Peygamber gönderilmeseydi, akılla, Allah’ın varlığı, helal ve haram bilinebilir miydi?
Peygamber gönderilmeseydi
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın Peygamberler göndermesi, bütün mahluklara rahmet ve ihsandır.
Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi aciz insanlara, bu
büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden
bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette faydalı şeyleri
zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer Peygamberler
gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı.
Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın
varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkâr ettiler. Kısa akılları her şeyi zaman
yapıyor sandı. Nemrud’un, Hazret-i İbrahim ile çekişmesi Kur'an-ı kerimde
bildirilmektedir. Firavun da "Benden başka tanrınız yoktur" demiş ve
Hazret-i Musa’yı "Benden başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim"
diye korkutmak istemişti. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük
nimeti anlayamaz. Bir Peygamber olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Dini, aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani]
Eski Yunan felsefecileri, "Akıl hiç şaşmaz, her şeyin doğrusunu
anlar" diyor, aklın her şeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri
de, akıl ile çözmeye kalkışıyorlar. Halbuki akıl, dünya bilgilerinde bile
yanılıyor. Ahiret bilgilerini ise, hiç anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile
anlaşılamayan şeyleri bulabildiği gibi, aklın eremediği şeyler de
Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının üstünde
olduğu gibi, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin üstündedir. Akıl kuvvetlerinin
varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile öğrenilir.
Peygamberlerin haber verdikleri, Allahü teâlânın üstün sıfatlarının var olduğu,
Peygamber gönderdiği, meleklerin günahsız olduğu, öldükten sonra herkesin
dirileceği, Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde azaplar bulunduğu ve
İslamiyet’in bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılamaz.
Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları ile bulunamaz.
[Lise, üniversite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri, elbette
faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur. Dünyada
insanların rahat yaşamalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına yararlar. Dünya
işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden istifade edilir.
Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin, radyo, sesten hızlı uçak,
nükleer deniz altıları ve casus peykler ve ay yolculuğu gibi nice başarılı
şeyler bulunabilir.
Bunlar, İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet ile beraber olan ve imanı
kuvvetlendiren şeylerdir. Çünkü İslamiyet, aklın sınırı içinde olan bütün
bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği için,
İslamiyet’e uygun olur. Müslümanların bunları da öğrenmesi, istifade etmesi
gerekir.]
Fen bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp da, Ahiret bilgilerini anlamakta
bunlardan faydalanamamak, hatta bunları öğrenince, kendini beğenip, aklına
uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile çözmeye kalkışarak dinden çıkmak, insanlar
için yüzkarasıdır. Bütün fen bilgileri, aklın erdiği şeylerde işe yaramaktadır.
Ebedi saadete ve felakete sebep olacak işleri, bu bilgilere dayamak ve ahiret
işlerini bu bilgilerle çözmeye kalkışmak doğru olmaz. Bu en mühim işler aklın
ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır. Bu en lüzumlu bilgileri, Peygamberlerden
öğrenmeyip, yalnız dünya bilgileriyle çözmeye uğraşmak, lüzumsuz vakit geçirmek
olur. Çünkü o bilgiler, aklın ermediği işlerde faydalı olamaz, bunlar ancak
Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılabilir. (c.3, m.23)
İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey
yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru
olarak, bilinebilselerdi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve
ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ hâşâ
Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret
bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda
dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar
değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı
göndermiştir.
Sual: Peygamberler olmasaydı insan, Allah’a nasıl ibadet edileceğini,
nasıl şükredeceğini bilebilir miydi?
CEVAP
İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için gereken her nimeti gönderen,
Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek gerektiğini herkes bilir. Allahü
teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine Peygamberler
gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık olmaz. Ona nasıl şükür
olunacağını, insan bilemez. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve
saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya nasıl
şükredileceği, ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır.
Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, Peygamberlere uymakla
hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski
Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi
anlarlardı. Halbuki, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını
anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı,
Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet ve
mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç
şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele
geçenlerin sapıklık olduğunu anlayamamışlardır.
Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonra, nefs
temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden nefsi
parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin
yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla,
ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşulabilir.
Fakat, bu ancak Peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine
inandıktan sonra mümkün olabilir. Çünkü Peygamberlerin her sözü, yanılmayan
meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.
Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar.
Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında
bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin kimseden
bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin bereketlerinden
mahrum kaldı.
Sual: Dünya ve ahirette saadete kavuşmak isteyen ne yapmalı?
