İmam-ı Malik
İmam-ı Malik
Cennet ile müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaatin
dört büyük mezhebinden biri olan Maliki mezhebinin reisidir.
Adı, Malik bin Enes’dir. 90 (m. 709) senesinde Medine'de doğdu. 179 (m. 795)’de
yine Medine'de vefat etti. Eshab-ı kiramdan olan dedesi Ebu Amr'dır.
Tebe-i tabiinden olan imam-ı Malik, ilim ve hadis rivayetiyle meşgul olan bir
ailede ve çevrede yetişmiştir. Dedesi Malik, babası Enes ve amcası Süheyl,
hadis rivayeti yapmışlardır. Yaşadığı muhit, Peygamber efendimizin yaşamış
olduğu ve İslam’ın hükümlerinin vaaz edildiği ve çok ilim ehlinin bulunduğu
Medine-i münevvere idi.
Önce Kur'an-ı kerimi ezberledi. Kendisinin isteği ve ailesinin yardım ve
teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta kendisine en çok annesi ilgi
göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline gitmek istediğini söyleyince, ona en
güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp: "Şimdi git, oku, yaz"
demiştir. Ayrıca oğluna zamanın meşhur âlimi Rabi'at'ur Rey'in yanına
gitmesini, ondan ilim ve edep öğrenmesini söylemiştir. Bu teşvik üzerine Rabi'a
bin Abdurrahman'ın derslerine devam edip, genç yaşta re'ye dayanan fıkıh ilmini
öğrendi Diğer âlimlerin de derslerine devam etti ve bilhassa yanından hiç
ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz'ün derslerinden çok istifade
etmiştir.
Bu hocası hakkında şöyle derdi:
"İbni Hürmüz'ün derslerine onüç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler
öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söyleyemiyorum. O, bid’at ehlini
red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en
bilgilisi idi."
İmam-ı Malik, muhitindeki bütün âlimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda büyük
fedakârlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve herşeyini
harcamış, hatta tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle demiştir:
"Öğle vakti Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah'ın azatlısı olan Nafi'ye
giderdim ve kapısında beklerdim. Nafi', Hazret-i Ömer'den nakledilen ilimleri
ve onun oğlu Abdullah'ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan
korunmak için hiç bir gölge bulamazdım. Nafi', dışarı çıkınca edeple selam
verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip, "Abdullah bin Ömer şu
meselelerde ne buyurmuştur?" diye sorardım. O da suallerimi
cevaplandırırdı."
İmam-ı Malik, Nafi' vasıtasıyla Hazret-i Ömer'in ve oğlu Abdullah'ın ilimlerini
öğrendi. Ayrıca İbni Şihab ez-Zühri'den ve Said bin el-Müseyyib gibi
Tabiin'lerden ilim öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders almak için üstün bir
gayret ve edep gösterirdi.
İmam-ı Malik şöyle anlatmıştır:
"Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbni Şihab'ın
boş vakti olur diyerek evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda
kim var bak dediğini duydum, o da kumral yüzlü talebeniz var deyince, onu
derhal içeri al demesi üzerine beni içeri aldılar.
Biraz bekledim, ibni Şihab yanıma gelip bana "Herhalde evine gitmeden
buraya geldin, yemek yemedin değil mi?" dedi. Daha ben hayır demeden yemek
hazırlanmasını emredince, "Yemeğe ihtiyacım yok" diye mukabelede
bulundum. Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun dedi. Bana hadis-i
şerif öğretmenizi istiyorum efendim deyince, yazı yazacak sahifelerini çıkar
dedi. Ben de çıkardım ve bana kırk tane hadis-i şerif rivayet etti. Biraz daha
rivayet etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter" dedi.
İmam-ı Malik, Cafer-i Sadık hazretlerinden de ilim almış, onun sohbetinde
bulunmuştur. Bu hususta kendisi şöyle anlatır:
"Cafer bin Muhammed'e giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Yanında
Resulullah anılınca yüzü sararırdı. Onun meclisine uzun zaman devam ettim. Her
görüşümde ya namaz kılar ya oruçlu olur veya Kur'an-ı kerim okurdu. Abdestsiz
hadis-i şerif rivayet etmezdi. Manasız sözleri hiç ağzına almazdı. O takva
sahibi, zahid, abid ve âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı yastığını
alır, mutlaka bana ikram ederdi."
