Sağ veya sol ayakla girilir, sağdan başlanır, teke riayet edilir gibi şeylere önem vermenin iyi olduğu söyleniyor. Bunları yapmazsak günah mı olur? Ne diye bu konular üzerinde duruluyor?
Sünnete uymanın önemi
CEVAP
Bunlara âdetle ilgili sünnet denir. Bunları yapmamak günah olmaz. Hatta mekruh
bile değildir. Ancak, âdete bağlı şeylerde de Resulullaha uymak, dünya ve
ahirette, insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.
Her işte Peygamber efendimize uymaya çalışmak, hep Onu hatırlamak, Onunla
rabıta kurmak gafletten kurtulmaya sebep olur. Müslüman her işte şuurla hareket
etmeli, adımını nasıl attığını nereye attığını bilmelidir. Nereye hangi ayakla
girilip hangi ayakla çıkılacağının şuurunda olmalıdır. Mutlak müctehid olan
imam-ı Süfyan hazretleri, bir gün camiye girerken, şuursuzca adımını içeri
atıyor, sonra bunun farkına varıp kendi kendine diyor ki: (Buraya bir hayvanı,
bir öküzü de koysak ya sağ ayakla veya sol ayakla girer. Senin hayvandan farkın
olmalıydı, hangi ayakla girdiğine dikkat etmeliydin. Bundan sonra senin adın
sevr = öküz olsun.)
Gerçekten de öyle oluyor. Bugün bütün kitaplarda bu büyük zatın adı imam-ı
Sevri olarak meşhurdur. O halde her işte Resulullahın sünnetine uymaya
çalışmalı. Sünnete uymak için, iyi, temiz işlere sağdan başlamalı, bir şey
alırken teke riayet etmeli, yani 1,3,5,7 gibi tek olmasına gayret etmeli.
Camide, evde, otobüste sağ tarafı seçmeli. Mümkünse kıbleye karşı oturmaya
çalışmalı. Elimiz temiz de olsa, yemek yiyeceğimiz zaman elimizi yıkamalıyız.
Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmeliyiz. Manevi temizlik gibi, maddi
temizliğe de riayet etmeliyiz. Abdest alırken misvakla dişlerimizi
temizlemeliyiz.
En az haftada bir Cuma günü gusletmeliyiz. Her hafta saç, sakal, tırnak kesmek,
koltuk, kasık temizlemek sünnettir. Daha fazla geciktirmemelidir. Kırk günü
geçirmek ise günah olur.
Resulullaha uymak için
Peygamber efendimizden bin kadar mucize görüldü. Bu mucizelerin en
kıymetlilerinden biri de, edepli ve güzel huylu olması idi. Resulullaha uymak
için şunları da yapmaya çalışmalıyız:
Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam vermeliyiz.
Tokalaşmak için, önce biz elimizi uzatmalıyız. Günah olmayan her davete
gitmeliyiz. Herkesle iyi geçinmeye, güler yüzlü, tatlı sözlü olmaya
çalışmalıyız.
Resulullah efendimiz, kendisine hizmet edenlere de çok iyi davranırdı.
İnsanların başında bulunan kimsenin, Resulullah efendimize uyarak, bunlardan
gelen her türlü sıkıntılara katlanması gerekir. Zaten sıkıntıya katlanmak,
herkes için iyi bir huydur. Ama âmirlerin katlanması ise daha güzel olur.
Herkese iyilik etmeliyiz. Nazik ve cömert olmalıyız. İsraftan kaçınmalıyız.
İnsanlara acımalıyız. Bir kişinin bile Cehenneme gitmesine razı olmamalıyız.
Herkese uygun bir din kitabı hediye etmeye çalışmalıyız. Kimseden bir şey
beklememeliyiz. Az konuşmalıyız, dinlemesini bilmeliyiz.
Resulullah efendimizin güzel huyları pek çoktur. Her Müslümanın bunları
öğrenmesi ve bu güzel huylarla ahlaklanması gerekir. Böylece, dünya ve ahirette
felaketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihan efendisinin şefaatine
kavuşmak nasip olur.
Sual: Peygamber efendimizin peygamberliğini kabul eden, fakat ona
uymayan Cennete gider mi?
