Rafizilerin, imamlar masumdur şaşmaz demeleri doğru mudur?
İmamın masum olması
CEVAP
Aşağıdaki yazı, Abdullah-i Süveydi hazretlerinin Hucec-i katiyyekitabından alınmıştır. İran’da Nadir Şah ve halkın huzurunda yapılan bir münazarada İranlı âlimler ve başlarındaki Mollabaşı, hakkı teslim etmek zorunda kalmışlar, Ehl-i sünnetin hak olduğunu karar vermişlerdi. Nadir Şah da, herkesin ehl-i sünnet olması için ferman çıkarmıştı. Kitapta vesikaları vardır. Münazaranın bu kısmını kitaptan nakledelim:
Molla başı dedi ki:
(İmama yani halifeye tâbi olmak, her sözüne uymak, herkese vaciptir. Uyulması vacip olan kimsenin de, günahsız, hatasız olması lazımdır. Zaten, imamın masum olduğu iki tarafın sözbirliği ile söylenmektedir. Aklı olan herkes de, böyle söyler. Çünkü, imam demek (Kendisine uyulan kimse) demektir. Giyilen gömleğe rida denildiği gibi, kendisine uyulan kimseye imam denilir. İmamın yanlış bir şey söyleyeceği veya yapacağı düşünülürse, o zaman, buna güvenilemez. Herkesi felakete, uçuruma sürükleyecek veya Allah’ın emirlerine uymayacak bir şey söylemesi, yapması umulur. İmama uymayı Allah emrettiği için, imam şaşmaz değilse Allah, yanlış olabilecek şeye uymayı emretmiş olur. Bu ise, akla da, dine de sığmayan bir şeydir.)
CEVAP
İmamın masum, şaşmaz olması sözbirliği ile lazımdır, demeniz ve bu da, İslamiyet’in emri demek olduğunu iddia etmeniz, büsbütün yanlış, bozuk bir davranıştır. Çünkü siz Şiiler, İcmaa, sözbirliğine zaten kıymet vermiyorsunuz. İcma, delil olamaz, İslamiyet’in emrini bildiremez diyorsunuz.
İnandığınıza göre, icma, delil-i şer’i değil imiş. Bunun için, yukarıdaki icmaa dayanan davanız, itikadınıza, imanınızın esasına uymamaktadır. Yok eğer, sözbirliği demeniz, Şiilerin de, bu söze katıldığını anlatmak ise, imamiyye fırkasının ortaya çıkmasından önce olan bütün İcmaların çürük, bozuk olması lazım gelir. Hatta, Hazret-i Ali’nin halife seçildiği zaman, Şiilik bulunmadığı için, bu seçimdeki sözbirliğinin bâtıl, bozuk olması, haksız halife olması lazım gelir. Hatta, daha ince düşünürsek, Hazret-i Muaviye’nin hak üzere, doğru halife olduğu anlaşılır. Çünkü, Hazret-i Muaviye’nin halifeliği Şii fırkası da içinde bulunmak üzere, Hazret-i Hasan ve bütün müslümanlar tarafından tanınmıştı. İmam kendisine uyulan kimse demek ise de, bunun masum, şaşmaz olacağını gösteren hiçbir delil yoktur. Buna delil gösterilmek istenirse, aşağıdaki beş yol ile, kolayca red edilir:
1) Emirin ve hakimin yalnız sözlerine uymak vaciptir. Sözüne uyulan kimsenin, işlerinde şaşmaz olduğuna inanmak lazım gelmez.
2) Şii fırkasına göre, müftü, masum, yani şaşmaz değildir. Halbuki, müftünün sözlerini dinlemek herkese vaciptir.
3) Adalet üzere olduğu görülen herkesin şahit olmasını hakim kabul eder. Şahitlerin sözü ile, hakim karar verdiği için şahitlerin masum olması lazım gelmez.
4) Sahibinin, haram olan şeylerden başka olan her emrine, kölesinin itaat etmesi lazımdır. Böyle olduğu için, efendisinin masum olması lazım gelmez.
5) Namazın her yerinde, cemaatin imama uyması vaciptir. İmam bu namazını bir dünya menfaati için veya rükuu ve secdeleri Allah’tan başkası için yapmış ise de, cemaatin, buna uyması lazımdır.
