PEYGAMBERİMİZİN İNSANLARIN HATALARINI DÜZELTME ÜSLUBU /2 bölüm
PEYGAMBERİMİZİN İNSANLARIN HATALARINI DÜZELTME ÜSLUBU / 2 bölüm
4- Hatâya sebep olan tasavvur ve düşünceleri düzeltmesi. / 2 bölüm
Ashâb-ı kirâmdan bâzıları birgün muhterem vâlidelerimize
sorarak Allâh Rasûlü (s.a.v)’in ibâdetlerini öğrenmek istemişlerdi. Onlar da
gördüklerini anlattılar. Efendimiz’in îtidâl üzere yapmış olduğu ibâdetlerini
az gören bu kimseler kendi kendilerine:
“–Allâh’ın Rasûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmiş ve
gelecek günahları bağışlanmıştır.” dediler. İçlerinden biri:
“–Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz
kılacağım.” dedi. Bir diğeri:
“–Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım, oruçsuz
gün geçirmeyeceğim.” dedi. Üçüncü sahâbî de:
“–Ben de sağ olduğum müddetçe kadınlardan uzak kalacak, asla
evlenmeyeceğim.” diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına
geldi ve kendilerine şunları söyledi:
“–Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum!
Allâh’a yemin ederim ki ben sizin Allâh’tan en çok korkanınız ve O’na en
saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem
namaz kılıyor hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz
çeviren kimse, benden değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1)
Diğer bir rivâyete göre Allâh Rasûlü (s.a.v):
“Bâzı insanlara ne oluyor ki şöyle şöyle diyorlarmış…” (Müslim,
Nikâh, 5) şeklinde söze başlamıştır.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, bu sahâbîlerine gizlice nasihatta bulunduktan
sonra mes’eleyi umûma öğretmek isteyince onların isimlerini mübhem bırakmış ve
“Bâzılarına ne oluyor ki” diye bir konuşma yapmıştır. Bu, Allâh Rasûlü
(s.a.v)’in ümmetine olan rıfk ve merhametini, hatâsından dönen kimseleri
gizlemesini göstermektedir.
İbâdetlerde ve diğer hususlarda aşırıya gitmek nefsin
yorulup bıkmasına yol açar ve insanı asıl ibâdetlerden de alıkor. İşlerin en
hayırlısı ortasıdır.
Hatâlar çoğunlukla düşünce ve tasavvurlardaki
yanlışlıklardan kaynaklanır. Tasavvurlar düzeltildiğinde hatâlar büyük ölçüde
azalır.
Peygamber Efendimiz bu tür yanlışlıkları tashihe büyük
ehemmiyet verirdi.
Kehmes el-Hilâlî anlatıyor: Müslüman oldum ve bunu Peygamber
Efendimize haber verdim. Bir yıl geçtikten sonra tekrar Peygamberimize geldim.
Bedenim iyice zayıflamış, takatim kesilmişti. Bana şöyle bir baktı, iyice
süzdü.
“–Beni tanımadınız mı ey Allah’ın Rasûlü?” dedim.
“–Sen kimsin?” buyurdu.
“–Kehmes el-Hilâlî’yim” dedim.
“–Peki bu durumun nedir, niçin bu hale geldin?” diye
sorunca:
“–Size Müslüman olduğumu arzettiğim günden beri oruç
tutmadığım bir gün ve uyuduğum bir gece olmadı” dedim. Şöyle buyurdular:
“–Nefsine eziyet etmeni sana kim emretti? Sabır ayını
(Ramazan) oruçlu geçir, diğer aylarda da birer gün oruç tut.”
“–Benim için biraz daha artırınız ey Allâh’ın Rasûlü” dedim.
“–Sabır ayını tut ve her aydan iki gün ilâve et” buyurdu.
“–Benim için biraz daha artırınız ey Allâh’ın Rasûlü,
kendimde bunu yapabilecek kuvveti buluyorum” dedim. Bu sefer:
“–Sabır ayını ve her aydan üç günü oruçlu geçir” tavsiyesinde
bulundu. (Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, XIX, 194)
Allah Rasûlü, bu şekilde insan hayatının dengesini bozan ve
yanlış yönelmelere sebep olan hatalı düşünceleri hemen düzeltirdi.
Sehl bin Sa’d (r.a) şöyle anlatır:
Bir gün Hz. Peygamber’in yanından bir adam geçti. Rasûl-i
Ekrem (s.a.v) yanında oturan kimseye:
“–Şu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. O da:
“–Bu zât ileri gelen hatırlı kişilerden biridir. Vallahi
böyle bir adam bir kıza tâlip olsa evlendirilmeye, birine aracılık yapsa sözü
dinlenmeye lâyıktır” diye cevap verdi. Rasûlullâh (s.a.v) bir şey söylemedi.