CEVAP
M. Masum hazretleri buyuruyor ki:
(En büyük saadet, iki cihanın en üstün insanı olan Muhammed aleyhisselama tâbi
olmaktır. Cehennem azabından kurtulmak için, Allahü teâlânın seçtiği sevdiği
insanların reisine uymak gerekir. Cennet nimetlerine kavuşmak, Ona tâbi
olanlara mahsustur. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Ona tâbi olmak
şarttır. Ona uymayanların tevbeleri, zühdleri, tevekkülleri ve duaları kabul
olmaz. Onun yolunda olmayanların zikirleri, fikirleri, şevkleri ve zevkleri
kıymetsizdir. Peygamberler, Onun hayat veren deryasından bir kadehe kavuşmakla,
o derecelere yükselmişlerdir. Evliya, Onun sonsuz bahrinden bir yudum içmekle
muradlarına ermişlerdir. Yer yüzündeki melekler, Onun hizmetçileri, göklerdekiler,
aşıklarıdır. Her şey, bütün varlıklar, Onun şerefine yaratılmış, bütün
varlıklar, Onun mübarek ruhundan feyz almışlardır. Allahü teâlânın varlığını O
açıklamış, her şeyin yaratanı, Onun rızasını almak istemiştir. Ona ve Onun
Âline ve Eshabına bizden dualar olsun. O yüce Peygamber, hepimizden razı
olsun!) [c.1, m.10]
[Ey saadete kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi olmaya
çalışınız! Bu devlete, bu nimete mani olan her şeyden kaçınız! Harikalar
gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmiş olan bir
fen yobazını, yani Ona tâbi olmak şerefinden mahrum olan bir cahili, bir gafili
görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki
saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve hiç böyle
gösteriş yapmayan, fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın,
Onu sevmenin, felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç olduğunu biliniz!]
Sual: Allah’ı sevmiş olmak için Resulünü de sevmek gerekir mi?
CEVAP
Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymadıkça, Allahü teâlâyı sevmek
saadetleri ele geçemez. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allahü teâlâyı
seviyorsanız, bana tâbi olunuz! Bana uyanları Allah sever!) buyuruldu. (A.
İmran 31)
Allahü teâlâ, Habibine böyle demesini emir buyurmaktadır. Saadete kavuşmak
isteyen kimse, bütün âdetlerini, ibadetlerini ve alışverişlerini Onun gibi
yapmaya çalışmalıdır! Bu dünyada, bir kimsenin sevdiğine benzemeye çalışanlar,
bu kimseye sevimli ve güzel görünürler. Bu kimse, onları da çok sever, beğenir.
Bunun gibi, sevgiliyi sevenler, her zaman sevilir. Sevgilinin düşmanları,
sevenin de düşmanları olur. Bundan dolayı, görünen ve görünmeyen bütün
iyilikler, bütün üstünlükler, ancak o yüce Peygamberi sevmekle ele geçebilir.
Yükselebilmenin, ilerlemenin ölçüsü, bu sevgidir.
Allahü teâlâ, sevgili Peygamberini, insanların en güzeli, en iyisi, en
sevimlisi olarak yarattı. Her iyiliği, her güzelliği, her üstünlüğü Onda
topladı. Eshab-ı kiramın hepsi, Ona aşık idiler. Hepsinin kalbi, Onun sevgisi
ile yanıyordu. Onun ay yüzünü, nur saçan cemalini görmeleri, lezzetlerin en
tatlısı idi. Onun sevgisi uğruna canlarını, mallarını feda ettiler.
Allah’ı seviyorum diyenlerin, Eshab-ı kiram gibi olmaları gerekir. Seven bir
kimse, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Sevdiğinin düşmanlarına düşman olur.
Bu sevmek ve düşmanlık, bu kimsenin elinde değildir. Kendiliğinden hasıl olur.
Bu kimse, sevmesinde ve düşmanlığında deli gibidir. Bunun içindir ki, (Bir
kimseye deli denilmedikçe, bu kimsenin imanı tam olmaz!) buyuruldu.
Kendisinde bu delilik bulunmayanlar, sevmekten mahrumdurlar. Düşmanlık
etmeyince, dostluk olmaz! Seviyorum diyebilmek için, sevgilinin düşmanlarına
düşman olmak gerekir.
Sual: Mühim meseleler varken mekruhla, sünnetle uğraşmak doğru
mudur?
CEVAP
Sünnetin dinimizdeki yeri büyüktür. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm
3,4]
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
Hanefi bir kimse, ağzına burnuna su alıp denize girse veya duş altında yıkansa,
gusletmiş olur. Ancak bir mazeret olmadan sünneti terk etmemelidir.
Dinimiz her şeyin en iyisini, en güzelini bildirmiştir. Bir kimse, madem ki
gusledecektir, bunu en güzel şekilde yani Resulullah efendimizin sünnetine
uygun olarak yapmalıdır.
Mübarek ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak sünnet-i zevaiddir, yani
müstehaptır. Müstehabı terk etmek günah olmaz. Mesela camiye sağ ayakla girmek
müstehaptır. Bir kimse, sol ayağı ile camiye girse, günah işlemiş olmaz. Fakat
bir başkası, (Sağ ayakla camiye girmek sünnettir, niçin sol ayakla girdin?)
dese, o kimse de, (Sünnetse, sünnet, n’olacak yani) diye cevap verse, niyeti
sünnete önem vermemek ise küfre düşer.