Bu beş yerde, uyulan kimsenin masum olması lazım değildir.
Molla başı söz alıp:
(Tâbi olmak, uymak demekle, biz bunları düşünmedik. Az ve çok kuvvetli olan şeylere söylenebilen tâbi olmak manasını düşündük. En kuvvetlisi, Resulullahın Gadir-i Hum denilen yerde, yanında bulunanlara, (Ben size, kendi canınızdan daha evla değil miyim?)buyurdu. Evet ya Resulallah, dediler. (Öyle ise, ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlası olmalıdır!) buyurdu. Tâbi olmak demek, işte böyle mevlası olmaktır. Sizin yukarda saydığınız beş örnekte bildirdiğiniz gibi, tâbi olmak, genel manaya alınırsa, yine, sizin dediğiniz gibi olmaz. Çünkü, amirlere ve hakimlere uymak vacip ise de, yalnız masum olan imamın [yani halifenin] tayin ettiğine vaciptir. Böyle olmayanlara uymak vacip olmaz. Şiilerin, müftülere uymak lazımdır demesi, bunların şahsına uymak demek değildir. Kendileri, masum olan imam tarafından tayin edilmiş olduğu içindir. Onun vekili olduklarından, onların emri, imamın emri demektir. Yoksa, müftünün, kendi sözlerine uymak lazım gelmez. Başkalarına uymak ise, yalnız yapılması caiz olan sözlerine uymak, Allah tarafından emredildiği için, lazımdır. Halbuki imama [yani halifeye] uymak, yukarda bildirilenlerden daha umumidir. Bunun için, bunlara benzetilemez, dedi.
CEVAP
Tâbi olmak, uymak deyince, şüpheli şeyler anlaşılmaz. Bu kelime, mütevati sözlerdendir. İnsanlık ve hayvanlık sıfatları gibi. [Mütevati, bir cins içinde bulunan fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunan sıfat demektir.] Çünkü, uymak demek, tâbi olanın, uyduğu kimsenin arkasında gitmesi demektir. Bir kimse, bir büyüğe uyarsa, o kimseye (tâbi) ve O büyük zata (metbu) denir. Tâbiin metbuuna uymasının az ve çok olması ve uyduğu zamanın da kısa ve uzun olması, uymayı değiştiriyor ise de, bu değişenler (uymak) işinin özünü değiştirmez. Bunun mütevati olmasını bozmaz. Çünkü, üsul âlimleri de, başkaları da, söz birliği ile diyor ki, müşekkik olan başkalık, ancak, işin özünde olan başkalıktır. Zaman ve azlık, çokluk başkalığı değildir. [Müşekkik - Bir cins içindeki fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunmayan sıfattır. İlim gibi.]
Uymak sözünden, eğer (iktida) manasını anlıyorsanız, bu da mütevatidir. Çünkü, iktida, her işte uymaktır. Kendi kendine bir şeyi az veya çok yaparsa, iktida etmiş olmaz. Her ne kadar, işin bir kısmında uymaya da, iktida etmek denirse de, işin hepsinde iktida etmiş sayılamaz. Bunlardan anlaşılıyor ki, sizin tâbi olmak sözünüzün en kuvvetli kısımlarından biri de (uyulanın, tâbi olan tarafından, çok sevilmesi) olduğunu söylemeniz yanlıştır, boş yere kürek çekmektir. Çünkü, bu mana, hiçbir bakımdan, tâbi olmak değildir. Hele, sizin bildirdiğiniz mana, (Birinizin beni sevmesi, kendini ve çocuğunu ve ana babasını ve bütün insanları sevmesinden daha çok olmadıkça, bu kimse, tam bir iman etmiş olmaz) hadis-i şerifinde bildirilen Resulullah efendimizi sevmek gibi olan, İslamiyet’in emrettiği, ihtiyari olan muhabbetten değildir. Siz ise, bu hadis-i şerifteki sevmeyi, halife seçmek sandınız ve halifeleri Resulullah efendimize benzettiniz ki, böyle benzetmek, her bakımdan bozuktur, dedim. Molla başı sustu. (Hucec-i katiyye)
Büyük İslam âlimi şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
Şiilere göre Halifenin bütün ümmetten efdal olması ve masum olması ve Allahü teâlâ ve Resulullah tarafından seçilmiş olması lazımdır.