Sonra oradan biri daha geçti. Peygamber Efendimiz yine
yanında oturana:
“–Ya bu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. Bu
defa o zât:
“–Yâ Rasûlallâh! Bu adam fakir Müslümanlardan biridir. Bir
kıza tâlip olsa, istediği kız verilmez. Birine aracılık etse, ricası kabul
edilmez. Konuşmaya kalksa, sözü dinlenmez” dedi.
Bunun üzerine Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:
“–Bu sonuncu adam, öteki gibi dünya dolusu adamdan daha
hayırlıdır.” (Buhârî, Nikâh 15, Rikak 16; İbn-i Mâce, Zühd 5)
5- Hatâyı mev’iza ile ve korkutucu cümleyi defâlarca
tekrar ederek tashih etmesi.
Mev’iza ve vaaz; işlerin âkıbetlerini hatırlatarak insanlara
nasihatta bulunmak, öğüt vermek, emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münkerde bulunmak
mânâsına gelir.
Üsâme bin Zeyd (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullâh (s.a.v), bizi Cüheyne kabilesinin Huraka kolu
üzerine göndermişti. Sabahleyin onlar sularının başında iken üzerlerine hücum
ettik. Ben ve Ensâr’dan bir kişi onlardan bir adama ulaştık. Biz onun üzerine
yürüyünce, adam: “Lâ ilâhe illallah: Allah’tan başka ilâh yoktur” dedi. Bunun
üzerine Ensâr’dan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti; ben ise mızrağımı ona
sapladım ve adamı öldürdüm. Biz Medine’ye gelince bu hâdise Peygamber
Efendimiz’in kulağına gitti ve bana:
“–Ey Üsâme! Lâ ilâhe illallah dedikten sonra adamı
öldürdün mü?” buyurdu. Ben :
“–Yâ Rasûlallâh! O, bu sözü sadece canını kurtarmak için
söyledi” dedim. Peygamber Efendimiz tekrar:
“–Lâ ilâhe illallah dedikten sonra adamı öldürdün mü?” diye
yine sordu ve bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben, daha önce Müslüman
olmamış olmayı bile temenni ettim. (Buhârî, Diyât 2, Meğâzî 45; Müslim, Îmân
l58-159)
Müslim’in bir rivâyeti şöyledir :
Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurdu:
“–Adam lâ ilâhe illallah dedi ve sen de onu öldürdün,
öyle mi?”
Ben:
“–Yâ Rasûlallâh! O, bu sözü sadece silahtan korktuğu için
söyledi” dedim. Peygamber Efendimiz:
“–Kalbini mi yardın ki, bu sebeple söyleyip söylemediğini
bilesin?” buyurdu.
Bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ilk defa o gün Müslüman
olmuş olmayı temenni ettim. (Müslim, Îmân 158)
6- Hatâyı düzeltirken Allah’ın kudretini
hatırlatmak.
Hatâları mev’iza ile düzeltmenin bir çeşidi de hatâlıya
Allâh’ın kudretini hatırlatmaktır. Ebû Mes’ûd el-Bedrî (r.a) şöyle anlatır:
Kölemi kamçı ile döverken arkamdan:
“–Ey Ebû Mes’ûd, bilesin ki…” diye bir ses
duydum. Ancak kızgınlığımdan sesin sahibini çıkaramadım, sözün gerisini de
anlamadım. Yaklaşınca bir de ne göreyim Rasûlullâh (s.a.v) değil mi! Ve bana:
“–Ey Ebû Mes’ûd! Bilesin ki Allah’ın gücü sana, senin bu
köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla yeter!” diyordu. Bunun
üzerine ben:
“–Bundan böyle bir daha asla köle dövmeyeceğim” dedim.
Müslim’deki bir rivayette:
“–Onun heybetinden elimdeki kırbaç yere düşüverdi” ifadesi
bulunmaktadır. (Müslim, Eymân 34)
Başka bir rivayette: “Bunun üzerine ben:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allâh rızâsı için bu köleyi âzat
ettim» dedim. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) de:
«–Beri bak! Eğer böyle yapmasaydın seni mutlaka ateş yakardı
(ya da cehennem ateşi seni sarardı)» buyurdu.” (Müslim, Eymân 35)
7- Hatâ yapana merhametle yaklaşması.
Bu durum, yaptığı hataya son derece pişman olan, üzülen ve
tevbe eden kimseler için geçerlidir.
