Hadis-i şerifte (Nefsini tanıyan Rabbini tanır) buyuruluyor. Kişi kendini nasıl tanır?
Nefsini tanıyan Rabbini tanır
CEVAP
Bir kimse, kendi şahsında Allahü teâlânın zatının varlığını, kendi
sıfatlarında, cenab-ı Hakkın sıfatlarını, kendi irade ve tasarrufundan, Onun
bütün âlemlerdeki tasarrufunu anlayabilir.
İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi
vücudunun bütün organlarının ve akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu
kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak bilir.
Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla uygun olmaz.
Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir uzuvda eksiklik ve
fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan yaratanın kudretini anlar.
Bütün akıllılar bir araya gelse, insanın şeklinden daha mükemmelini
düşünemezler. İki el yerine üç veya dört el olsa veya göz, başka bir yerde olsa
daha iyi olurdu denemez. Her organın en uygun şekilde yaratılmış olduğunu
görür. İnsan ne düşünürse düşünsün eksik olur ve Hak teâlânın yarattığı ise en
mükemmeldir. Yaratan her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter.
Bir kimse, organlarının faydalarını ve hikmetlerini ne kadar çok bilirse,
Yaratıcıya olan hayranlığı o kadar çok olur. İşte bunun için kendini tanımak,
Allahü teâlâyı bilmenin anahtarıdır.
İnsan, canlı cansız bir mahluka baksa, mesela suya, havaya, Güneşe, Aya baksa,
bunların işleyişlerini, faydalarını düşünse, yine Rabbimizin büyüklüğünü,
kudretini görür. Bunları görebilen, kendinin yaratılış gayesini düşünür. Bunun
da Yaratana kulluk ve ibadet etmek olduğunu öğrenir.
O halde Allahü teâlâyı tanımaktan maksat, Ona, Onun istediği şekilde doğru
ibadet etmektir. Bunun için de, İslam âlimlerinin Kur'an-ı kerimden ve hadis-i
şeriflerden çıkardığı bilgileri öğrenmek gerekir. Herkes, her sahada uzman
olamaz. Uzman âlimlerin kendi sahalarında söz sahibi oldukları bilgilerden bize
faydalı olanlarını öğrenmek lazımdır. Bu bilgileri kendimiz, doğrudan doğruya
Kur'an-ı kerimden öğrenmemiz mümkün değildir. Mümkün olsa idi, Resulullah
efendimizin gönderilmesi lüzumsuz olurdu. Hâşâ Allahü teâlâ lüzumsuz iş yapmaz.
Herkes anlayabilseydi, (Resulüm bu Kur’anı ümmetine açıkla) [Nahl
44] buyurmaz, insanlara, (Alın bu Kur’anı okuyun, herkes anladığı gibi amel
etsin) derdi. Demek ki yalnız Kur’an diyenlerin art niyetli oldukları buradan
da anlaşılmaktadır.
Üstelik Kur’an-ı kerim 23 yılda geldi. Resulullah efendimizin vârisi olan
âlimler, Kitap ve sünneti açıklayarak, çeşitli kitaplar hazırlamışlardır. Bu
bakımdan dinimizi, ibadetlerimizi muteber ilmihallerden öğrenip ilmimizle amel
etmeye çalışmalıyız.
Nefsin ikinci ve önemli bir manası daha var. Şeytandan daha kötü olan
içimizdeki bu varlığa da nefs yani nefsi emmare denir. Bütün
kötülüklerin kaynağıdır. Nefsi emmare, hiç iyilik yapmak istemez. Hep kötülük
yapmak ister. Kendisine ve başkalarına zararlı olan şeyleri sever. Dünya ve
ahirette saadete kavuşmak için, nefse uymamak, onu zayıflatıp, zarar
yapamayacak hâle getirmek lazımdır.
Nefsi zayıflatacak birinci ilaç, İslamiyet'e uymaktır. Haramların hepsi, dünya
malına, mevkisine, zevklerine düşkün olmak, nefsin gıdasıdır. Onu besler,
kuvvetlendirirler. Nefs kuvvetlenince, bütün iyiliklerin, güzel ahlakın ve
medeniyetin kaynağı olan İslamiyet'e saldırır. Din ile, iman ile, Allahü
teâlânın emirleri ile alay eder. Çünkü nefsimiz Allah’ın düşmanıdır.
Allahü teâlâ Hazret-i Davud’a buyurdu ki:
(Nefsine düşmanlık ederek bana dost ol!) [İhya]