Cihâd ve Emr-i Ma’rûf...
15/06/2020 Pazartesi Köşe yazarı R.A
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: “Cihâddan
maksad, İslâm dînini yüceltmek ve dîn düşmânlarını zelîl etmektir..."
Büyük âlim İmâm-ı Gazâlî’nin (rahimehüllah), hem “İhyâu
Ulûmid-dîn” hem de “Kimyây-ı Seâdet” isimli
eserlerinde zikrettiğine göre, Sevgili Peygamberimiz, bir hadîs-i şerîfinde
buyurmuştur ki:
“Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda gazâya (cihâda) verilen
sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın (cihâdın) sevâbı da,
emr-i ma'rûf ve nehy-i anil-münker sevâbı yanında, denize nazaran bir damla su
gibidir.”
Peki bunlar arasında ne fark vardır? Şimdi bu tabîrleri, kısa kısa bir
tarîf edelim:
“Cihâd (Gazâ)”: “İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri ve Müslümân olmakla
şereflenmelerine mâni olan veya Müslümânların dînine, vatanına ve nâmûsuna
saldıran düşmânı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mâl, cân, söz, neşriyât
ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfaa etmek” demektir.
Cihâdla ilgili birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunduğu gibi, pekçok
İslâm âliminin kıymetli sözleri de vardır.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde bir âyet-i kerîmede buyuruyor ki (meâlen):
“Mâllarını, cânlarını fedâ ederek dîn düşmânları ile Allah rızâsı için
cihâd eden Müslümânlar, oturup, ibâdet edenlerden daha üstündür. Hepsine de,
Cennet'i söz veriyorum.” (Nisâ, 95)
Bir hadîs-i şerîfte de buyurulmuştur ki: “Allah yolunda cihâd eden
kimselerin hâli, gündüzleri oruçlu olup, gecelerini ibâdetle geçiren, Allahü
teâlânın âyetlerine itâat eden, namaz ve oruçtan dolayı hiçbir gevşeklik
hissetmeyen kimsenin hâli gibidir ki, yine Allah yolunda cihâd eden
üstündür.” (Terğîbül-İbâd)
Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh)
buyurmuştur ki:
“Cihâddan maksad, İslâm dînini yüceltmek ve dîn düşmânlarını zelîl etmektir. Cihâdda
şehîd ve gâzîler için bildirilen sevaplar, niyet iyi ve hâlis oluncadır.”
Yine büyük âlimlerden Muhammed Hâdimî ve İmâm-ı
Birgivî (rahmetullahi aleyhimâ) buyurmuşlardır ki:
“Cihâd üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yâni
her türlü harp vâsıtası ile yapmaktır. İkincisi, her
türlü neşriyât (basın ve yayın) vâsıtaları ile İslâmiyet'i insanlara
yaymak ve duyurmaktır. Bu cihâdı İslâm âlimleri yaparlar. Üçüncüsü ise, duâ
ile yapılan cihâddır. Bütün Müslümânların bu cihâdı yapmaları farz-ı ayndır.”
Bir de “Cihâd-ı Ekber” terimi vardır ki, “en büyük
cihâd; nefsin, insan tabîatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek
için yapılan mücâdele” demektir. Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî’nin, “Mektûbât”ında
zikrettiği bir hadîs-i şerifte de, “Küçük cihâddan cihâd-ı ekbere (en
büyük cihâda) döndük” buyurulmaktadır.
Başlıkta geçen 2. terimimiz, “Emr-i Ma'rûf”tur ki, “Dînde
emredilen şeyleri öğretmek, yaptırmak” manasındadır.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
“Ey mü'min kullarım! Emrettiğim işleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker eder iseniz, (günâhlardan, kötülüklerden alıkorsanız) başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez.” (Mâide, 108)