Safer ayı denildiğinde akla şanssızlık geliyor peki bu doğru mudur?Safer Ayı için hangi dualar okunmalı ?

Safer ayı

                                             SAFER AY’I HAKKINDA

 

Hicri ayların ikincisi olan Safer ayı halk arasında yanlış bir şekilde bela ve musibetlerin yaşandığı ay olarak biliniyor. Safer ayı ile ilgili namaz ve dua tavsiyeleri dilden dile dolaşıyor.



Safer ayı Hicrî ayların ikincisidir


Peki, merhameti sonsuz Cenab-ı Allah'ın kulları için bir 'bela ayı' söz konusu olabilir mi?İslam dininde bazı ay ve günlerin daha mukaddes sayıldığı biliniyor. 'On bir ayın sultanı' diye adlandırdığımız Ramazan ayı, kandil geceleri veyahut 'Müslümanların bayramı' dediğimiz cuma günü bu ay ve günlerden bazıları. Böyle günlerde ibadetlerimize daha fazla özen gösterir, hal ve hareketlerimizde daha dikkatli oluruz. Ancak Safer ayı, diğer gün ve ayların tam aksine halk arasında 'gökten belaların yağmur gibi yağdığı ay' olarak tasvir ediliyor. Bu aya özel namaz ve dualar dilden dile dolaşıyor. Belalardan korunmak için daha fazla sadaka verilmesi tavsiye ediliyor. 

CAHİLİYE DÖNEMİ BİLGİSİ


Hicrî takvimin ikinci ayı olan safer ayını bu şekilde nitelendirmek doğru değildir. Çünkü, Safer ayına ithaf edilen bu etiketin kaynağı cahiliye devri Araplarına dayanıyor. Rivayetlere göre bu ayda yaşanan çeşitli sıkıntılar yüzünden Araplar safer ayınışanssız olarak görmeye başlar. Ancak İslamî döneme geçildiğinde bu yanlış algıyı düzeltmek için safer ayına 'saferü'l-hayr' ya da saferü'l-muzaffer' denilmeye başlanır.





HZ. MUHAMMED'İN HASTALANDIĞI AY


Ayengin Peygamber Efendimiz'in, bu ayda hastalanmasını safer ayının şanssızlığına delil gösteren anlayışa da şu yorumu yapıyor: 


"Acaba sevgili Peygamberimiz (sas) belayı, şanssız hak edecek ne yapmıştı ki, böyle sözüm ona bir ayda -eğer safer, bela ayı ise- hastalandı. Başka aylarda hastalananlar hangi bela sebebiyle hastalanıyor. Böyle bir mantık olmaz. Her insan bu dünyaya belirli bir süreliğine gelir ve ömrü sona erince ahirete gider. Niye bugün de yarın değil sorularını cevaplamak imkânsızdır. Hz. Peygamber'in safer ayında hastalandığı rivayet edilir. Ancak bunu, safer ayı yüzünden var olduğu şeklindeki bidat anlayışla ilişkilendirmek doğru değildir."




Dinimizde şanssızlık yoktur


Sual: Komşularım bana, (Seni görünce, bize şanssızlık geliyor, işimiz hiç rast gitmiyor) diyorlar. Salı günü iş yapmayşanssız sayanlar vardır. Dinimizdeşanssızlık diye bir şey var mıdır?


CEVAP


, iyilik getiren şey veya belirti, hayır, iyilik, bereket. 


şanssız, kötülük ve zarar getirdiği sanılan şey.


şanssızlık, bir şeyi veya bir olayı kötüye yorumlamak.


