmalarına çalışmalıdır. Mazher-i Cân-ı Cânân hazretleri buyuruyor
ki:
“Kafirleri, bidat sahiplerini ve açıkça günah işlemeye devam edenleri
sevmememiz emrolundu. Bunlarla konuşmamalı, toplantılarına gitmemeli,
arkadaşlık yapmamalıdır. Zaruret ve ihtiyaç olduğu zaman, zaruret miktarı
kadar, bu yasaklara izin verilmiştir.”
Bütün iyilikler, İslâmiyetin içindedir
Sual: Bütün güzellikler, iyilikler, insanlara faydalı olan şeylerin hepsi,
İslâm dininin içinde var mıdır?
Cevap: Bu konuda seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri Râbıta-i şerîfe
kitabında buyuruyor ki:
“İslâm dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili
Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahirette
rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usül ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler,
faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün
iyiliklerini, İslâmiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler
ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan
ibarettir.”
Sual: Din diye, sadece Allahü teâlâ tarafından
gönderilenlere mi denir, insanların uydurduklarına da din denir mi?
Cevap: Din, insanları saadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü
teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu
eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Allahü teâlâ, Âdem
aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir
din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resüldenir. Her asırda, en temiz
bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resüllere
tabi olan bu Peygamberlere de, Nebi denir.
Sual: Bir kimse, kendisine bir tek hadis-i şerifi rehber
edinip ona göre amel edebilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Şiblî hazretleri buyuruyor ki:
“Dörtyüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadis-i şerif öğrendim. Bütün
bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, çünkü kurtuluşu ve
saadet-i ebediyyeye kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun
içinde gördüm. Seçtiğim hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz bir Sahabiye
buyuruyor ki:
(Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Ahiret için, orada sonsuz
kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme
dayanabileceğin kadar günah işle!)”
Sual: Müslüman, ülkesine, kanunlara isyan edip suç işler
mi?
Cevap: Müslüman, iyi, akıllı kimse demektir. Hakiki Müslüman, Allahü
teâlânın emirlerine itaat eder, zira itaat etmemek günah olur. Kul haklarını,
devlete olan borçlarını öder, kanunlara karşı gelmez. Kanuna karşı gelmek de
suç olur. Müslüman günah yapmaz ve suç işlemez. Vatanını, milletini sever.
Herkese iyilik eder. Böyle olan Müslümanı Allah da, kullar da sever. Rahat ve
huzur içinde yaşar.
İslâmiyete uyan herkes rahat eder
Sual: Müslüman olmayan bir kimse, İslâmiyet'in bildirdiği hükmü yerine getirse,
bunun karşılığını dünyada görür mü?
Cevap: Allahü teâlânın merhameti, ihsanı, nimetleri, sonsuzdur.
Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde yaşamaları,
ahirette de, sonsuz saadete, tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması
lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine,
melek vasıtası ile bildirmiş, bunları bildiren bir çok kitap da göndermiştir.
Bu kitaplardan, yalnız Kur’ân-ı kerim bozulmamış, diğerlerinin hepsi
değiştirilmiştir. İnansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya
bilmeyerek, Kur’ân-ı kerimdeki emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve
huzur içinde yaşar. Bu, faydalı bir ilacı kullanan herkesin, dertten,
sıkıntıdan kurtulması gibidir. Zamanımızda dinsiz, imansız çok kimsenin, hatta
İslâm düşmanı olan bazı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, rahat
yaşamaları, inanmadıkları hâlde, Kur’ân-ı kerimin hükümlerine uygun olarak
çalıştıkları içindir. Müslüman olduklarını söyleyen, âdet olarak ibadetleri
yapan, çok kimselerin ise, sefalet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de,
Kur’ân-ı kerimin gösterdiği hükümlere ve güzel ahlaka uymadıkları içindir.
Kur’ân-ı kerime uyarak ahirette sonsuz saadete kavuşabilmek için ise, önce buna
iman etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek uymak lazımdır.
Sual: Bir Müslümanın hayırlı olup olmadığı anlaşılabilir mi,
anlaşılabilirse bu nasıl olur?
Cevap: Müminin hayırlısı, kendisinde altı haslet bulunandır: 1- İbadet
eder. 2- İlim öğrenir. 3- Fenalık, kötülük yapmaz. 4- Haramlardan sakınır. 5-
Kimsenin malına göz dikmez. 6- Ölümü hiç unutmaz.