İnsanlar niçin Allah’a inanmak ihtiyacı duyarlar?
İnanmak ihtiyaç mı?
CEVAP
Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe,
güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şöyle:
Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl
vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden olduğunu kabul etmez. Her şeyi bir
sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki düzenin yerli
yerince yaratılmasını tesadüf olarak kabul edemez. Bunun gibi tabiatta bulunan
canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ister istemez
kabul eder.
İnsanın kendi başına Allah’ı tanıması zor, hatta imkânsızdır. Tarih boyunca,
Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, insan; kendisini yaratan büyük
kudret sahibinin var olduğunu, aklı ile anladı. Fakat Ona giden yolu bulamadı.
İnsanlar, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan
güneşi, yaratıcı sanıp, ona tapmaya başladılar. Sonra büyük tabiat güçlerini,
fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe,
bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet
yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar çıktı.
Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları
bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da
arttı. İslamiyet’in başında Kâbe’de 360 put vardı.
Kısacası insan; Bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü
tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı!
Çünkü rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.
Kur’an-ı kerimde, (Biz, peygamber göndermeden önce azap yapıcı değiliz) buyuruldu.(İsra
15)
Allahü teâlâ; kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl
kullanılacağını onlara öğretmek, kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri
kötü, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya peygamberler gönderdi.
Peygamberler en büyük rehberlerdir. Ruh-ul beyan’da, Zümer
suresinin, (Allah’tan başkasını dost edinenler, “Biz bunlara
bizi Allah’a yaklaştırmaları için, bize şefaat etmeleri için tapınıyoruz”
derler) mealindeki 3. âyetinin tefsirinde deniyor ki:
(İnsan, kendisinin ve her şeyin yaratıcısını tanımaya elverişli olarak,
yaratılmıştır. Yaratıcısına ibadet etmek ve Ona yaklaşmak arzusu, her insanda
vardır. Fakat böyle elverişli olmanın ve bu isteğin kıymeti yoktur. Çünkü,
nefs, şeytan ve kötü arkadaş, insanı aldatarak [yaratana ve kıyamete inanmayan
birer dinsiz veya] müşrik yaparlar. Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz. Onu
tanıyamaz. Şirkten uzaklaşıp, tevhide sarılarak hasıl olan tanımak,
kıymetlidir. Bunun alameti, peygamberlere ve kitaplarına inanmak ve bunlara
uymaktır. İnsan, Allahü teâlâya ancak böyle yaklaşabilir.)
Zâriyat suresinin, (İnsanları ve cinni, bana ibadet etmeleri için
yarattım) mealindeki 56. âyet-i kerimesindeki (ibadet etmeleri için)
ifadesi, (beni tanımaları için) demektir. Yani, Allahü teâlâyı tanımak, inanmak
için yaratıldık. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması, (Onların
beni tanımakla şereflenmesi için)demektir.
Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye, (İlmin başını
öğrendin mi?) diye sordu. O da, (İlmin başı ne ki?) dedi.
Bedeviye, (İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri,
zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu
bilmektir) buyurdu.
Huzura kavuşmak için
Yalnız maddiyata inanan kimselerin çok defa dertlerine çare
bulamadıklarını, intihara kadar gittiklerini görüyor ve okuyoruz. Yalnız
maddeye inanan kimseler, çok kereler dertlerine çare bulamayıp, ümitsizliğe
kapılmaktadır. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir.
İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle
mümkündür ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr
edenler bile, muhakkak bir gün bu ihtiyacı duyarlar.
Ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Amerika’ya yerleştiği zaman, kendisinin büyük
sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün bir
üniversitede Amerika gençlerini başına toplayarak onlara şöyle hitap etmişti:
(Ben buraya gelince, çok bahtiyar olacağımı sanmıştım. Ne yazık ki, burada da
büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz.
Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor; fakat ancak maddeye önem
veriyor. Ruhları bomboş. Hâlbuki insanı hakiki insan yapan, onun tekâmül etmiş
[gelişmiş], temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye,
güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, ülkenizde bulunan ve sizi de üzen
çirkinlikler yok olmaya başlar. Dine önem verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır.
Dinine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır; çünkü
onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük güvenlik teşkilatınız
bile, herkesi gece gündüz kontrol edemez. İnsanları kötülükten alıkoyan polis
gibi, onların duyduğu Allah korkusudur.)