Bütün ümmetten üstün olmak, Peygamber vekili olan Halifeler için sahihtir. Çünkü, bunlar, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden mana çıkarır ve İslamiyet’i bildirirler. İslamiyet’i her yere yayarlar. Bunlar bütün ümmetten üstün olmazsa, yaptıklarına güvenilmez.
Masum yerine mahfuz demek lazımdır. Yani Allahü teâlâ onları korur ve kuvvetlendirir. Allah ve Resulü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lazımdır. Ehl-i sünnet vel-cemaat böyle söylemiştir. Böylece Şeyhaynın, hatta dört Halifenin hak halife olduklarını bildirmişlerdir. İslamiyet’in başlangıcında Halifelerin böyle olması lazımdır. Çünkü, İslamiyet’i kurdular ve her yere yaydılar. Dört Halifeden sonra gelenler ise, (Melik-i adud) idi. Devlet ve hükümet reisi idiler. İlim başka ellerde idi.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Biz bu işe peygamberlikle ve Allahü teâlânın rahmeti ile başladık. Bundan sonra, hilafet ve rahmet olur. Ondan sonra, melik-i adud olur. Ondan sonra da, ümmetimde zulüm, işkence ve fesat olur. İpekli giymek, içki içmek ve zina helal yapılır ve yardımcıları çok olur. Kıyamete kadar böyle gider.) [İzalet-ül-hafa]
Müftüler de böyledir. İlk zamanlarda, müftülerin âlim olması lazım idi. Şimdi ise müftü olmak için, eskilerin kitaplarını okuyup anlayabilmek kâfidir. Masum olmak da, âdet olarak yapılan işlerde masumluktur. Çünkü, şimdi insanların muameleleri, kazanmaları, geçimleri âdete göredir. Akla dayanan temel bilgilere göre değildir. (Kurret-ül ayneyn)
Günahtan mâsum insan olur mu?
Sual: İbni Sebeci biri diyor ki:
“(Allah, sizi tertemiz kılmak istiyor) âyeti, peygamberler gibi, Ehl-i beytin de günahsız yani mâsum olduğunu göstermektedir. Onlar hata işlemez. Dolayısıyla Fedek hurmalığı konusunda hazret-i Fâtıma’nın üzülmesi için Ehl-i sünnet âlimlerinin (İnsanlık icabı idi) demeleri çok yanlıştır. Çünkü onlar hata etmez.”
İsmet sıfatı, yalnız peygamberlere mahsus değil midir?
CEVAP
Elbette, ismet sıfatı yani günahtan mâsum olmak sadece peygamberlere mahsustur. Ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbiri, (Ehl-i beyt, peygamberler gibi mâsumdur) dememiştir.
Hiçbir kitaptan nakil yapmadan âyet-i kerimeyi kendi görüşüne göre tefsir etmek çok tehlikelidir. Mektubat-ı Rabbânî’deki hadis-i şerifte, (Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî)
İşte bundan dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir Sıddık, (Kur'an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)
İmam-ı Beydâvî, İmam-ı Râzî ve İmam-ı Kurtubî gibi müfessirler, Ehl-i beytin mâsum olmadıklarını, fakat Allahü teâlânın onları günahlardan temizleyeceğini bildirmişlerdir. Eğer mâsum olsalardı, (Sizi günahlardan temizleyeceğim) buyurulmazdı. Demek ki, Allahü teâlâ, onların günahlarını affediyor.