Bir şeyin, bir günün veya bir yerin şanssız sanılması, Yahudilikte vardır. Hristiyanlıkta da, 13 rakamının şanssızlık getirdiğine inanılır. Dinimizde ise, bir şeyişanssızlığa yormak yoktur. Fakat, (Şu iş veya şu ev bana şanssız geldi) gibi sözleri söylemekte mahzur yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: 


(Müslümanlıktaşanssızlık  [bir şeyi kötüye yorumlamak] yoktur.) [Mektubat-ı Rabbani 3/41]


(Bir şeyi şanssızlık  yorma, hayra yor! Sizden biriniz, hoşuna gitmeyen şanssızlık  zannettiği bir şey görünce, şöyle desin: "Ya Rabbi! İyilikleri veren, kötülükleri defeden ancak sensin. Lâ havle velâ kuvvete illâ bike.") [Beyheki] 


Hazret-i İkrime anlatır:


Bir kuş ötüp geçtiğinde, oradakiler yorumda bulundular. İbni Abbas hazretleri de, (Hayra da, şerre de alamet değildir) buyurdu. Bir olayı hayra yormakta ise mahzur yoktur. Çünkü Peygamber efendimiz, gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi şanssızsaymazdı. (İ. Ahmed)


Safer ayı ve şanssızlık


Sual: Safer ayının şanssız , bu ayda bela ve musibetlerin geldiği doğru mudur? Başka hangi ay ve hangi gün şanssızdır


CEVAP


Safer ayı ile diğer ay ve günlerin şanssız olduğu doğru değildir. Dinimizde şanssız gün veya ay yoktur. Mektubat-ı Rabbanide bildiriliyor ki:


Günlerin şanssızığı, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ile bitmiştir.şanssızgünler, eski ümmetlerde vardı. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:


(Günler, Allah'ın günleridir, kullar da, Allah'ın kullarıdır.) [1/256]


Yani, Allahü teâlâ kulu da, günleri de, ayları da şanssız olarak . Kul, dinimizin emrine uymayıpşanssız şeyler yaparsa, şanssız kimse olur. Bazı günlerde kötü şeyler yaparsa, o günler ona şanssız gelmiş olur.


Çarşamba şanssız  değildir


Sual: Bazı günlereşanssızlık var deniyor. Mesela Eyüp aleyhisselama bela geldiği gün Çarşamba olduğu için, o gün, kan alınmasının, hasta ziyaret etmenin ve tırnak kesmenin yasak olduğu söyleniyor. Çarşamba günü şanssız mudur?


CEVAP


Bir şeyin, bir günün veya bir yerinşanssız sanılması, Yahudilikte vardır. Hristiyanlıkta da, şanssızlıklar vardır. Mesela Hristiyanlar,13 rakamınınşanssız  getirdiğine inanırlar.


Dinimizde şanssızgün olmadığı gibi, şanssızlık diye bir şey yoktur. İmam-ı Gazali hazretleri, (şanssızlığa  inanmak şeytandandır) buyuruyor. Hazret-i İkrime de bildirir ki:


Resulullah, gördüğü şeyleri hayra yorar, hiçbir şeyi şanssızsaymazdı. (İ. Ahmed)


İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:


Günlerinşanssız, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselamın gelmesi ile bitmiştir. şanssız günler, eski ümmetlerde vardı. Hiçbir gün, başka günlerden üstün değildir. Cuma, Ramazan ve diğer mübarek günler, İslamiyet üstün tuttuğu için üstündür.


Ruhul-beyan'da, Tevbe suresi, 37. âyetinin tefsirinde diyor ki:


(Resulullah teşrif edince, günlerin müminlere şanssız olmaları kalmadı.)


Üç hadis-i şerif meali şöyledir:


(Müslümanlıkta şanssızlık yoktur.) [Mektubat-ı Rabbani 3/41]


(Şanssızlığa inanan bizden değildir.) [Bezzar, Hadika]


(şanssızlıkl düşüncesinin, kendisini, ihtiyacı olan bir işi yapmaktan alıkoyan kimse, Allah'a şirk koşmuş sayılır.) [İ. Ahmed]


Dinimizdeşanssız gün yok ama, şansszı sayılan mübarek gün ve geceler vardır. Bunlar mübarek diye, ötekilere şanssız demek yanlış olur.