İbn Abbas (r.a) şöyle anlatır:
Bir adam Peygamber Efendimiz’e gelip hanımına zıhar
yaptığını ve bu haldeyken keffâret ödemeden onunla cima ettiğini söyledi. Allâh
Rasûlü (s.a.v):
“–Allâh sana merhamet etsin, seni buna ne sevketti?” diye
sordu. O da:
“–Ya Rasûlallâh ay ışığında hanımın halhalını gördüm” dedi.
Bunun üzerine Âlemlere Rahmet Efendimiz:
“–Allâh’ın sana emrettiği (keffâreti) ödeyinceye kadar
ona yaklaşma!” buyurdu. (Tirmizî, Talâk, 19/1199)
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:
Peygamber Efendimiz’in yanında otururken bir kişi gelip:
“–Yâ Rasûlallâh helak oldum” dedi. Allâh Rasûlü (s.a.v):
“–Ne oldu?” buyurdular.
“–Oruçlu olduğum halde cima ettim.”
“–Âzâd edecek bir köle bulabilir misin?”
“–Hayır.”
“–İki ay peşpeşe oruç tutabilir misin?”
“–Hayır.”
“–Altmış fakire yemek yedirebilir misin?”
“–Hayır yâ Rasûlallâh!”
Allâh Rasûlü (s.a.v)’in yanında bir müddet bekledi. Biz o
hâldeyken Efendimiz’e bir sepet hurma getirildi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Soru soran nerede?” buyurdular. O kişi:
“–Benim yâ Rasûlallâh!” dedi. Allâh Rasûlü (s.a.v):
“–Bunu al ve tasadduk et!” buyurdu.
“–Benden daha fakir birine mi tasadduk edeceğim yâ
Rasûlallâh? Vallâhi (Medîne’nin) şu iki kara taşlığı arasında benim âilemden
daha fakiri yok!”
Rasûlallâh (s.a.v) mübârek dişleri görününceye kadar
tebessüm ettiler, sonra da:
“–Al götür onu âilene yedir” buyurdular. (Buhârî, Savm, 30)
Bu zât, alay eden ve hatâsını hafife alan bir kişi değildir.
“Helâk oldum” sözünden de anlaşılacağı gibi nefsini kınayan ve hatâsına çok
üzülen biridir. Hattâ diğer bir rivâyete göre dövünerek, saçını başını yolarak
büyük bir pişmanlıkla gelmiştir. (Ahmed, II, 516) Bu sebeple merhametle muâmele
edilmeye lâyıktır.
8- Hatâ isnâd etmede acele davranmamak.
Bir kişinin hatâlı olduğunu düşünmekte ve onu
cezâlandırmakta acele davranmayıp, teennî ile hareket etmek îcâb eder.
Mes’eleyi iyice araştırıp tam olarak öğrendikten sonra karar vermelidir.
Abbad b. Şurahbil (r.a) anlatıyor:
Amcalarımla birlikte Medine’ye geldim. Bahçelerin birine
girdim ve başaklarında bir kısmını ovmaya başladım. O esnâda bahçenin sâhibi
geldi, elbisemi aldı ve beni dövdü. Bunun üzerine Rasûlallâh (s.a.v)
Efendimiz’e gelip şikâyetçi oldum. Bahçe sâhibine birkaç kişi gönderdi. Onu
alıp getirdiler.
“–Niçin böyle yaptın?” diye sordu. O zât:
“–Yâ Rasûlallâh, bahçeme girdi, başaklarından aldı ve onları
ovaladı” dedi. Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v):
“–Câhil iken öğretmedin, aç iken doyurmadın! Elbisesini
ona geri ver!” buyurdu. Sonra da bana bir veya yarım vesk (yiyecek)
verilmesini emretti. (Nesâî, Âdâbu’l-Kudât, 21; Ebû Dâvûd, Cihâd, 85)
Hatâ sâhibinin şartlarını bilmek, ona karşı en uygun
muâmelede bulunabilmeyi sağlar.
Burada Peygamber Efendimiz bahçe sahibini azarlamamıştır.
Çünkü o hak sahibidir. Fakat üslubunun yanlış olduğunu izah etmiş ve nasıl
muâmele etmesi gerektiğini öğretmiştir.
9- Hatâlıya karşı sükûnetle muâmele etmek.
Hatâlıya kızarak sert ve şiddetli davranmak faydadan ziyâde
zarar getirir. Kötülüğü daha da genişleterek inatla yapılmasına sebep olabilir.