Başka bir kimseye, (O işi yapma, mekruhtur) dense, o da, (N’olacak yaparsam)
diyerek mekruha önem vermezse Müslümanlıktan çıkar. Çünkü sünneti ve mekruhu
bildiren Muhammed aleyhisselamı küçültmüş, Onu beğenmemiş olur.
Peygamber efendimizi beğenmemek, Onu Peygamber olarak gönderen Allah’ı
beğenmemek olur. Bir kimse, müstehapları yapmasa da, mekruh işlese de, bunların
önemini inkâr etmemelidir. Farzlar da böyledir. Bir farzı yapmayan
Müslümanlıktan çıkmaz. Fakat, (N’olacak farzsa farzdır) diyerek önemini inkâr
ederse imanı gider. (Hadika)
Sual: Bir yazar, "Farzla birlikte sünnet kılmak şirktir.
Aslında sünnetle iştigal eden müşrik olur" diyor. Sünnet namazlar da Allah
için kılınmıyor mu? Peygamber efendimiz sünnet namazları kıldığı için -hâşâ-
Ona müşrik mi denmek isteniyor? Sünnetlerin kılınmasını, sünnetlere uyulmasını
Allah emrediyor mu?
CEVAP
Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın bildirdiklerinden başka şey söylemez,
başka yol tutmaz. Peygamber efendimizin kıldığı namazlar da, bizim kıldığımız
sünnetler de Allah için kılınan namazlardır. Allah için kılınan sünnetlere,
nafile namazlara şirk demek, Allah’ın Resulüne uyana müşrik demek olur.
Peygamber efendimizin yanlış bir şey söyleyeceğini düşünmek, Allahü teâlânın
kelamını inkâr olur. Çünkü Allahü teâlâ, (Resulüme uyan kurtulur) buyururken,
buna inanmamak Allah’ı inkâr etmek olur. [Geniş bilgi için diğer maddelerdeki
yazıları okuyunuz.]
Bu din edep dinidir
Sual: "Peygamberimizin yaşadığı zaman ve koşullarla ilgili boyutu
yöresel olup, evrensel değildir. Bunun için Peygamberimizin kendi örf-âdetleri
ve o zamanki uygulamaları din açısından bizi bağlamaz" demek caiz midir?
CEVAP
Bizi bağlamaz sözü çok çirkin ve nahoştur. Çünkü imam-ı Rabbani hazretleri
buyurdu ki:
Peygamber efendimizin âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir.
Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dini
hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hatta bir ülkenin âdeti
zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de [bir mazeret yoksa]
Resulullaha tâbi olmak, dünya ve ahirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli
saadetlere yol açar. (Mekt. 2/55)
Bu din edep dinidir. Sualdeki çirkin ifadede her ne kadar örf ve âdetler
kastediliyorsa da, Allahü teâlâya ve Onun âlemlere rahmet olarak gönderdiği
Resulüne karşı edebi muhafaza etmeli. Muhatap şu veya bu zât değil, Allah ve
Resulüdür. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler
vardır.) [Ahzab 21]
(Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun [dini hükümlere ait her] sözü
vahiydir.) [Necm 3, 4]
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Resulüm de ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran
31]
Böyle yüce bir Peygamberin, sünnet-i zevaid olarak yaptıkları, giyiniş şekli, yürümesi,
konuşması, sakal bırakması, sarık sarması, sağdan başlaması gibi âdetleri bizi
bağlamaz demek çirkin bir söz değil midir?
İslâm dini garip olarak başladı...
Sual: “İslâm dini garip olarak başladı” diye başlayan bir hadis var mıdır,
varsa bu hadiste ne anlatılmak istenmiştir?
Cevap: Bütün ehl-i sünnet âlimleri gibi İmam-ı Rabbânî hazretleri de,
Mektûbât isimli kitabında bu hadis-i şerifi nakletmektedir. Peygamber
efendimiz;
(İslâm dini garip olarak başladı. Son zamanlarda da garip olacaktır. Bu garip
insanlara müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltirler) buyurmuştur.
Ehl-i sünnet âlimleri bu hadis-i şerifi açıklarken buyuruyorlar ki:
“İslâmiyetin başlangıcında, insanların çoğu, Müslümanlığı bilmedikleri, onu
yadırgadıkları gibi, ahir zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, bozulmuş
olan sünneti, ıslah ederler. Bunun için, emr-i ma'rûf ve nehyi anilmünker
yaparlar. Sünnete, yani İslâmiyete uymakta başkalarına örnek olurlar. İslâm
bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları
dinleyenler az, karşı gelenler çok olur. O zamanda, sevenleri çok olan din
adamı, doğru arasına eğrileri, hoşa giden sözleri karıştıran kimsedir. Çünkü
yalnız doğruyu söyleyenin düşmanları çok olur.”