Çarşamba ve Cumartesi hacamat yaptırmak mekruhtur. Bir rivayette de Cuma günü de kan aldırmak mekruhtur. Mekruh olması, bu günlerin şanssız gün olduğunu göstermez. 


Cumartesi günü oruç tutmak mekruh, bir rivayette de Cuma günü de oruç tutmanın mekruh olduğu bildirilmiştir. Cuma ve cumartesi günü oruç tutmak, mekruh olduğu için, bugünlere şanssız  denmez. Bayram günleri de oruç tutmak haram olduğu içinşanssız  denmez. Allahü teâlâ şanssız gün ve şanssızlık değildir. .hiçbir şey de lüzumsuz değildir. 


İbni Abidin hazretleri, kendi zamanında Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi günleri hasta ziyareti yapılmaması şeklinde bir âdet olduğunu, bu âdete uymanın mahzuru olmadığını bildiriyor. Bu ifade, bu günleri hasta ziyaret etmenin şanssız olduğunu göstermez. Halkın âdet ettiği şeylerin aksini yaparak tepkiye sebep olmamalı deniyor. Mesela Urfa'daki balıklı gölün balıklarını yiyen ölür deniyor. Tıbben aksi ispat edilmediği sürece böyle şeyleri yememek iyi olur.


İki hadis-i şerif meali şöyledir:


(İnsan, şu üç şeyden kurtulamaz: şanssızlık, su-i zan ve haset. Su-i zan edince, buna uygun hareket etmeyin.şanssız sandığınız şeyi, Allaha tevekkül ederek yapın. Hased ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyin!) [Beyheki]






 SAFER AYI DUASI


Allahümme ferricna biduhulis safer, vahtimlena bilhayri vezzafer. 


Safer ayı cezaların indiği bir aydır. Bunun için ilk gün hemen yukarıdaki duayı okuyup, oruçlu olmak ve çok sadaka vermek lazımdır.


Peygamber Efendimiz (sav) safer ayının ilk çarşambası ve son çarşambası şu duayı 100 defa okumamızı tavsiye buyuruyorlar;


Ya dafial belaya idfa'annel belaya, fallahu hayrun hafizan ve huve erhamurrahimin. İnneke ala külli şey'in kadir.


Manası:Ey belaları defeden (Allah'ım)! Bizden belları uzak eyle. Allah (c.c) muhafa edenlerin en hayırlısı ve o merhametlilerin en merhametlisidir. O herşeye gücü yetendir.


Hemen başta belirtelim ki İslamiyette şanssızlık yoktur. Böyle şeyler Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta vardır. Mesela Hıristiyanlar "13" rakamının şanssızlık getirdiğine inanırlar.


İmam-ı Gazali hazretleri, (şanssızlığa inanmak şeytandandır) buyuruyor. Eskiden, Arabistan'da yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı. Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp, yola devam ederler, sola uçarsa, şanssız sayıp geri dönerlerdi. Hazret-i İkrime anlatır:


"Bir kuş ötüp geçtiğinde, oradakiler yorumda bulundular. İbni Abbas hazretleri de, (Hayra da, şerre de alamet değildir) buyurdu. Bir olayı hayra yormakta ise mahzur yoktur. Çünkü Peygamber efendimiz, gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi şanssız saymazdı." (İ. Ahmed)


Bir şeyi şanssızlığa yormak uygun değil, ancak "Şu iş veya şu ev bana şanssız geldi" gibi sözleri söylemekte mahzur yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(Müslümanlıkta şanssızlık [bir şeyi kötüye yorumlamak] yoktur.) [Mektubat-ı Rabbani 3/41]


(Bir şeyi şanssızlığa yorma, hayra yor! Sizden biriniz, hoşuna gitmeyen şanssızlık zannettiği bir şey görünce, şöyle desin: "Ya Rabbi! İyilikleri veren, kötülükleri defeden ancak sensin. Lâ havle velâ kuvvete illâ bike.") [Beyheki]


