Namazda dünya düşüncelerinden uzaklaşmak niyetiyle, namaz sûrelerinin anlamını düşünmek caiz midir? Caizse, bunların meallerini yazar mısınız?
Namaz sureleri ve duaları
Sual: Namazda dünya düşüncelerinden uzaklaşmak
niyetiyle, namaz sûrelerinin anlamını düşünmek caiz midir? Caizse, bunların
meallerini yazar mısınız?
CEVAP
Okuduğumuz sûrelerin mânalarını düşünmek, namaza zarar vermez. Böylece dünya
düşüncelerine de mani olmaya çalışmış oluruz. Bu sûrelerin mealleri şöyledir:
Fâtiha sûresi
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm ve din gününün sâhibi olan Allah’a
mahsustur. Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz. Bizi, gazaba
uğrayanların ve sapıkların yoluna değil, doğru yola, kendilerine nimet
verdiklerinin yoluna ilet!
Buradaki gazaba uğrayanlar Yahudiler, sapıklar da Hristiyanlardır. (Kurtubî
tefsiri)
Fil sûresi
Rabbinin, Eshab-ı fil’e neler ettiğini görmedin mi? Onların kötü planlarını
bozmadı mı? Bölük bölük gönderilen kuşlar, üzerlerine siccîl taşları atıp
onları helak edip, yenik ekin yaprağı hâline getirdi.
Eshab, arkadaşlar demektir, Eshab-ı fil ise, fil
olayına katılan Ebrehekumandasındaki ordu demektir. Siccîl, ateşte
pişirilmiş taşlar demektir. Cehennemden gelmiştir. (Kurtubî)
Yemen hükümdarı Ebrehe, Mekke’ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve
San’a şehrini ticaret merkezi hâline getirmek üzere burada bir kilise yaptırdı.
Ancak oraya gelen olmadığı gibi bir Arap, kiliseye girerek pisledi. Bunu
öğrenen Ebrehe çok kızdı ve Kâbe’yi yıkacağına yemin etti. Büyük bir ordu ve
gayet iri cüsseli fili önde olduğu halde, Mekke’ye yöneldi altmış bin asker ve
on kadar fille yola çıktı. Mekke’ye yaklaşınca, gökyüzünde ansızın sürü hâlinde
kuşlar görüldü. O zamana kadar öyle kuşlar hiç görülmemişti. Kuşlardan her
birinin gagasında ve iki ayağında mercimekten büyük, nohuttan küçük taşlar
vardı. Her taşın üzerinde bir kâfirin ismi yazılı idi. Kuşların bıraktığı taş,
her askerin başından girip altından çıkıyor ve askerler hemen ölüyordu. Atlı
ise, atı da ölüyordu. Ebrehe’nin ordusu kaçmaya başladı. Kuşlar takip edip, taş
atarak hepsini öldürdüler. Ebrehe de çok perişan bir hâlde öldü. Ebrehe’nin
veziri kaçıp kralın yanına giderek olanları anlattı. Kral, (Bunlar
nasıl kuşlarmış ki, bunca seçilmiş savaşçı askerleri öldürdüler?) dedi.
Bu sırada vezir yukarı bakıp, o kuşlardan birinin başının üzerinde dönüp
durduğunu gördü. Vezir, krala, o kuşu göstererek, (İşte o kuşlardan
biri) dedi. Tam o sırada kuş, vezirin başına bir taş attı. Vezir,
kralın gözü önünde yere yığılıp öldü. Böylece Kâbe'yi
yıkmaya çalışanların akıbetini kral da görmüş oldu. (Şevahid-ün-nübüvve)
Kureyş sûresi
Kureyş’i emniyet ve selâmete, kış ve yaz, gidiş ve gelişlerde rahatlığa
kavuşturan, onları açlıktan kurtarıp doyuran ve korkudan emin kılan Kâbe’nin
Rabbine kulluk etsinler.
Mâun sûresi
Dini inkâr edeni gördün mü? Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik
etmediği hâlde, gafletle ve riya ile namaz kılanların vay hâline! Onlar, maunu
men ederler.
Mâun, zekât, her türlü iyilik ve yardım demektir. (Kurtubî)
Her hafta iki deve kesen bir münafığa, bir yetim gelip bir şey istedi. O da
değnekle yetimi kovdu. Bir de müminleri görünce riya ile namaz kılan,
gittikleri zaman da kılmayan, en küçük bir iyiliği bile men eden kimseler
hakkında inmiştir. (Esbab-ı Nüzul)
Kevser sûresi
Habibim, biz sana, Kevser’i verdik. O hâlde Rabbin için namaz kıl ve kurban
kes! Sana dil uzatanın, asıl kendisi ebterdir.
Kevser için şunlar bildirilmiştir:
1- Cennette bir ırmak veya bir havuzdur ki suyu baldan tatlı,
sütten beyaz ve kardan soğuktur.
2- Kur’an-ı azîm’dir ki, dünyevî ve uhrevî hayırları toplayan bir
kitaptır.
3- Resul-i Ekrem’in “sallallahü aleyhi ve sellem” haiz olduğu
peygamberlik şerefidir.
4- Gökte ve yerde Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için çok
zikir ve senadır.
5- Resulullah’ın nesli ve ona tâbi olanlardır.
6- Resulullah’ın Eshab-ı kiramı ve ümmetinin âlimleridir.
Ebter, soyu kesik demektir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve
sellem” oğlu Kasım vefat edince, müşrikler, (Soyu kesildi, nesli devam etmez)
dediler. Müslümanlar buna üzüldüler, Kevser sûresi inince, sevinip,
ferahladılar.