Enes b. Mâlik (r.a) şöyle nakleder:
Mescidde Rasûlallâh (s.a.v) ile beraberken bir bedevi geldi
ve mescidin içine bevletmeye başladı. Ashab-ı kiram “yapma, etme” diyerek adamı
bu işten vazgeçirmeye çalışırken Rasûlullâh (s.a.v):
“–Ona dokunmayınız, bevlini bitirinceye kadar serbes
bırakınız” buyurdu. Ashâb-ı kirâm da bedevîyi kendi hâline bıraktılar.
Bedevî ihtiyâcını giderince Allâh Rasûlü (s.a.v) onu yanına çağırıp şu
nasihatte bulundu:
“–Bu mescitlerde bevletmek ve büyük abdest bozmak uygun
değildir. Bu mekanlar Allah Teala’yı zikretmek, namaz kılmak ve Kur’ân okumak
için yapılmıştır.”
Veyâ buna benzer şeyler söyledi. Sonra oradakilerden birine
emretti, o da bir kova su getirip kirlenen yere döktü. (Müslim, Tahâret, 100)
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:
Bedevînin biri Mescid-i Nebevî’de küçük abdestini bozmuştu.
Sahâbîler onu azarlamaya kalkıştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurdu:
“Adamı kendi hâline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova
(veya büyük bir kova) su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz,
zorluk çıkarmak için değil.” (Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80)
Ashâb-ı kirâm mescidi temiz tutmaya ehemmiyet verdikleri
için bedevîye hemen çıkıştılar. Ancak hamâsî olarak hareket etmişlerdi. Allâh
Rasûlü (s.a.v) ise onları sükûnete dâvet etti ve mes’eleyi güzel bir üslûb ile
halletti.
Peygamber Efendimiz burada adama dokunulmamasını ve serbes
bırakılmasını istiyor. Şayet mâni olunsa adam bevlini yapamayacak ve rahatsız
olacak. Eğer hareket etse üzerini ve sağı solu daha çok pisleyecek. Peygamber
Efendimiz burada iki zarardan en hafif olanı ile hâdiseyi netîcelendirmiştir.
Küçük bir maslahatı terk ederek büyük faydalar temin etmiştir. Hem bir gönül
kazanmış hem de basit bir hareketle necaseti temizletmiştir.
Rasûlallâh (s.a.v)’in nebevî üslûbu, bedevînin gönlünde
derin bir tesir bıraktı. Bu tesir onun hakîkati anladıktan sonraki şu sözünde
kendini göstermektedir:
“–Anam babam O’na feda olsun. Beni ne azarladı, ne de bana
hakaret etti. Sâdece «Bu mescidlere bevledilmez. Buralar Allâh’ı zikretmek ve
namaz kılmak için yapılmıştır» buyurdu. Sonra da bir kova su isteyerek o yere
döktürdü. (İbn Mâce, Tahâret, 78)
İbn Hacer hadisin şerhinde şöyle der:
* Câhile rıfkla muamele etmek ve bilmediklerini yumuşak bir
üslûbla öğretmek, kesinlikle sert ve haşin davranmamak lâzımdır. Şâyet inad
ederek yanlış yapıyorsa o başka. Yumuşak davranmak onun gönlünü ısındırır.
* Burada Allâh Rasûlü’nün merhameti ve güzel ahlakı
görülmektedir.
* Necesâtten sakınmak ashâbın şahsiyet ve karakterinin bir
parçası olmuştu. Aynı şekilde iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetme
husûsunda da çok hassas idiler.
* Mâni ortadan kalktığında hemen yanlışlık ve çirkinlikler
ortadan kaldırmak îcâb eder. Burada da bedevî oradan ayrıldıktan sonra hemen
necâsetin üzerine su dökülmüştür.
10- Hatânın tehlikelerini beyân etmek.
Tebük seferinde münafıklardan birisi Rasûlullah ve ashabını
kastederek:
“–Şu bizim kurrâmız gibi midesine düşkün, dili yalancı,
düşmanla karşılaşma esnasında korkak olanını görmedim.” demişti. Ashabdan
Avf bin Mâlik:
“–Yalan söyledin, fakat sen bir münafıksın ve hiç şüphen
olmasın bu söylediklerini Rasûlullah (s.a.v)’e haber vereceğim” deyip olanları
anlatmak üzere Allâh Rasûlü’ne geldi. Baktı ki Kur’ân, hadiseyi kendisinden
önce haber vermiş. O münâfık Rasûlullâh (s.a.v)’e geldi. Yerinden ayrılmış,
devesine binmişti:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, biz eğleniyor, yolcuların yolculuktan
sıkılmasını önlemek üzere anlattığı sözler kabilinden konuşuyorduk.” dedi.
