Mevlânâ hazretleri ney çalmış mıdır, ellerini açıp dönmüş müdür, eğer ney çalmadı ve dönmedi idi ise, bu yapılanlar nedir?
Hazret-i Mevlânâ, ney çalmadı, dönmedi
Cevap: Mevlânâ Celâlüddîn Rûmî hazretleri,
evliyanın büyüklerindendir. Babası Bahâeddîn-i Veled hazretleri büyük âlim ve
veli idi. Nefehât kitabında; “Beş yaşında iken kiramen katibin meleklerini,
Evliyanın ruhlarını görürdü” denmektedir. Divanında otuzbin, Mesnevisinde
kırkyedibin beyit vardır.
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden
olan, Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı, raks
etmedi. Dünyaya nur saçan Mesnevîsine, her memlekette, birçok dillerde şerhler,
açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan en kıymetlisi, Mevlânâ Câmînin kitabıdır ki
bu kitapta deniyor ki:
Mesnevinin birinci beytinde, “Dinle neyden, nasıl anlatıyor ayrılıklardan
şikâyet ediyor” deniyor. Ney, İslâm dininde yetişen kamil insan demektir.
Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuş, her an, Allahü teâlânın rızasını
aramaktadır. Ney, Farsçada yok demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok
olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu
çalan kimseden hasıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp,
kendilerinde, Allahü teâlânın ahlakı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası,
kamış kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kamil kastedilmektedir. Kalemin
hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kamil insanın hareketleri ve
sözleri de, hep Allahü teâlâdandır.”
İkinci Abdülhamid Han zamanında Ankara valisi olan Abidin
Paşa, Mesnevi şerhinde, neyin insan-ı kamil olduğunu, dokuz türlü ispat
etmektedir.
Sonraları, bazı cahiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek
gibi, şeyler çalmaya, dans etmeye başladılar. Oyun aletleri, o tasavvuf
üstadının türbesine konuldu. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, yüksek sesle zikir
bile yapmazdı. Nitekim Mesnevîsinde:
“Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb, bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!” buyuruyor
ki; “O hâlde, sevgiliye kavuşmayı, can-u gönülden iste. Dudağını ve damağını
oynatmadan, Rabbin ismini kalbinden söyle!” demektir.
Sonradan gelen din cahilleri, ney, saz, def gibi çalgılar
çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefslerini zevklendirmişlerdir. Bu
günahlara ibadet adını verebilmek, kendilerini din adamı tanıtabilmek için,
Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı, biz onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan
söylemişlerdir.
Ney de, bir çalgı aletidir
Sual: Ney bir çalgı aleti midir, bunu, ilahilerde, dini sözlerde veya şiirlerde
kullanmak uygun olur mu?
Cevap: Ses çıkarmak için kullanılan cansız cisimlere Mizmar, çalgı
aleti denir. . Müncid lügatında da, böyle yazılıdır. Gök gürlemesi,
top, tüfek, baykuş, papağan, çalgı değildirler. Ses çıkaran eğlence aletleri,
davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, hep çalgıdır. Çalgı, kendiliğinden ses
çıkarmaz. Ses çıkarmak için, davula vurmak, neyi, kavalı, üflemek lazımdır.
Bunlardan çıkan ses, insanın değil, bu çalgıların hasıl ettiği sestir. İbni
Abidînde deniyor ki:
“Lu’b, la’ib, lehv ve abes, hepsi oyun ile vakit geçirmektir. Tavla ondört taş
oynamak, bütün çalgıları çalmak, dinlemek, raks, dans etmek, hokkabazlık,
şaklabanlık etmek, el çırpmak, hep oyun olup, tahrimen mekruhturlar. Devamlı
yapılırsa veya farzları yapmaya mani olurlarsa, kumar ile yapılırsa, söz
birliği ile haram olurlar. Def, kaval, ney çalmak ve dinlemek de böyledir.
Hadîs-i şerifte; (Her türlü lehv haramdır. Yalnız, zevce ile oynamak,
at ve silah ile talim, yarış yapmak caizdir) buyuruldu.”
Merâkıl-felâhda ve Tahtâvî şerhinde deniyor ki:
“Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Tarikatçıların yaptıkları gibi,
raksetmek, dönmek, el çırpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak, söz birliği ile
haramdır.”
Tekkelerde de, önceleri bağırmak çağırmak yoktu çünkü
haramdır. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi.
Bunları, sonradan gelen cahiller uydurdu. Hikmet yani fen, sanat, faydalı
şeyler ve nasihat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helaldir. Şehvete ait
şiirler okumak haramdır. Bunları okumak kalpte nifak yapar. Üflemekle,
vurmakla, temas veya tel ile çalınan bütün çalgıları çalmak, dinlemek ve
dinlemeye gitmek haramdır. Peygamber Efendimiz çalgı çalınan bir yere tesadüf
ettiğinde, mübarek parmaklarını kulaklarına tıkadılar. Kur’ân-ı kerimi,
mevlidi, ezanı ve ilahileri çalgı çalarken okumak veya çalgı aletleri ile
okumak küfürdür. Haram bulunan şiirleri okumak mekruh, teganni ile okumak ve
fuhuş olanları okumak haramdır.
Berîka kitabında, Şeyh-ül-islâm Ebüssü’ûd Efendi'nin fetvası
yazılıdır. Bu fetvada helal ve haram olan teganniler bildirilmektedir. Çalgılar
hakkında hiçbir şey yazılı değildir. Ney ve çalgı çalanların, bu fetvayı ileri
sürmeleri, Ebüssü’ûd Efendi'ye iftira olmaktadır.
Şeb-i arûs, düğün gecesi
Sual: Mevlana hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını
vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, İslâm bilgilerinin kaynağının, insan
aklı, insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadîs-i şerifler olduğunu
bildirmişlerdir. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine
kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.
Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın
kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının
tecellisidir, akıl ile alakası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahın tecellisini
kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha
dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlânâ Celâlüddîn-i
Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir.
Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlânâ
hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ” yani “Gel, gel,
her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, mecusilerden, puta
tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni
yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba
Efdal Kâşî'ye de nispet edilmektedir.
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak
lazımdır. İslâmiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına
alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine
göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır.
Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen semazenler, sağ
ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi
belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan bu ayinler, İslâmiyetin bir emri
zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef İslâm dini ile hiçbir alakası
olmayan, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat
olarak, İslâmiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan
hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat
böyle tarikatçılık yoktu.