(Yumuşak muamele şanssızlık[iyilik], sert davranmakşanssızlık [kötülük] getirir.) [Harâiti]


(Uğuru [hayrı] ve şanssızlığı [şerri] en çok olan uzuv dildir.) [Taberani]


***


Muharrem ayı bitti şimdi Safer ayındayız. Bazıları da bu ayı şanssız sayıyor. Safer ayının şanssız olduğu doğru değildir. Dinimizde şanssız  gün veya ay yoktur. Mektubat-ı Rabbanide bildiriliyor ki:


"Günlerin şanssızlığı, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ile bitmiştir. şanssız günler, eski ümmetlerde vardı. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Günler, Allah'ın günleridir, kullar da, Allah'ın kullarıdır.) [1/256] Yani, Allahü teâlâ kulu da, günleri de, ayları da şanssız olarak . Kul, dinimizin emrine uymayıpşanssız şeyler yaparsa, şanssız kimse olur. Bazı günlerde kötü şeyler yaparsa, o günler ona şanssız gelmiş olur.


Ruhul-beyan'da, Tevbe suresi, 37. âyetinin tefsirinde diyor ki:


"Resulullah teşrif edince, günlerin müminlere şanssız olmaları kalmadı."
Muharrem ayının on ikinci günü buyurdu ki: "Bana bu dünyadan öbür dünyaya gitmeme kırk veya elli gün kaldığını bildirdiler. Mezarımı da gösterdiler." Bu sözleri dinleyenler üzüldüler ve şaşa kaldılar. Ciğerlerindeki yara yeniden tazelendi. O günlerde, oğlu Muhammed Said bir gün, imam-ı Rabbani hazretlerini ağlarken gördü. Sebebini sordu. Cevabında; "Allahü teâlâya kavuşmanın sevinci ile ağlıyorum" buyurdu. Yine oğlu; "Allahü teâlâ, bu işi, bu dünyada çok sevdiklerinin isteğine bırakır. Madem ki, siz bu kadar çok istiyorsunuz, elbette gidersiniz" diye arz etti. Bu sözü söyleyen oğullarında bir değişme gördü ve buyurdu ki: "Muhammed Said! Allahü teâlânın gayretine dokunuyorsun." Oğlu; "Kendi hâlime üzülüyorum" dedi ve gayet samimi bir beyanla, dert ve elem dolu kalbini dışarı vururcasına; "Ey gönlümün süruru babacığım! Bize yaptığınız bu şefkatsizlik ve acımasızlık nedendir?" diye arz etti. Bunun üzerine; "Allahü teâlâ sizden sevgilidir. Ayrıca bizim size şefkat ve yardımlarımız, vefat ettikten sonra, bu dünyadakinden daha çok olacaktır. Çünkü bu dünyada, insanlık icabı bazen ister istemez yardım ve teveccüh tam olmuyor. Halbuki öldükten sonra, beşeri sıfatlardan tamamen ayrılma vardır" buyurdu. Bunu söylediği günden itibaren, o günleri saymaya başladılar. Şöyle ki, Safer ayının yirmi ikinci gecesi kalbleri hasta eshabına; "Bugün söylediğim günlerin kırkıncı günü geçmiş oluyor. Bakalım bu yedi-sekiz günde ne zuhur eder" buyurdu. Yine oğullarına buyurdu ki: "Şu arada hasıl olan birkaç günlük sıhhatte, Allahü teâlâ, Habibine tâbi olan bir insanda bulunabilecek bütün kemalatı bana ihsan eyledi." Oğullarının bu sözlerden kalbleri parçalandı. Çünkü, bu sözlerde Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın; "Bu gün dininizi tamam eyledim" âyet-i kerimesi gelince kalblerine gelen, yani Peygamber efendimiz vefat edecektir, ilhamından bir işaret bulunduğunu anladılar.