Rasûlullâh (s.a.v) de ona şu âyeti okuyordu:
“…Allâh ile, O’nun âyetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi
alay ediyordunuz?” (et-Tevbe, 65) (Vâhıdî, s. 255-256)
İbn-i Ömer der ki:
“–Sanki şu an o münafığı Rasûlallâh’ın devesinin yularından
tutmuş, taşlar ayağına çarparak kanatıyor ve o «Yâ Rasûlallâh! Biz dalmış
eğleniyorduk» derken görür gibiyim…” (Taberî, Tefsir, et-Tevbe,
65 tefsirinde)
Fahr-i Kâinât Efendimiz, münâfıklara, yaptıkları hatânın ne
kadar tehlikeli olduğunu haber vermekle iktifâ etmiştir.
11- Hatânın zararını beyan etmek.
Ebû Sa’lebe el-Huşenî (r.a) şöyle dedi:
“Sahâbîler bir yerde konakladılar mı, dere boylarına ve dağ
yollarına dağılırlardı. Rasûlullâh (s.a.v):
«–Sizin bu şekilde dağ yollarına ve dere boylarına
dağılmanız şeytandandır!» buyurdu.
O günden sonra sahâbîler, konakladıkları yerlerde
birbirlerinden hiç ayrılmadılar. Hattâ: «Bir yaygı yayılacak olsa hepsini
kaplar» denirdi.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 88/2628)
Nu’mân bin Beşîr (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullâh (s.a.v) sanki okları düzeltir gibi saflarımızı
düzeltirdi. Bizim buna alıştığımızı görünceye kadar böyle yapmaya devam etti.
Kendisi bir gün namaza çıktı ve namaz kıldıracağı yerde durdu. Tam tekbir almak
üzere iken göğsü saf hizasından dışarı çıkmış bir adam gördü. Bunun üzerine
şöyle buyurdu:
“–Ey Allâh’ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya
da Allâh Teâlâ sizin aranıza düşmanlık, buğz ve kalblerinize ihtilâf koyar da
birbirinize yüz çevirirsiniz.” (Müslim, Salât, 128)
Berâ bin Âzib (r.a) şöyle demiştir:
“Cemaatla namaz kılmaya kalktığımız zaman, Hz. Peygamber
(s.a.v) elleriyle göğüslerimize bazen de sırtlarımıza dokunur, böylece safları
düzeltir:
«–Saflarınız bozuk olmasın, sonra o bozukluk kalblerinize
sirayet eder» buyururdu. (Ahmed, IV, 304)
Yaptığı hatânın sebep olduğu kötülükleri ve karşılaşacağı
cezâyı açıklamak, hatâ sâhibini iknâ etmede mühim bir husustur. Hatânın
netîceleri bazen sâdece sâhibine zarar verirken bazen de diğer insanlara zarar verebilir.
Birinci şıkka misal şudur:
İbn-i Abbâs (r.a) der ki:
Rasûlallâh (s.a.v) zamanında rüzgâr bir kişinin üst
elbisesini kaldırmıştı. O zât hemen rüzgâra lânet etti. Bunun üzerine Efendimiz
şöyle buyurdu:
“–Ona lânet etme. Çünkü o memurdur. (Allâh’ın emrine
âmâdedir.) Kim hak etmeyen bir şeye lânet ederse, o lânet kendine döner.” (Ebû
Dâvûd, Edeb, 45/4908)
Ebû Bekre (r.a) şöyle nakleder:
Bir kişi Allâh Rasûlü’nün yanında diğer bir kişiyi medhetti.
Bunun üzerine Efendimiz:
“–Yazıklar olsun, arkadaşının boynunu vurdun, yazıklar
olsun, arkadaşının boynunu vurdun!” buyurdu ve bunu defâlarca tekrar
etti. Sonra:
“Birinizin kardeşini mutlakâ medhetmesi gerekiyorsa ve
onda bu vasıflar varsa, «Falanı şöyle zannediyorum, Allâh ona kâfîdir, Allâh’a
karşı kimseyi tezkiye etmem, zannederim şöyle şöyledir.» gibi güzel sözler
söylesin!” buyurdu. (Buhârî, Şehâdât, 16)
Ebû Mûsâ (r.a) şöyle der:
Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir kişinin başka birini
medhettiğini ve övgüde aşırı gittiğini işitince şöyle buyurdu:
“‒Adamı helâk ettiniz!” veya “Adamın
sırtını kırdınız!” buyurdu. (Buhârî, Şehâdât, 17)
Yani adamın sırtına taşıyamayacağı kadar günah yüklediniz.