İmam-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:
Yalnız peygamberler günahsızdır. Peygamberlerin hepsi, küçük, büyük günahlardan ve çirkin hâllerden beridir, fakat onlarda sürçmeler, yani zelle vâki olmuştur. (Fıkh-ı ekber)
Peygamberler bile ictihadda yanılabilir. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?) diye sorarlardı. Peygamberler ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir Gazası’nda alınan esirlere yapılacak muamele için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Sad bin Muaz ise, başka türlü ictihad etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Sad bin Muaz’ın ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Peygamber efendimiz bile ictihadında hata ederken, Ehl-i beyt niye hata etmesin ki? Bunun aksini savunmak, İslâmiyet'i yani Ehl-i sünneti bozmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
Aşağıdaki yazı, Abdullah-i Süveydi hazretlerinin Hucec-i katiyyekitabından alınmıştır. İran’da Nadir Şah ve halkın huzurunda yapılan bir münazarada İranlı âlimler ve başlarındaki Mollabaşı, hakkı teslim etmek zorunda kalmışlar, Ehl-i sünnetin hak olduğunu karar vermişlerdi. Nadir Şah da, herkesin ehl-i sünnet olması için ferman çıkarmıştı. Kitapta vesikaları vardır. Münazaranın bu kısmını kitaptan nakledelim:
Molla başı dedi ki:
(İmama yani halifeye tâbi olmak, her sözüne uymak, herkese vaciptir. Uyulması vacip olan kimsenin de, günahsız, hatasız olması lazımdır. Zaten, imamın masum olduğu iki tarafın sözbirliği ile söylenmektedir. Aklı olan herkes de, böyle söyler. Çünkü, imam demek (Kendisine uyulan kimse) demektir. Giyilen gömleğe rida denildiği gibi, kendisine uyulan kimseye imam denilir. İmamın yanlış bir şey söyleyeceği veya yapacağı düşünülürse, o zaman, buna güvenilemez. Herkesi felakete, uçuruma sürükleyecek veya Allah’ın emirlerine uymayacak bir şey söylemesi, yapması umulur. İmama uymayı Allah emrettiği için, imam şaşmaz değilse Allah, yanlış olabilecek şeye uymayı emretmiş olur. Bu ise, akla da, dine de sığmayan bir şeydir.)
CEVAP
İmamın masum, şaşmaz olması sözbirliği ile lazımdır, demeniz ve bu da, İslamiyet’in emri demek olduğunu iddia etmeniz, büsbütün yanlış, bozuk bir davranıştır. Çünkü siz Şiiler, İcmaa, sözbirliğine zaten kıymet vermiyorsunuz. İcma, delil olamaz, İslamiyet’in emrini bildiremez diyorsunuz.
İnandığınıza göre, icma, delil-i şer’i değil imiş. Bunun için, yukarıdaki icmaa dayanan davanız, itikadınıza, imanınızın esasına uymamaktadır. Yok eğer, sözbirliği demeniz, Şiilerin de, bu söze katıldığını anlatmak ise, imamiyye fırkasının ortaya çıkmasından önce olan bütün İcmaların çürük, bozuk olması lazım gelir. Hatta, Hazret-i Ali’nin halife seçildiği zaman, Şiilik bulunmadığı için, bu seçimdeki sözbirliğinin bâtıl, bozuk olması, haksız halife olması lazım gelir. Hatta, daha ince düşünürsek, Hazret-i Muaviye’nin hak üzere, doğru halife olduğu anlaşılır. Çünkü, Hazret-i Muaviye’nin halifeliği Şii fırkası da içinde bulunmak üzere, Hazret-i Hasan ve bütün müslümanlar tarafından tanınmıştı. İmam kendisine uyulan kimse demek ise de, bunun masum, şaşmaz olacağını gösteren hiçbir delil yoktur. Buna delil gösterilmek istenirse, aşağıdaki beş yol ile, kolayca red edilir:
1) Emirin ve hakimin yalnız sözlerine uymak vaciptir. Sözüne uyulan kimsenin, işlerinde şaşmaz olduğuna inanmak lazım gelmez.
2) Şii fırkasına göre, müftü, masum, yani şaşmaz değildir. Halbuki, müftünün sözlerini dinlemek herkese vaciptir.
3) Adalet üzere olduğu görülen herkesin şahit olmasını hakim kabul eder. Şahitlerin sözü ile, hakim karar verdiği için şahitlerin masum olması lazım gelmez.
4) Sahibinin, haram olan şeylerden başka olan her emrine, kölesinin itaat etmesi lazımdır. Böyle olduğu için, efendisinin masum olması lazım gelmez.
5) Namazın her yerinde, cemaatin imama uyması vaciptir. İmam bu namazını bir dünya menfaati için veya rükuu ve secdeleri Allah’tan başkası için yapmış ise de, cemaatin, buna uyması lazımdır.
