İmam-ı Cafer-i Sadık, Ebu Hanife’nin hocası olduğu halde; neden imam-ı Ebu Hanife’nin mezhebi hak oluyor da, onun hocasının mezhebi hak olmuyor?

Hak mezhep çok olur mu?

CEVAP
Hak değil diyen kim? İmam-ı Cafer-i Sadık hazretlerinin kendisi de hak, yolu da hak, ictihadları da haktır. Çünkü bütün mübarek dedeleri gibi Ehl-i sünnettir. 

İmam-ı a'zam hazretleri, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra, (Bu iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu), yani (Hakiki imana kavuşamazdım)buyurmuştur. İmam-ı Cafer-i Sadık hazretleri Sünni’dir. 12 imamın hiç biri Sebeci, Rafizi veya Vehhabi değildir. Hepsi de Sünni’dir, yani Resulullahın yolundadır. Sünni demek, sünnete uyan, yani Resulullahın yolunda olan demektir.

Şia, Hazret-i Ali’nin taraftarı demektir. Sünniler Hazret-i Ali’yi ve Resulullahın diğer eshabını sever, ayrım yapmaz. Çünkü hepsinin Cennetlik olduğunu bilir. Kur’an-ı kerimdeki, eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğunu bildiren âyetlerden birinin meali şöyledir:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal verip savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah onların hepsine hüsnayı 
[en güzel olanı, yani Cenneti] söz vermiştir.) [Hadid 10]

Şimdi soruyoruz: İmam-ı Cafer Sadık hazretlerinin, babası Muhammed Bakır hazretlerinin, oğlu Musa Kazım hazretlerinin, torunu Ali Rıza hazretlerinin mezheplerine niye uymuyorsunuz? Yine biz cevap verelim. Çünkü onların toplanmış bir mezhepleri yoktu. Onun için bu mübarek zatların mezhebine uyan yoktur.

Musa Kazım ve dedesi Muhammed Bakır’ın tedvin edilmiş mezhepleri olmadığı gibi, diğer Sünni âlimlerin de mezhepleri tedvin edilmiş değildi. Mesela imam-ı Sevri de büyük bir âlimdir, imam-ı a’zam ayarında bir âlimdir ama mezhebi tedvin edilmediği için onun mezhebine uyulmamıştır. Hazret-i Ali’nin Hazret-i Ömer’in de mezhepleri vardı, ama tedvin edilmediği için bir sistem halinde olmadığı için onların mezheplerine uyamıyoruz. Hak mezheplerin dört mezheple sınırlandırılmış olması bundandır.

Peki, imam-ı Cafer hazretlerinin mezhebi tedvin edilse idi, Müslümanlar imam-ı a’zamın hocasının mezhebini inkâr mı ederdi? Bu hiç mümkün mü? Ehl-i beyti sevmeyen Sünni olamaz. Çünkü Resulullahı seven onun akrabalarını da, torunlarını da arkadaşlarını da, hanımlarını da sever.

Peki bugün Caferiyiz diyenler gerçekten imam-ı Cafer hazretlerinin mezhebinde mi? 
Seadet-i Ebediyye kitabında diyor ki: 
Şiiler, kendilerine (Caferi) diyor. Halbuki, bu büyük imam, Ehl-i sünnet idi. Ehl-i sünnet âlimlerinin ve Evliyanın üstadı idi. Büyük İslam âlimlerinin gözbebeğidir. Din bilgisi üzerinde hiç kitap yazmadı. Şiilerin dört esas kitabı olan Küleyni’nin (Kafi)si, İbni Babeveyh Ebu Cafer Muhammed bin Ahmed Ali Kummi’nin (Menla yahdur)u, Ebu Cafer Muhammed bin Hasen Tusi’nin (Tehzib) ve (İstibsar) kitaplarında, imam-ı Cafer Sadıktan emirler, haberler yazılı ise de, bunları bildirenlerin sağlam ve sahih olmadıklarını kendileri de bildirmektedir. İmamiyyenin otuzikinci fırkasına Caferiyye denilir. Bunlar, Hasen-i Askeri öldükten sonra, kardeşi Cafer bin Ali imam oldu. Hasen-i Askeri’nin evladı yoktu derler. Bu Caferilerin, imam-ı Cafer Sadık’la bir ilgileri yoktur. Şiilerin bugün ellerinde bulunan hadis ve fıkıh kitaplarını Ebu Cafer Muhammed bin Yakub Küleyni ile Ebu Cafer Muhammed bin Hasen Kummi yazdıkları için, kendilerine Caferi diyorlar.

Demek ki Caferiliğin, imam-ı Cafer sadıkla ilgisi yoktur. İlgisi olsa idi, bu kadar ehl-i sünnet âlimi, Resulullahın torunlarından kıymetli bir zatın mezhebine girmez mi idi? 