CEVAP
Sonsuz saadete kavuşmak isteyenin, Ehl-i sünnet itikadını kısaca
öğrenip, bunlara iman etmesi, sonra dört mezhepten öğrenmesi mümkün ve kolay
olan birini seçip, günlük işlerini ve ibadetlerini, sırası geldikçe, o mezhebin
kitabından öğrenerek yapması gerekir. Her ülkede, bir mezhebin bilgilerini
bildiren doğru ilmihal kitabları vardır. Ele geçirilmeleri kolaydır. Bu
kolaylık, Allahü teâlânın, ümmet-i Muhammede olan büyük ihsanıdır.
Mezhebsizlerin, dinde reformcuların ve para kazanmak için konuşan ve yazan
cahillerin yaldızlı sözlerine ve yazılarına aldanmamak için, çok uyanık
olmalıyız!
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dini hükümleri kendi aklı ile anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen,
Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.
Ehl-i sünnetin dört mezhebi de âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden
çıkarılmıştır. Birbirlerine muhalif görünen ictihadlarından yalnız biri doğru
ise de, yanlış olanlarını taklit edenlere de sevap verileceği hadis-i şerifte
bildirilmiştir. Bunun için, dört mezhebin ittifak ile bildirdikleri yapılınca,
sahih ve makbul olacağı gibi, ihtilaflı yerleri yapılınca da, sahih ve makbul
olacaktır. O halde, müctehid olmayan her müslümanın, her işinde dört mezhepten
birini seçip taklit etmesi ve mezhep imamının delilini aramaması gerekir.
Çünkü, Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler,
delillerini hiç sormazlardı. Her müslüman, beğendiği, seçtiği mezhebin her
meselesini yaparken, Kur'an-ı kerime veya hadis-i şerife uymakta olduğuna
inanmalıdır.
Bugün müctehide de lüzum yoktur. Çünkü, din bilgilerinde, açıklanmamış bir şey
kalmamıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave edilecek bir şey de yoktur.
Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir.
Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini,
müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi
yapacaklardır. Fakat, ictihad ile yine hükümler çıkarmayacaklardır. Çünkü, buna
lüzum kalmamıştır. Helal ve haram ve her delil açıklanmıştır.
Septisizm [şüphecilik]
Sual: Bir arkadaş, “Sen Allah’a körü körüne inanıyorsun. Sen
kitaplardan farklı söyleyecek, her şeyden, hatta Allah’tan şüpheleneceksin”
diyor. Buna nasıl bir cevap vereyim?
CEVAP
Anlamadan inanılacak şeyler olduğu gibi, inceledikten sonra inanılacak şeyler
de vardır. Muhammed aleyhisselamın Peygamber olarak bildirdiği şeylere akla
uygun olduğu, yahut tecrübe ile anlaşıldığı için inanmak iman olmaz. Çünkü bu,
Peygamber efendimizi değil, aklı tasdik etmek demektir. İman, gayba inanmak
demektir. Kur’an-ı kerimin baş tarafında, Allahü teâlâ, salihleri övüyor, (O
müttekiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz
mallardan [zekât ve her türlü hayır hasenat için] harcarlar) buyuruyor.
(Bekara 3)
Gayb, his organları ile, tecrübe ve hesapla anlaşılamayan şeyler demektir.
Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Mesela Cennet, Cehennem ve meleklerin
varlığı böyledir. Bunlar akıl ile bilinmez.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü
yetmez. Çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı birbirine uymadığı gibi,
selim olmayan akılların yanıldığı çok görülmüştür. En akıllı sanılan bir kimse
bile, mütehassısı olduğu dünya işlerinde hata eder. Nerde kaldı ki, din
işlerindeki hikmetleri çözebilsin? Böyle yanılan bir akılla, sonsuz olan ahiret
işlerinin hikmeti anlaşılamaz. Ancak Allah’ın varlığını anlamada aklın ve ilmin
rolü çoktur. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini iyi
anlayamaz.)
Ahirete ait bilgilerde şüphecilik çok yanlıştır. Felsefede, başıboş düşüncede
her şeyden şüphe etmeye septisizm, şüpheciye de septik [sceptique] deniyor.
Septiklerle düşüp kalkmanızı tavsiye etmeyiz.
Allahü teâlâyı tanımak
Hemen herkes Allahü teâlâyı tanıyor ve Allah vardır diyor. Ama Allah’ı tanımak
nasıl olur? İyi bir şeyi tanıyan onun iyiliklerinden istifade etmeye çalışır.