Bir gün hocası Ebu'z Zinad'a hadis rivayet ederken rastlamış ve halkasına
katılmamıştır. Daha sonra hocası bizim halkamıza niçin oturmadın? diye sorunca
şu cevabı vermiştir:
"Yer dardı, oturamadım. Peygamber efendimizin hadisini ayakta dinlemek,
edepsizlik olur diye ayakta dinlemek istemedim."
Netice itibariyle imam-ı Malik, ilmini imam-ı Zühri' den, Yahya bin Said'den,
Muhammed ibni Münkedir'den, Hişam bin Amr'dan, Zeyd ibni Eslem'den, Rabi'a bin
Abdurrahman ve daha birçok büyük âlimlerden almıştır. Üçyüzü Tabiinden, altı
yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuzyüz hocadan hadis-i şerif aldı.
Ayrıca; Eshab-ı kiramın büyüklerinden Hazret-i Ömer'in, Hazret-i Osman'ın,
Abdullah bin Ömer'in, Abdurrahman bin Avf'ın, Zeyd bin Sabit'in fetvalarını ve
vahyin gelişine şahit olan, Peygamber efendimizi görüp Onun hidayet nurundan
aydınlanarak, Ondan öğrendiklerini nakleden diğer Eshabın fetvalarını ve
kendisinin yetişemediği Tabiinin fetvalarını da öğrenmiştir. Akaide dair bilgileri
ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden olup; ictihad
derecesine yükselmiştir.
Peygamber efendimiz; “Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı
ararlar, Medine’deki âlimden daha âlim bir kimse bulamazlar”buyurdu. Süfyan
ve Abdullah ibni Ömer’in azatlısı olan Nafi ve Zühri, Medine’deki âlimden
maksat imam-ı Malik’tir dediler. Bu hadis-i şerifte, onun geleceği ve üstünlüğü
bildirilmiştir.
İmam-ı Malik hazretleri, tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan
sonra ders vermeye, hadis rivayet etmeye ve fetva vermeye başladı. Bu işe
başlamadan önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle ve faziletli kimselerle
istişare yapıp, onların da muvafakatını aldı.
Bu hususta kendisi şöyle demiştir:
"Her isteyen kimse hadis rivayet etmek ve fetva vermek için mescide
oturamaz, ilim erbabı ve mescitte itibarı olan kişilerle istişare etmesi
gerekir. Eğer onlar, kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve
fetva verebilir. Ben, ilim sahiplerinden yetmiş kişi, benim bu işe ehil
olduğuma şahitlik etmedikçe, mescide oturup ders ve fetva vermedim."
Kendisinin ehil olduğuna dair yetmiş âlimin şahadetinden sonra ilk önce
Peygamber efendimizin mescidinde ders vermeye başladı. Hazret-i Ömer'in
oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mesudun oturduğu evde otururdu. Böylece
onların yaşadığı yerde ve çevrede, bulunurdu. İmam-ı Malik de imam-ı a'zam gibi
derslerini mescitte verirdi.
El-Vakıdi der ki:
"İmam-ı Malik mescide gelir, beş vakit namazda ve cenaze namazlarında
bulunurdu. Hastaları ziyaret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip
otururdu. Bu sırada talebeleri etrafına toplanıp ders alırlardı. Daha sonra
rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye başladı."
İmam-ı Malik hazretlerinin hadis-i şerif dersleri ve vuku bulmuş meselelerle
ilgili dersleri yani fetva işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardı.
Günlerinin bir kısmını hadis-i şerif öğretmeye, bir kısmını da sorulan
meselelere fetva vermek için ayırırdı. Derslerini evinde vermeye başladıktan
sonra evine ders için gelenlere sordururdu, eğer fetva için gelmişlerse dışarı
çıkıp fetva verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarığını
sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı. Bundan
sonra gayet güzel bir kıyafetle hoş kokular sürünmüş olarak, huşu' içerisinde
derse gelenlerin yanına çıkardı. Hadis-i şerif dersi bitinceye kadar öd ağacı
yakılır, güzel bir koku yayılırdı.