Bu beş yerde, uyulan kimsenin masum olması lazım değildir.
Molla başı söz alıp:
(Tâbi olmak, uymak demekle, biz bunları düşünmedik. Az ve çok kuvvetli olan şeylere söylenebilen tâbi olmak manasını düşündük. En kuvvetlisi, Resulullahın Gadir-i Hum denilen yerde, yanında bulunanlara, (Ben size, kendi canınızdan daha evla değil miyim?)buyurdu. Evet ya Resulallah, dediler. (Öyle ise, ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlası olmalıdır!) buyurdu. Tâbi olmak demek, işte böyle mevlası olmaktır. Sizin yukarda saydığınız beş örnekte bildirdiğiniz gibi, tâbi olmak, genel manaya alınırsa, yine, sizin dediğiniz gibi olmaz. Çünkü, amirlere ve hakimlere uymak vacip ise de, yalnız masum olan imamın [yani halifenin] tayin ettiğine vaciptir. Böyle olmayanlara uymak vacip olmaz. Şiilerin, müftülere uymak lazımdır demesi, bunların şahsına uymak demek değildir. Kendileri, masum olan imam tarafından tayin edilmiş olduğu içindir. Onun vekili olduklarından, onların emri, imamın emri demektir. Yoksa, müftünün, kendi sözlerine uymak lazım gelmez. Başkalarına uymak ise, yalnız yapılması caiz olan sözlerine uymak, Allah tarafından emredildiği için, lazımdır. Halbuki imama [yani halifeye] uymak, yukarda bildirilenlerden daha umumidir. Bunun için, bunlara benzetilemez, dedi.
CEVAP
Tâbi olmak, uymak deyince, şüpheli şeyler anlaşılmaz. Bu kelime, mütevati sözlerdendir. İnsanlık ve hayvanlık sıfatları gibi. [Mütevati, bir cins içinde bulunan fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunan sıfat demektir.] Çünkü, uymak demek, tâbi olanın, uyduğu kimsenin arkasında gitmesi demektir. Bir kimse, bir büyüğe uyarsa, o kimseye (tâbi) ve O büyük zata (metbu) denir. Tâbiin metbuuna uymasının az ve çok olması ve uyduğu zamanın da kısa ve uzun olması, uymayı değiştiriyor ise de, bu değişenler (uymak) işinin özünü değiştirmez. Bunun mütevati olmasını bozmaz. Çünkü, üsul âlimleri de, başkaları da, söz birliği ile diyor ki, müşekkik olan başkalık, ancak, işin özünde olan başkalıktır. Zaman ve azlık, çokluk başkalığı değildir. [Müşekkik - Bir cins içindeki fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunmayan sıfattır. İlim gibi.]
Uymak sözünden, eğer (iktida) manasını anlıyorsanız, bu da mütevatidir. Çünkü, iktida, her işte uymaktır. Kendi kendine bir şeyi az veya çok yaparsa, iktida etmiş olmaz. Her ne kadar, işin bir kısmında uymaya da, iktida etmek denirse de, işin hepsinde iktida etmiş sayılamaz. Bunlardan anlaşılıyor ki, sizin tâbi olmak sözünüzün en kuvvetli kısımlarından biri de (uyulanın, tâbi olan tarafından, çok sevilmesi) olduğunu söylemeniz yanlıştır, boş yere kürek çekmektir. Çünkü, bu mana, hiçbir bakımdan, tâbi olmak değildir. Hele, sizin bildirdiğiniz mana, (Birinizin beni sevmesi, kendini ve çocuğunu ve ana babasını ve bütün insanları sevmesinden daha çok olmadıkça, bu kimse, tam bir iman etmiş olmaz) hadis-i şerifinde bildirilen Resulullah efendimizi sevmek gibi olan, İslamiyet’in emrettiği, ihtiyari olan muhabbetten değildir. Siz ise, bu hadis-i şerifteki sevmeyi, halife seçmek sandınız ve halifeleri Resulullah efendimize benzettiniz ki, böyle benzetmek, her bakımdan bozuktur, dedim. Molla başı sustu. (Hucec-i katiyye)
Büyük İslam âlimi şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
Şiilere göre Halifenin bütün ümmetten efdal olması ve masum olması ve Allahü teâlâ ve Resulullah tarafından seçilmiş olması lazımdır.