Kâfirûn sûresi
Ey Habibim, de ki: Ey kâfirler, ben sizin taptığınız putlara tapmam. Benim
ibadet ettiğime de siz ibadet etmezsiniz. Ben sizin putlarınıza tapmam, siz de
benim ibadet ettiğime tapmazsınız. Sizin dininiz size, benim dinim banadır!
Müşrikler, Peygamber efendimize, (Gel sen bizim dinimize, biz de senin dinine
tâbi olalım. Bir yıl sen bizim putlarımıza ibadet et, bir yıl da biz senin
ilahına ibadet edelim. Eğer tanrılarımıza ibadet etmek sûretiyle bir hayra
ulaşırsan, bize katılırsın. Yok, eğer biz senin tanrına ibadet ederken bir
hayra ulaşırsak, biz sana katılırız. Resulullah efendimiz, (Allah’a
şirk koşmaktan Allah’a sığınırım) buyurdu. Sonra bu sûre indi. Resulullah,
Mescid-i Haram’a gitti. Mescid Kureyşlilerle doluydu. Bu sûreyi onlara okudu.
Kureyşli müşrikler ümitsizliğe düştü. (Süyûtî, Esbab-ı Nüzul)
Nasr sûresi
Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de, insanların Allah'ın dinine akın akın
girdiklerini görünce, Rabbini överek tesbih et! Ondan af dile, çünkü O,
tevbeleri hep kabul edendir.
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke’ye girince, Müslümanlar Allah’ın
yardımıyla zafere kavuştular. Sonunda insanlar bölük bölük gelip Allah’ın
dinine girdiler. (Esbab-ı Nüzul)
Tebbet sûresi
Ebu Leheb’in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu. Malı da, kazandığı da onu
kurtaramadı. O, alevli bir ateşe girecek, karısı da, boynunda bükülmüş bir iple
odun taşıyacaktır.
(En yakın akrabalarını uyar!) mealindeki âyet inince Resulullah,
Safa tepesine geldi. (Ey Abdülmuttalib oğulları, ey Fihr oğulları, ey
Lüey oğulları! Eğer ben size şu dağın arkasından düşman atlıların çıkacağını ve
onların size zarar vereceklerini haber versem bana inanır mısınız?) diye
sordu. Onlar da, (Sen hiç yalan söylemedin, eminsin, elbette inanırız) dediler.
O zaman Peygamber efendimiz, (Öyleyse ben sizi önünüzdeki şiddetli
azaba karşı uyarıyorum) buyurunca, Ebu Leheb, (Helak olasıca! Bizi
bunun için mi buraya topladın?) diyerek tepki gösterdi. Sonra bu sûre
indi. (Buharî)
İhlâs sûresi
De ki: O Allah birdir, Samed’dir, doğurmadı, doğmadı. Hiçbir şey Ona denk
olamaz.
Samed, kimseye muhtaç olmayıp, herkesin ona muhtaç olduğu kimse
demektir.
Bazı Yahudilerin Resulullah’a gelip, (Seni gönderen Rabbini bize anlat!)
demelerine üzerine bu sûre indi. (Esbab-ı Nüzul)
Felak sûresi
De ki: Yaratıkların şerrinden, karanlığın çöktüğü gecenin şerrinden, düğümlere
üfleyen büyücülerin şerrinden, haset edince hasetçinin şerrinden, felakın
Rabbine sığınırım.
Felak, sabah veya bütün yaratılmışlar demektir. (Kurtubî)
Nâs sûresi
De ki: İnsan ve cinden, gönüllere vesvese veren şeytanın şerrinden, insanların
İlâhına, Melikine ve Rabbine sığınırım.
Resulullah’a hizmet eden Yahudi bir çocuk vardı. Yahudiler ona yaklaştılar ve
ondan Resulullah’ın baş tarağını ve tarağın dişlerinden bir miktar alıncaya
kadar ayrılmadılar. O da onları aldı ve onlara verdi. Onlar da Resulullah’a
büyü yaptılar. Yahudi Lebid bin A’sam bu işi üzerine aldı. Sonra adına Zirvan
kuyusuna o büyüyü gizledi. Bu sebeple Resulullah hastalandı. Hastalık, altı ay
devam etti. Resulullah erimeye başladı. Bir gün uyurken iki melek geldi. Yahudi
Lebid bin A’samın saç tarağıyla büyü yaptığını söyledi. Büyünün, Zirvan
kuyusunda su çekilirken kullanılan taşın altında hurma çiçeğinin kabuğuna
sarılı olduğunu bildirdi. Resulullah uyanıp, (Yâ Âişe, Allahü teâlâ
bana hastalığımı haber verdi) buyurdu. Sonra Hazret-i Ali, Zübeyr ve
Ammar bin Yasir’i gönderdi. Bu kuyunun suyunu boşalttılar. Su, sanki
bekletilmiş üzüm gibiydi. Sonra taşı kaldırdılar ve hurma çiçeğini kabuğuna
çıkardılar. Resulullah’ın tarağı ile tarağının dişleri ve bir de o hurma
çiçeğinin kabuğunda kendisinde 11 düğüm bulunan bağlanmış ve iğneyle birbirine
geçirilip batırılmış bir ip gördüler. Bunun üzerine Allahü teâlâ Muavvizeteyn
[Felak ve Nas] sûrelerini indirdi. Resulullah her âyeti okudukça bir düğüm
çözüldü. Resulullah rahatladı. Son düğümler de çözülünce Resulullah sanki
bağlandığı bir ip etrafından çözülmüş gibi rahatladı. Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah
büyü yapanı öldürelim mi?) dediler. (Allah bana şifa verdi. İnsanların benim
yüzümden zarar görmesini istemem) buyurdu. (Buhari)