Safer ayının yirmi üçü Perşembe günü, dervişlere, kendi mübarek elleriyle elbiselerini taksim etti. Kendi üzerinde pamuklu, sıcak tutan bir elbise bulunmadığı için, havanın soğukluğu tesir edip, tekrar sıtma hastalığına tutuldu ve tekrar yatağa düştü. Peygamber efendimiz hastalıktan kurtulup, az bir zaman sonra tekrar hasta olmuşlar ve vefat eylemişlerdi. İmam-ı Rabbani hazretleri, bu hususta da ittiba'ı (uymayı) kaçırmadı. Bu hastalıktan evvel hizmetçilerinden birine; "Mangal için şu kadar liralık kömür al!" buyurdu. Biraz sonra tekrar yanına çağırarak; "Söylediğimin yarısı tutarında kömür al, çünkü bir ses kalbime, o kömürleri yakacak kadar zaman kalmadı diyor" buyurdu. Kömürün bir kısmını kendisi için ayırtıp, diğerini çocuklarına gönderdi. Kendisine ayrılmış olan miktar, vefat ettiği gün tamamen bitmişti. Bu hastalık zamanında, yüksek ilimleri, çok fazla olarak kendi yüksek oğullarına anlattı. Bir gün ince hakikatleri beyanda o kadar uğraşıyor ve bunun için o kadar konuşuyordu ki, kıymetli oğulları Hace Muhammed Said; "Hazretinizin hastalığı bu kadar konuşmanıza elverişli değildir, bu marifetlerin beyanını bir başka zamana bıraksanız nasıl olur babacığım?" diye arz etti. Bunun üzerine: "Ey oğlum! Daha zaman ve fırsat var mı? Biliyorum ki, bir başka vakit, bu kadarını söylemeye de kuvvet ve kudret bulamıyacağım" buyurdular.


Bu günlerde hastalığı şiddetli olmasına rağmen cemaatle namaz kılmayı terk etmedi. Ancak son dört-beş gün, yalnız başına namaz kıldı. Duaları, tesbihleri, salevatları, zikri ve murakabeyi, hiçbir eksiklik olmadan yapıyordu. Dinimizin ve hocalarının yollarının inceliklerinden hiçbirini terk etmiyordu. Bir gece, gecenin üçüncü yarısında kalkıp abdest aldı. Teheccüd namazını ayakta kıldı ve; "Bu bizim son teheccüdümüzdür" buyurdu.


Vefatından biraz önce, kendinden geçme hali görüldü. Büyük oğlu, bu kendinden geçme halinin çokluğu, hastalığın şiddetinden mi, yoksa istiğrak (nurlara gömülme) sebebi ile midir, diye arz etti. Cevabında; "İstiğrak sebebi iledir. Çünkü, bazı çok yüksek haller görünüyor. Bunun için onlara teveccüh ediyorum, tâ ki hepsini oldukları gibi görebileyim ve bunlarla her şeyim tamam ve kâmil olsun" buyurdu. Bu derin sırlardan kısaca yüksek oğullarının kulaklarına fısıldadı. Bu kendinden geçme halinden kurtulunca, ciğeri yaralı, kalbi yanık talebelerine elveda sözünü hatırlatan, vasiyetlerini söylemeye başladı. Bu vasiyetlerin çoğu; mutabeata, Peygamberimize tâbi olmaya teşvik, sünnete yapışma, bid'atten kaçınma, zikir ve murakabeye devam etme hakkında idi.