Ümmetinin başına gelecekleri biliyordu
Sual: Peygamber Efendimiz, ümmetinin başına gelecekleri biliyor mu idi ve
biliyorsa tavsiyesi ne olmuştur?
Cevap: Peygamber Efendimiz, ümmetinin başına gelecekleri biliyordu ve
bunları da haber verdi. Mesela bir hadîs-i şerifte;
(Benden sonra, ümmetim arasında ayrılıklar olacaktır. O zamanda olanlar,
benim sünnetime ve Hulefâ-i râşidînin sünnetine yapışsın! Dinde meydana çıkan
şeylerden uzaklaşsın! Dinde yapılan her yenilik bidattir. Bidatlerin hepsi
dalalettir. Dalalet sahiplerinin gidecekleri yer, Cehennem ateşidir) buyuruldu.
Bu hadîs-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını
haber vermekte ve Resûlullah Efendimizin ve dört halifesinin yolunda olana
sarılınız denmektedir. Sünnet, Resûlullah Efendimizin, sözleri, bütün
ibadetleri, işleri, itikatları, ahlakı ve bir şey yapılırken görünce, mâni
olmayıp susması demektir. Nitekim hadîs-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim arasına fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışan için yüz şehit
sevabı vardır!) Bidatlere ve kendi aklına uyarak İslâmiyetin hududu dışına
çıkıldığı zaman, benim sünnetime uyana, kıyamet günü yüz şehit sevabı
verilecektir. Çünkü fitne fesat zamanında İslâmiyete uymak, kâfirlerle harp
etmek gibi güç olacaktır.
En mesut, en kazançlı kimse
Sual: Zamanımızda, İslâmiyet konusunda, insanı bahtiyar edecek, dünyada ve
ahirette kazançlı kılacak şey ne olmalıdır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında
buyuruyor ki:
“En mesut, en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı bir zamanda, unutulmuş
sünnetlerden birini meydana çıkaran ve yayılmış bidatlerden birini yok eden
kimsedir. Şimdi öyle bir zamandayız ki, insanların en iyisinden bin sene geçmiş
bulunuyor. Peygamber Efendimizin zamanından uzaklaştıkça, sünnetler örtülmekte,
yalanlar çoğaldığı için, bidat yayılmaktadır. Bidati yaymak, din-i islâmı
yıkmaktır. Hadîs-i şerifte; (Bidat işleyenlere büyük diyen,
Müslümanlığı yıkmaya yardım etmiş olur) buyurulmuştur. Bir sünneti
meydana çıkarmak ve bir bidati ortadan kaldırmak için, son gayretle çalışmak
lazımdır. Müslümanlığın çok zayıfladığı bu zamanda, İslâmiyeti kuvvetlendirmek
için, sünnetleri yaymak ve bidatleri yıkmak lazımdır. Bidatlerden hiçbirini
güzel görmüyor, hepsini karanlık görüyorum. Peygamber Efendimiz; (Bidatlerin
hepsi dalâlettir, yoldan çıkmaktır) buyurdu. Müslümanlığın zayıfladığı
bu zamanda, Cehennemden kurtulmak, sünnete yapışmakla; dini yıkmak ise,
herhangi bir bidate kapılmakla olduğunu görüyorum.
Bidatlerin her birini, İslâm binasını yıkan bir kazma gibi,
sünnetleri ise, karanlık gecede yol gösteren, parlak yıldızlar gibi anlıyorum.
İslâmiyetin kuvvetli olduğu zamanlarda, bidatlerin zulmeti belli olmuyor ve
bunun için, güzel deniliyordu. Halbuki, bu bidatlerde de, hiçbir güzellik
yoktu. Şimdi ise, Müslümanlık zayıflamış, kâfirlerin âdetleri, Müslümanlar
arasına yerleşmiş olduğundan, her bir bidat, zararını göstermekte, kimsenin
haberi olmadan, Müslümanlık sıyrılıp gitmektedir.
Bu zaman, bidatler dünyayı kapladığından, karanlık bir gece
gibi görünmektedir. Sünnetler çok azalmakta, nurları da, bir karanlık gecede,
tek tük uçan ateş böcekleri gibi parlamaktadır. Bidat işlenmesi çoğaldıkça,
gecenin karanlığı artmakta, sünnetin nuru azalmaktadır. İsteyen, bidat
karanlığını çoğaltsın, şeytan fırkasını kuvvetlendirsin! İsteyen de sünnetin
nurunu arttırsın. Şunu iyi bilmelidir ki, şeytan fırkasının sonu felakettir.
Allahü teâlânın fırkasında olan, saadet-i ebediyeye erecektir.”