İmam-ı a’zam ve hocaları 
Ehl-i sünnet Müslümanlarının en büyük âlimi, imam-ı a’zam hazretleri, bütün dünya işlerini, talebelerini ve vazifeleri bırakarak, iki sene, imam-ı Cafer Sadık hazretlerinin sohbetinde bulundu. İmam-ı Cafer Sadık hazretlerinin ilim deryasından doya doya bilgi topladı. Onun, Resulullahtan gelen nurları saçan mübarek kalbinden feyzler aldı. (İmam-ı Cafer Sadık hazretlerine iki sene hizmet etmeseydim, bir şeyden haberim olmayacaktı) buyurdu. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, imam-ı Cafer Sadık’tan aldığı bilgilerle, feyizlerle olgunlaştı. Çok kimseye nasip olmayan yüksekliklere kavuştu.

Şii kitapları da bildiriyor ki: 
Ehl-i sünnet imamları, iman ve fıkıh bilgilerinin ve tasavvuf marifetlerinin, hatta tefsir ve hadis bilgilerinin çoğunu Ehl-i beyt imamlarından öğrendi. Onların terbiyeleri ile yetiştiler. Onların teveccühleri ile yükseldiler. Onlardan müjdeler aldılar. Mesela Şii âlimlerinden ibni Mutahhir-i Hulli (Nehcülhak) ve (Minhecülkerame) kitaplarında, imam-ı a’zam ile imam-ı Malik’in, imam-ı Cafer Sadık’tan ders aldıklarını, Onun yanında yükseldiklerini yazıyor. 

İmam-ı a’zam, imam-ı Muhammed Bakır’dan ve Zeyd-i şehitten de ders aldı. Bu mübarek imamlara yıllarca hizmet ederek ilim ve feyz almış olan Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmak ne kadar çirkindir. Zerre kadar vicdanı olan kimselerin, o yüce imamlardan fetva vermek ve ictihad etmek için icazet almış olan bu âlimlere itaat etmeleri farz olmaz mı? İmam-ı a’zamın, imam-ı Bakır’dan ve Zeyd-i şehitten ve imam-ı Cafer Sadık’tan, fetva vermek için icazet aldığını Şii imamlarından şeyh-i Hulli de bildiriyor. 

İmam-ı a’zamın, ictihad etmek şartlarını taşıdığı, bu imamların şehadetleri ile anlaşılıyor. İmam-ı a’zama dil uzatmak, masum olduğunu söyledikleri 12 imamın şahitliğini reddetmek olur. Bu ise, bütün Şiilerce küfür olmaktadır. Hele masum imamın bulunmadığı bu zamanda, imam-ı a’zamın mezhebine girmek, yani Ehl-i sünnet olmak, bütün Şiilere farz olmaz mı?

Şii âlimlerinden şeyh Hulli diyor ki: 
Ebu Hanife, imam-ı Cafer Sadık’ın yanına geldi. İmam-ı Cafer Sadık, ona, “Sen babamın sünnetini her yere yayacaksın. Şaşırmışlara yol göstereceksin. Korkuda olanların yardımcısı olacaksın. Kurtuluş yolunun rehberi olacaksın. Allahü teâlâ yardımcın olsun” dedi. 

Şii kitaplarının hepsi diyor ki: 
Ebu Hanife, Abbasi halifelerinden Ebu Cafer Mansur’un yanına geldi. Orada bulunan İsa bin Musa, Ebu Hanife’yi görünce, “Ya Halife! Bu gelen, bugün yeryüzünün en büyük âlimidir” dedi. Mansur sordu: Ya Numan, ilmi kimden öğrendin? Hazret-i Ali’nin talebeleri vasıtası ile Hazret-i Ali’den ve Hazret-i Abbas’ın talebeleri vasıtası ile Hazret-i Abbas’tan öğrendim, dedi. Halife de çok sağlam vesikalar bildirdin, dedi.

Şii kitaplarında diyor ki: 
Ebu Hanife, Mescid-i haramda oturmuştu. Herkes etrafına toplanmış, kendisine sual soruyorlardı. Onlara cevap veriyordu. Sanki cevapları hazır cebinden çıkarıyormuş gibi saçıyordu. İmam-ı Cafer Sadık, ansızın yanına geldi. İmamı görünce, hemen ayağa kalktı. “Ey Resulün torunu! Burada olduğunu önceden bilseydim, böyle iş yapmazdım” dedi. İmam-ı Cafer Sadık da, “Otur ya Eba Hanife! İlim öğretmeye devam et! Babalarımdan öğrendiklerini herkese yay!” buyurdu. Bunlar, İbni Hulli’nin (Tecrid)i şerhinde yazılıdır.