Zira belki de o şahıs insanların aşırı medhi karşısında ucub ve kibre
kapılacak, sonunda mütekebbirlerin yoluna sürüklenerek sırtını çatırdatacak
büyük günahlar yüklenecek.
Burada aşırı gitmemek ve arkadaşımızı haksız gurura
kapılmasına sebeb olarak zarar görmesini engellemek, dikkatli davranmak
gerekir. Medhedilen kişi de:
-Allahım! Bilmedikleri günahlarım sebebiyle beni affet,
bağışla söyledikleri ile beni muâheze etme ve beni zannettiklerinden daha
hayırlı eyle.” demelidir. (Fethü’l-Bârî, 10/478)
12- Hata yapana nasıl davranılacağını bilfiil öğretmek.
Pek çok kere nazari izahdtan ziyade nasıl davranılacağını
öğretmek daha tesirli ve faydalı olmaktadır. Efendimiz sallallâhualeyhivesellem
de böyle yapardı. Nitekim abdest almaya ağzına su vermekle başlayan bir
sahabiye:
-Ya Ebâ Cübeyr ağzından başlama, çünkü kafirler ağızlarından
başlarlar, buyurdu, sonra da su isteyip düzgünce abdest alarak bunun nasıl
yapılacağını gösterdi. (Beyhaki, Sünen, 1/46)
Burada kafirlerin böyle yapmasından maksat su
kabına daldırmadan önce ellerini yıkamamaları ve temzliğe dikkat etmemeleridir.
13- Yanlışı düzeltip doğru olanı takdim etmek.
a) Enes b. Malik radıyallahuanh’den: Peygamber Efendimiz
kıble tarafında bir balgam gördüler. Bu durum hoşuna gitmedi ve
memnuniyetsizliği mübarek yüzlerinden farkedildi. Kalkıp onu eliyle kazıdıktan
sonra: Biriniz namaza durduğunda Rabbine münacaatta bulunmaktadır. Veya Rabbi
kendisi ile kıblesi arasındadır. Dolayısıyla sizden biri asla kıble tarafına
tükürmesin. Fakat sol tarafına veya ayağının altına tükürsün, buyurdu. Sonra
elbisesinin kenarını tutup oraya tükürdü sonra orasını katladı ve “Veya böyle
yapsın” buyurdu.(Buhari, Fethü’l-Bâri, no: 405)
14- Hataya düşmekten alıkoyacak hususları
göstermek.
Muhammed b. Ebi Umame b. Sehl b. Hanif babasından
naklediyor: Ebu Sehl b. Hanif gusül abdesi alırken üzerindeki örtüsü yere
düştü. Amir b. Rabia ona bakıyordu. Sehl beyaz tenli cildi güzel bir adamdı.
Amir b. Rabia dedi ki: bu gün gördüğüm gibi beyaz ve güzel cild hiç görmedim,
dedi. Sehl olduğu yerde şiddetli acılar içinde kıvranmaya başladı. Amir
Efendimize gelerek Sehlin başına gelenleri ve buraya kadar gelecek durumda
olmadığını haber verdi. Sevgili Peygamberimiz sehlin yanına gelip Sehl, Âmirin
kendisine ne yaptığını söyleyince Allah Rasûlü sallallâhualeyhivesellem:
“Neredeyse biriniz kardeşini öldürecekti. Bârekallah deseydin ya! Şüphesiz göz
haktır. Arkadaşına abdest aldır, buyurdu. Âmir ona abdest aldırdı da Sehl
Peygamber Efendimizle beraber yürüyüp gitti. Hiçbir sıkıntısı kalmamıştı.
(Malik, Muvatta, 1972)
15- Bazen hatayı muhatabın yüzüne söylememek,
umumi bir açıklama ile yetinmek.
a) Enes b. Malik radıyallahuanh’dan: Sevgili Peygamberimiz:
“Şu insanlara ne oluyor ki namaz kılarken gözlerini semaya doğru
kaldırıyorlar.” buyurdu. Hatta bu konuda o kadar ileri gitti ki sonunda şöyle
buyurdu: “Ya böyle yapmaktan vazgeçerler ya da gözleri kör olur.” (Buhari,
Fethü’l-Bari, no: 750)
b) Aişe radıyallahuanhâ’dan: Rasulüllâh
sallallâhualeyhivesellem bir şey yaptı ve yapılmasına ruhsat verdi. Fakat
insanlar buna pek yanaşmadılar. Durum Efendimize ulaşınca bir hutbe irad edip Allah’a
hamdetti, sonra da:
“Bu insanlara ne oluyor ki benim yaptığım şeyleri yapmaya
yanaşmıyorlar. Allah’a yemin olsun ki ben sizin Allah’ı en çok bileniniz ve
ondan en çok korkanınızım.” (Buhari, Fethü’l-Bâri, no: 6101)
c) Ebu Hureyre’den: Rasûlullâh Mescid’in kıble tarafında bir
balgam gördü. İnsanlara dönü: “Sizden birine ne oluyor ki Rabbine yöneliyor ve
önüne tükürüyor. Biriniz kendisine dönülüp yüzüne tükürülmesini ister mi?