Kötüyü tanıyan kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bunlara riayet etmeyenin
tanıması yanlış demektir. Yılanın sokacağını bilen yılanla oynamaz. Aslanın
parçalayacağını bilen onun yuvasına giremez. Bombanın patlayacağını bilen onu
elinde patlatmaz. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de dinin
emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Bunlara yani emir ve yasaklarına riayet
etmeden ben Allah’ı tanıyorum, Onu seviyorum demek yanlış olur. Sevmenin bir
tarifi de itaat etmek demektir. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür.
Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği
bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını
görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı
sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı.
Peygamberleri işitmeyenler, Halıkı, yani yaratıcıyı önce etraflarında aradı.
Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya
başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi,
yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları
zannettiler. Her biri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da
putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular
ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler.
Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur ettiği
zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan
Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe
tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol
bulunamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azap yapıcı değiliz.) [İsra
15]
Akıl ve din
Sual: Bir arkadaş, “Ben ateist değilim ama, dine inanmak için
peygambere ve kutsal kitaba ihtiyaç yoktur. İnsan akıl yoluyla Allah’ın
varlığını anlar ve Onun emirlerini yerine getirebilir. Çünkü aklın yolu birdir”
diyor. Bu mümkün mü?
CEVAP
Hiç mümkün olur mu? O zaman hâşâ, Allahü teâlâ, Peygamberleri ve kitapları
lüzumsuz yere mi göndermiş oldu? Allah’ın emirlerinin ne olduğu nereden
bilinecek? Mesela en önemlisi iman nedir? İmanın esasları nelerdir? Bu
bilinmedikçe nasıl iman edilir ki? Namaz, zekât gibi emirler zaten bilinemez.
Ama imanı bile bilmek imkansızdır. İmanın altı esası bildirilmeden nasıl
bilinir ki?
Hatta, insan kendisini de bilemezdi. Kimdir, ihtiyacı nedir, saadeti felaketi
nededir? Ne yapacak, ne yiyip içecek, niye yaratıldı, başına neler gelecek,
bunların hiç birini bilemezdi. Peki, bunları bilemeyen insanın hayvandan ne
farkı kalırdı?
Aklın yolu bir olsa idi, dünyadaki insanlar hep aynı inanışa sahip olurlardı.
Aklın ermediği şeyler
Sual: (Din-i İslam’da aklın ermediği şeyler çoktur. Ama akla uymayan bir şey
yoktur) deniyor. Bir şeye akıl ermezken nasıl akla uygun olur?
CEVAP
Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet
şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak,
bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine gerek kalmazdı. Demek ki
insan, doğruyu bulmak için, Peygamberlerin yol göstermesine muhtaçtır. Ahiret
bilgileri ve Allahü teâlânın beğendiği şeyler, akıl ile bilinemez ama,
Peygamberler bildirince, bunların selim akla aykırı olmadığı görülür.
Rahata, huzura kavuşmak için
Sual: Bir kimse, kendi aklı ile, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırıp
rahat ve huzurlu olamaz mı?
Cevap: Dünyada iyi, faydalı şeyler, kötü, zararlı şeylerle
karışıktır. Saadete, rahat ve huzura kavuşmak için, hep iyi, faydalı şeyleri
yapmak lazımdır. Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, iyi şeyleri
kötülerden ayıran bir kuvvet yaratmıştır. Bu kuvvete akıl denir ki herkeste
aynı değildir. Ancak temiz ve sağlam olan akıl, bu işini, çok iyi yapar, hiç
yanılmaz.
Günah işlemek, nefse uymak, aklı ve kalbi hasta yapar. O
zaman akıl, iyiyi kötüden ayıramaz. Allahü teâlâ, merhamet ederek, iyi işleri
Peygamberleri vasıtası ile bildirmekte ve bunları yapmayı emretmektedir.
Zararlı şeyleri de bildirip, bunları yapmayı yasak etmektedir. Bu emir ve
yasaklara Din denir. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği
dine İslâmiyet denir. Bugün, yeryüzünde, değiştirilmemiş,
bozulmamış tek din, İslâmiyettir. Rahata, huzura kavuşmak için, İslâmiyete
uymak, yani Müslüman olmak lazımdır. Müslüman olmak için de, hiçbir
formaliteye, imama, müftüye gitmeye lüzum yoktur. Önce kalp ile iman etmeli,
sonra da, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmeli ve yapmalıdır.