İctihad ayrılığı suç değildir
 
İmam-ı a’zam ve diğer Ehl-i sünnet imamları, 12 imamın talebeleri oldukları halde, niçin onlardan farklı ictihadlarda bulundukları hakkında Şii âlimlerinden Kadi Nurullah Şuşteri’nin Mecalisülmüminin kitabında diyor ki: (İbni Abbas, Hazret-i Ali’nin talebesi idi. İctihad derecesine varmıştı. Onun yanında ictihad yapardı. Birçok ictihadı, onun ictihadlarına uymazdı. Hazret-i Ali, onun böyle ictihadlarını kabul ederdi. Bundan anlaşılıyor ki, müctehidin kendi anlayışına göre cevap vermesi lazımdır. Evet, âyet ve hadislerde açık bildirilmiş olan şeyler için ictihad yapılmaz. Yani böyle açık bilgilerden ayrılmak haramdır. Fakat, açık bildirilmemiş olan şeyleri anlamak için ictihad etmek lazım olur. Şu kadar var ki, masum olan imam, ictihadında hiç yanılmaz. Başkaları ise yanılabilir. Fakat bu yanılmaları suç olmaz. Yanılmalarına bir sevap verilir.) Şiilerin Meâlimül-üsul kitabında da, böyle diyor.

Kendilerine, ilk olarak Şii diyenler, Sıffin’de Hazret-i Ali’nin ordusundaki birlik kumandanları idi. Hazret-i Ali’nin sözleri, hareketleri, Şii kitaplarına, hep bunlardan işitmekle yazılmıştı. Halbuki, hain, fâsık, asi ve yalancı oldukları Nehcülbelaga gibi Şii kitaplarında yazılıdır. Hazret-i Ali, bunların münafık olduklarını haber verdi. Küfe şehrindekilerin inançları ve ibadetleri hep bunlardan işittiklerine göre idi. Bunlardan Kesai ve Zekeriya bin İbrahim’in Müslüman olduğu belli değildi. Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Tusi ve başkaları, bundan işittiklerini yazmışlardır. Zekeriya’nın Hristiyan olduğu meydana çıktı.

Abbasi hükümdarları, Ehl-i beyt imamlarını zindanlara sokmuşlardı. Yanlarına gitmek, konuşmak yasaktı ama, Ehl-i sünnet âlimleri, tehlikeyi göze alıp, ziyaretlerine giderlerdi. Onlardan ilim, feyz alırlardı. Bütün tarihler bildiriyor ki, imam-ı Musa Kazım zindanda iken, Ehl-i sünnet âlimlerinden Muhammed Şeybani ve Ebu Yusuf ziyaretine gider, bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. O sıkı zamanda, imamın huzuruna gidebilmek için, çok sevgi ve ihlas lazım gelir. Bunlar, Şii kitaplarında da yazılıdır.
İmamiye âlimlerinden Füsul kitabının sahibi, imam-ı Musa Kazım’ın kerametlerini anlatırken, imam-ı Muhammed ve imam-ı Ebu Yusuf’tan işiterek bildiriyor ki, Harun Reşit, imam-ı Musa Kazım’ı hapsetmişti. İkimiz yanına gittik. Zindancılardan biri geldi. Sana bir şeyler lazım ise, bana söyle! Yarın gelirken getireyim, dedi. Hazret-i İmam, bir şey lazım değil, buyurdu. Adam gidince, bize dönerek, (Bu adam, benden bir şey soruyor ve yarın getireceğini söylüyor. Halbuki, bu gece ölecektir) buyurdu. Adamın o gece öldüğünü haber aldık.

Kamus-ül-alam kitabında diyor ki: 
İmam-ı Cafer Sadık, Hazret-i Ali’nin torununun torunudur. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir’in torunu olan Kasım’ın kızı idi. İmam bunun için, Hazret-i Ali’den gelen Vilayet kemallerine kavuştuğu gibi, Hazret-i Ebu Bekir’den gelen Nübüvvet kemallerine de kavuştu. Her iki kemalden imam-ı a’zam Ebu Hanife’ye bol bol ihsan eyledi. İmam-ı Cafer Sadık, cebr, kimya ve diğer fen bilgilerinde de âlim idi. Büyük İslam kimyageri Cabir, imam-ı Sadık’ın talebesi idi. Ebu Müslim Horasani, Emevilere karşı isyanını başarabilmek için, İmam-ı Caferi halife ilan etmek istedi. Hazret-i İmam bunu kabul etmedi. Hatta, Ebu Müslim’in mektuplarını yaktı. Yedi erkek oğlundan en büyüğü İsmail, babasından önce öldüğü için, imamdan sonra, ikinci oğlu Musa Kazım imam oldu. Bunlardan bir kısmı, ayrı yol tutarak, İsmail’i ve oğullarını imam tanıdılar. Bunlara İsmailiye denildi.