Dolayısıyla sizden biri tükürmek istediği zaman soluna veya ayaklarının altına
tükürsün” buyurdu. (Müslim, 550)
d) Rasûlullah (s.a.v) sabah namazını kıldırdı. Namazda Rûm
Sûresini okudular ve biraz karışıklık ve yanılma oldu. Namazı bitirdikten sonra
cemaata dönüp:
“Bu insanlara ne oluyor ki bizimle beraber namaz kılıyorlar
ve fakat temizliğe gereken ehemmiyeti vermiyorlar. Dolayısıyla biz de Kur’an
okurken yanılıp karıştırıyoruz” buyurdular. (Nesâi, Müctebâ Şerhi, 2, 156)
16- İnsanları hata yapan üzerine kışkırtmak.
Böyle bir tavır, çok önemli durumlarda söz konusu olabilir
ayrıca çok dikkatli olmak da gerekir.
Ebu Hureyre radıyallahuanh’den: bir adam Peygamberimize
gelip komşusundan şikayette bulundu. Efendimiz sallallâhualeyhivesellem “Git ve
sabret” buyurdu. Adam iki veya üç kez geldi ve tekrar şikayet etti. Bunun
üzerine Sevgili Peygamberimiz: “Git eşyalarını ve yiyeceklerini yola at”
buyurdu. Adam gitti, eşyalarını yola attı. Oradan gelip geçen insanlar ona
niçin böyle yaptığını soruyor, o da durumu haber veriyordu. Insanlar da o
komşuya la’net ediyor, Allah onu şöyle yapsın, böyle yapsın diyorlardı. Sonunda
hakkında şikayette bulunulan komşu geldi ve: Tamam, bundan vazgeç. Bir daha
hoşuna gitmeyecek birşey yapmayacağım, dedi. (Ebu Davud, Edeb, 5153)
Gerektiğinde böyle yapılabilir, gerektiğinde ise hata yapana
hatasından dönmesi için yardım etmeye teşvik edilebilir.
17- Şeytanın hata yapana yardım etmesine mani
olmak.
a) Ömer b. Hattab radıyallahuanh’dan Peygamberimiz döneminde
ismi Abdullah olan biri vardı. Ona “Hımar: Merkep” lakabını takmışlardı. Bazen
Rasûlallah Efendimizi güldürürdü. Içkiyi bırakamadığı için arasıra Efendimiz
ona celde vurdururdu. Birgün yine geldi. Peygamberimiz celde vurulmasını
emretti. Oradakilerden biri: Allahım ona la’net et. Ne kadar da çok getirilip
celde vuruluyor! Deyince Alemlere Rahmet Efendimiz: “Ona la’net etmeyiniz,
bildiğim kadarıyla o Allah ve Rasûlünü sever.” buyurdu. (Buhari, Fethü’l-Bârî,
6780)
bir diğer rivayette: “Kardeşiniz hakkında şeytana yardımcı
olmayınız” buyurdular. (Buhari, Fethü’l-Bârî, 6781)
18- Hatalı fiilin terkedilmesini istemek.
a) Hz. Ömer radıyallahuanh bir defasında Rasûlallah ile
konuşurken: Hayır, babama yemin olsun ki…der. Bunun üzerine Efendimiz: “Böyle
deme, zira kim Allah’tan başkasının adına yemin ederse şirke düşmüş olur”
buyurdu. (Ahmed, Müsned, 1/47)
b) Abdullah b. Büsr radıyallahuanh’den: Cuma günü bir adam
mescide geldi, insanların omuzlarını çiğneyerek ilerledi. Bu sırada Efendimiz
hutbe okuyordu. Şöyle buyurdular: “Otur, insanlara eziyet ettin” (Ebu Davud,
1118)
c) İbn Omer radıyallahuanh’den: bir adam Rasûlallah
sallallâhualeyhivesellem’in yanında geğirdi. Efendimiz aleyhisselâm: “Geğirmeyi
bırak. Dünyada tokluğu çok olanın kıyamet günü açlığı uzun olur” buyurdu.