Bütün ümmetten üstün olmak, Peygamber vekili olan Halifeler için sahihtir. Çünkü, bunlar, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden mana çıkarır ve İslamiyet’i bildirirler. İslamiyet’i her yere yayarlar. Bunlar bütün ümmetten üstün olmazsa, yaptıklarına güvenilmez.
Masum yerine mahfuz demek lazımdır. Yani Allahü teâlâ onları korur ve kuvvetlendirir. Allah ve Resulü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lazımdır. Ehl-i sünnet vel-cemaat böyle söylemiştir. Böylece Şeyhaynın, hatta dört Halifenin hak halife olduklarını bildirmişlerdir. İslamiyet’in başlangıcında Halifelerin böyle olması lazımdır. Çünkü, İslamiyet’i kurdular ve her yere yaydılar. Dört Halifeden sonra gelenler ise, (Melik-i adud) idi. Devlet ve hükümet reisi idiler. İlim başka ellerde idi.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Biz bu işe peygamberlikle ve Allahü teâlânın rahmeti ile başladık. Bundan sonra, hilafet ve rahmet olur. Ondan sonra, melik-i adud olur. Ondan sonra da, ümmetimde zulüm, işkence ve fesat olur. İpekli giymek, içki içmek ve zina helal yapılır ve yardımcıları çok olur. Kıyamete kadar böyle gider.) [İzalet-ül-hafa]
Müftüler de böyledir. İlk zamanlarda, müftülerin âlim olması lazım idi. Şimdi ise müftü olmak için, eskilerin kitaplarını okuyup anlayabilmek kâfidir. Masum olmak da, âdet olarak yapılan işlerde masumluktur. Çünkü, şimdi insanların muameleleri, kazanmaları, geçimleri âdete göredir. Akla dayanan temel bilgilere göre değildir. (Kurret-ül ayneyn)
Günahtan mâsum insan olur mu?
Sual: İbni Sebeci biri diyor ki:
“(Allah, sizi tertemiz kılmak istiyor) âyeti, peygamberler gibi, Ehl-i beytin de günahsız yani mâsum olduğunu göstermektedir. Onlar hata işlemez. Dolayısıyla Fedek hurmalığı konusunda hazret-i Fâtıma’nın üzülmesi için Ehl-i sünnet âlimlerinin (İnsanlık icabı idi) demeleri çok yanlıştır. Çünkü onlar hata etmez.”
İsmet sıfatı, yalnız peygamberlere mahsus değil midir?
CEVAP
Elbette, ismet sıfatı yani günahtan mâsum olmak sadece peygamberlere mahsustur. Ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbiri, (Ehl-i beyt, peygamberler gibi mâsumdur) dememiştir.
Hiçbir kitaptan nakil yapmadan âyet-i kerimeyi kendi görüşüne göre tefsir etmek çok tehlikelidir. Mektubat-ı Rabbânî’deki hadis-i şerifte, (Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî)
İşte bundan dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir Sıddık, (Kur'an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)
İmam-ı Beydâvî, İmam-ı Râzî ve İmam-ı Kurtubî gibi müfessirler, Ehl-i beytin mâsum olmadıklarını, fakat Allahü teâlânın onları günahlardan temizleyeceğini bildirmişlerdir. Eğer mâsum olsalardı, (Sizi günahlardan temizleyeceğim) buyurulmazdı. Demek ki, Allahü teâlâ, onların günahlarını affediyor.
İmam-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:
Yalnız peygamberler günahsızdır. Peygamberlerin hepsi, küçük, büyük günahlardan ve çirkin hâllerden beridir, fakat onlarda sürçmeler, yani zelle vâki olmuştur. (Fıkh-ı ekber)
Peygamberler bile ictihadda yanılabilir. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?) diye sorarlardı. Peygamberler ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir Gazası’nda alınan esirlere yapılacak muamele için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Sad bin Muaz ise, başka türlü ictihad etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Sad bin Muaz’ın ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Peygamber efendimiz bile ictihadında hata ederken, Ehl-i beyt niye hata etmesin ki? Bunun aksini savunmak, İslâmiyet'i yani Ehl-i sünneti bozmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.