Buyurdu ki: "Sünnete çok sıkı sarılmak lazımdır." Bu sözleriyle de Peygamber efendimize uymak istemişlerdi. Çünkü, Peygamber efendimiz vefat edecekleri zaman böyle nasihat eylemişlerdi. Abbad bin Sariye'den, Tirmizi ve Ebu Davud şöyle rivayet eder: "Resulullah efendimiz bize vaaz ediyordu. Bu vaazdan kalbler ürperiyor. Gözler yaşarıyordu. Dedik ki: "Ya Resulallah! Bu sözleriniz veda vaazına benziyor, bize vasiyet ediniz." Resulullah aleyhisselam buyurdular ki: "Size vasiyetim olsun: Allah'tan korkunuz, bir köle bile emr-i ilahiyi bildirse dinleyiniz ve yapınız. Yaşayanlarınız çok şeyler görecek. O zaman benim ve Hulefa-i raşidinin sünnetine gayet sıkı sarılınız, onu elden kaçırmayınız. Dinde bid'atten çok sakınınız. Çünkü bütün bid'atler dalalettir, sapıklıktır."


İmam-ı Rabbani hazretleri vasiyetine devamla şöyle buyurdu: "Dinimizin sahibi Resulullah efendimiz, nasihatlerin en incelerini bile; "Din nasihattır" hadis-i şerifi gereğince ihmal etmediler. Dinimizin kıymetli kitaplarından, tam tâbi olmak yolunu öğreniniz ve bununla amel ediniz. 


Vefat ettiği Safer ayının yirmi dokuzuncu Salı günü, gece kendine hizmet eden hizmetçilerine; "Çok zahmet çektiniz, bu sizin son zahmetinizdir" buyurdu. 


Sedirin üzerine yatınca, sünnet üzere sağ elini sağ yanağının altına koyup, zikirle meşgul oldu. Büyük oğlu Muhammed Said, babasının sık sık nefes aldığını görünce; "Hâl-i şerifiniz nasıldır babacığım?" diye arzetti. "İyiyim ve kıldığım o iki rekat namaz kâfidir" buyurdu. Bundan sonra bir daha konuşmadı. Yalnız Allahü teâlânın ismini söyledi ve biraz sonra da vefat etti. Peygamberlerin büyüklerinin çoğunun son sözleri namaz olmuştur. Bu hususta da Peygamberlerin Serverine tâbi oldu. Vefatı 1624 senesi, Safer ayının yirmi sekizi, güneş hesabı ile yirmi dokuzu, Salı günü kuşluk vakti vaki oldu.


O ay yirmi dokuz gün idi. Peygamber efendimizin vefat ayı olan Rebiül-evvel ayının ilk gecesi, Peygamber efendimizin huzuruna kavuştu. Hastalık ve humma çektiği günler, yaşının sene adedi kadar olup, altmış üç gün idi. Hadis-i şerifte; "Bir günlük humma, bir senenin kefaretidir" buyuruldu. Çektikleri hastalık, bu hadis-i şerifin manasına uygun oldu.


İmam-ı Rabbani hazretlerinin nurlu bedeni yıkama tahtasının üzerine konulup, elbiseleri soyulunca, orada bulunanlar hazret-i İmamın namazda olduğu gibi ellerini bağladığını gördüler. Sağ elinin baş parmağı ve küçük parmağını, sol elin bileğinde halka yaptı. Halbuki, oğulları vefatından sonra, kollarını düzeltip uzatmışlardı. Yıkama tahtasına yatırırken, tebessüm etti ve bir müddet bu şekilde kaldı.