(Tirmizi, 2478)
19- Hata yapanı, hatasını düzeltmeye irşad
etmek.
a) Ebu Said el-Hudri radıyallahuanh Rasûlallah Efendimiz ile
beraber bulunuyordu. Şöyle anlatıyor: Peygamberimiz mescide girdi, mescidin
ortasında bir adam oturmuş, parmaklarını birbirine kenetlemiş kendi kendine
konuşuyordu. Efendimiz ona imada bulundu, adam anlamadı. Ebu Said’e döndü ve:
“Birisi namaz kılarken parmaklarını birbirine kenetlemesin.
Çünkü parmakları kenetlemek şeytandandır. Zira biriniz mescidde bulunduğu
sürece oradan çıkıncaya kadar namazdaymış gibidir.” buyurdu. (Ahmed, III, 54)
b) İbn Abbas radıyallahuanhuma’dan rivayete göre Peygamber
Efendimiz: “Bir adam yabancı bir kadınla ancak yanında bir mahremiyle beraber
yalnız kalabilir” buyurdu. Biri kalkıp ya Rasûlallah! Benim hanım hacc yapmak
üzere yalnız başına yola çıktı. Ben ise falan gazveye yazıldım, dedi. Bunun
üzerine Allah Rasûlü: “Dön ve hanımınla birlikte hacc yap” buyurdu. (Buhari,
Fethü’l-Bârî, no: 5233)
c) İbn Ömer radıyallahuanh’den rivayete göre bir adam
Peygamber Efendimiz’e gelip: Ya Rasûlallah! Hicret etmek için bey’at etmek
üzere sana geldim; ana-babamı ise ağlar halde bıraktım, dedi. Efendimiz:
“Dön ve ağlattığın gibi onları güldür, sevindir!” buyurdu.
(Nesai, 3881)
20- Hatalı olan kısmı reddedip geri kalanını
kabul etmek.
Rübeyyi’ bt. Muavviz b. Afra radıyallahuanha’den: Allah
rasûlü yanıma geldi ve yatağımın kenarına oturdu. Bu sırada evdeki cariyeler
def çalıp bedirde öldürülen babalarımın iyiliklerini saymaya başladılar.
Içlerinden biri: Aramızda yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var, dedi.
Efendimiz sallallâhualeyhivesellem:
“Böyle söylemeyi bırakın da daha önceki söylediklerinize
devam edin” buyurdular. (Buhari, Fethü’l-Bârî, no: 5147)
21- Hakkın sahibine iadesi ve hata yapanın
şerefinin korunması.
22- Ortak hatalarda sözü her iki tarafa da
tevcih etmek.
23- Hata karşısında öfkeyi ızhar etmek.
a) Cabir radıyallahuanh’den rivayete göre Hz. Ömer tevrattan
bir nüsha getirerek: Ya Rasûlallah bu tevratı bir nüshasıdır, dedi sonra sustu
ve okumaya başladı. Peygamber Efendimiz’in yüzünün rengi değişti. O sırada Ebu
Bekir radıyallahuanh: sevdiklerin seni kaybetsin ya Ömer Rasûlullah’ın
yüzündeki öfkeyi görmüyormusun dedi. Ömer Efendimiz’in yüzüne baktı ve: Allahın
ve Rasûlünün gazabından Allah’a sığınırım. Rab olarak Allaha, din olarak islama
ve peygamber olarak Muhammed’e razı olduk., dedi. Bunun üzerine kainatın
Efendisi şöyle buyurdu: “Muhammedin nefsi kudret elinde bulunan Allah’a yemin
ederim ki Musa şu an ortaya çıksa siz de ona tabi olup beni terketseydiniz
kesinlikle doğru yoldan sapardınız. Eğer o hayatta olsaydı ve nübüvvetimi idrak
etseydi muhakkak bana tabi olurdu.” (Darimî, 441; Ahmed, III, 470-471; IV,
265-266)
b) Ebu Mes’ud el-Ensari’den bir adam Rasûlullah’a gelerek ey
Allah’ın Rasûlü namazı uzatan falan adam yüzünden bir daha sabah namazına
gitmeyeceğim, Dedi. Ebu Mes’ud diyor ki: Rasûlullah’ı o zamankinden daha öfkeli
hiç görmedim. Sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Sizden bazıları dinden nefret ettiriyorlar.
Hanginiz insanlara namaz kıldırırsa kısa tutsun. Çünkü içlerinde yaşlı, zayıf
ve ihtiyaç sahibi olanlar bulunabilir.” (Buhari, Fethü’l-Bârî, no: 7159)