Yıkayıcı, mübarek ellerini açıp düzeltti. Sol tarafa yatırdı, sağ tarafını yıkadı. Sağ tarafa yatırıp sol tarafını yıkayacağı zaman, orada bulunanlar, velilik kuvvetinin bir alameti olarak, zayıf bir hareketle ellerinin hareket ettiğini, bir araya geldiğini ve eskisi gibi tekrar sağ elinin baş ve küçük parmaklarının, sol elinin bileğinde halka yaptığını gördüler. Halbuki sağ tarafa yatınca, sağ elin sol el üzerine gelmemesi icap ederdi. Bununla beraber öyle bir kuvvetle sol elini tutmuştu ki, ayırmak ve çözmek mümkün değildi. Kefene sardıkları zaman, yine ellerinin bağlandığı görüldü. Bu hal iki-üç defa vaki oldu. Nihayet oradakiler, bunda derin bir mana ve gizli bir sır olduğunu anlayıp, bir daha ellerini açmaya uğraşmadılar ve oğulları Hace Muhammed Said; "Madem ki, muhterem babam böyle istiyor, böyle bırakalım" buyurdu. Peygamber efendimiz hadis-i şerifte; "Yaşadıkları gibi ölürler" buyurdu. Bu, Allahü teâlânın büyük bir ihsanıdır. Dilediğine ihsan eyler. Onun ihsanı boldur.


İmam-ı Rabbani hazretlerinin cenaze namazını, oğlu Hace Muhammed Said kıldırdı. Vefatında 63 yaşında idi. Serhend'de evinin yanında defnedildi. Daha sonra Afganistan padişahı Şah-i Zaman, kabri üzerine büyük ve çok sanatlı bir türbe yaptırdı. 


Büyük oğlu Muhammed Said buyurdu ki: 
"Yüksek babamı, vefatından sonra rüyada gördüm. Allahü teâlânın kendisine verdiği büyük nimetlerden tam neşe ve sevinçle anlatıyordu ve bununla iftihar ediyordu. Kendisine; "Canım babacığım, şükür makamından hiç kimseye bir nasip verdiler mi?" diye arzettim. "Evet, beni de şükredenlerden eylediler" buyurdu. Arzettim ki, Kur'an-ı kerimde mealen; "Şükreden kullar azdır" buyuruluyor. (Sebe' suresi: 13) Bu âyet-i kerimeden anlaşılan, bu cemaatin, Peygamberler olduğudur. Yahut da Peygamberlerin en büyük eshablarıdır. Hazret-i Ebu Bekri Sıddık gibi deyince; "Evet, öyledir. Fakat beni hususi bir ihsan ve inayetle, o cemaate dahil eylediler" buyurdu.


Eserleri: 
1) Mektubat: İslam âleminde imam-ı Rabbani'nin Mektubat'ı kadar kıymetli bir kitap daha yazılmamıştır. Mektubat, üç cild olup, beş yüz yirmi altı mektubunun toplanmasından meydana gelmiştir. Kelâm ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini açıklayan uçsuz bir derya gibi eşsiz bir eserdir.


Mektubat'ın birinci cildi 1616 senesinde talebelerinin meşhurlarından Yar Muhammed Cedid-i Bedahşi Talkani tarafından toplanmıştır. Birinci cildde 313 mektup vardır. Bu cildin son mektubu, Muhammed Haşim-i Keşmi'ye yazılmıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri birinci cildin son mektubunu yazınca; "Muhammed Haşim'e gönderilen bu mektupla resullerin, din sahibi peygamberlerin ve Eshab-ı Bedr'in sayısına uygun olduğundan, üç yüz on üç mektupla birinci cildi burada bitirelim" buyurmuştur.


İkinci cildi ise 1619 senesinde yine talebelerinden, Abdülhay Pütni tarafından toplanmıştır. Bu cildde Esma-i hüsna yani Allahü teâlânın hadis-i şerifte geçen doksan dokuz ismi sayısınca doksan dokuz (99) mektup vardır.


Üçüncü cild de imam-ı Rabbani hazretlerinin vefatından sonra 1630 senesinde talebelerinden Muhammed Haşim-i Keşmi tarafından toplanmış olup, bu cildde de Kur'an-ı kerimdeki surelerin sayısınca yüz on dört (114) mektup vardır. Her üç cildde toplam beş yüz yirmi altı (526) mektup vardı. İmam-ı Rabbani hazretlerinin vefatından sonra on mektubu daha üçüncü cilde ilave edilmiştir. Böylece toplam mektup adedi (536) olmuştur.