Hac mevsimi hariç, diğer zamanda, Medinelilerden isteyen herkes onun dersine
gelirdi. Dersleri tamamen evinde vermeye başlayınca, hac mevsiminde dersini
dinlemek isteyen o kadar çok olurdu ki, gelenleri evi almazdı. Bunun için önce
Medinelileri kabul eder, bunlara hadis rivayeti ve fetva verme işi bitince,
sonra sırasıyla diğerlerini içeri alırdı. Hasen bin Rebi' der ki: "Bir
defasında imam-ı Malik'in kapısında idim, onun çağırıcısı önce Hicazlılar içeri
girsinler diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar girsin diye çağırdı. Daha sonra
Iraklılar girsin diye çağırdı. Yanına giren en son ben oldum."
İmam-ı Malik hazretleri, derslerinde vakar ve ciddiyet sahibi olup, lüzumsuz
sözlerden tamamen uzak kalırdı. Bu hususu, ilim tahsil edenler için de şart
koşardı. Bir talebesi şöyle dediğini nakleder: "İlim tahsil edenlere
vakarlı ciddi olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek gerekir, ilim sahiplerinin,
bilhassa ilmi müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları
gerekir. Gülmemek ve sadece tebessüm etmek, âlimin uyması gereken
adabdandır."
Yine bir talebesi şöyle der: "İmam-ı Malik, bizimle oturduğu zaman sanki
bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı.
Hadis-i şerif okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi,
sanki o, bizi, biz de onu tanımıyorduk."
İmam-ı Malik hazretleri elli sene müddetle ders ve fetva vermek suretiyle,
insanların müşküllerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun
talebelerinin her biri memleketlerinin müracaat edilen âlimleri ve rehberi
olmuşlardır.
İmam-ı Malik hazretleri, Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilminde büyük bir âlim idi.
Tefsir ilminde, âyet-i kerimelerden binlerce dini hüküm çıkaran büyük bir
müfessir ve müctehid idi. Tefsir ilminde "Garib-ül Kur'an" adlı bir
eseri vardır. Bu eseri kendisinden Halid bin Abdurrahman el-Mahzumi rivayet
etmiştir.
Hadis ilminde ise pek meşhur bir âlim ve muhaddistir. Amir bin Abdullah ibni
Zübeyr bin Avvam, Nuaym bin Abdullah, Zeyd bin Eşlem, Nafi' Mevla ibni Ömer,
Seleme bin Dinar, Kadı Şüreyk bin Abdullah Nehai, Salih bin Keysan, İmam-ı
Zühri, Safvan bin Selim ve daha çok sayıda hadis âliminden hadis-i şerif
rivayet etmiştir. Görüşüp, hadis-i şerif rivayet ettiği âlimlerin sayısı
dokuzyüz civarındadır. Hadis ilminde hüccet olduğuna dair ittifak vardır.
Yazmış olduğu "Muvatta" adındaki hadis kitabı çok muteber ve kıymetli
bir eserdir.
İmam-ı Malik hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler ayrıca Kütüb-i sitte
denilen meşhur altı hadis kitabında yer almıştır.
Emevi devletinin parlak ve çöküş devrinde Abbasi devletinin kurulup geliştiği
ve hakimiyeti elde ettiği bir devirde yaşayan İmam-ı Malik, çok hadiselere
şahit olmuş, bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet itikadını savunmuş, insanların
doğru yola kavuşması hususunda büyük hizmetler yapmıştır. Hicaz'da hadis
öğrenme, dini sualleri sorma ve fetva hususunda büyük bir müracaat mercii olan
imam-ı Malik pek çok âlim yetiştirmiştir.
Zerkani, (Muvatta kitabını şerh ederken diyor ki, (imam-ı Malik, meşhur mezhep
imamıdır. Yükseklerin yükseğidir. Aklı kâmil, fadlı aşikârdır. Resulullahın
hadis-i şeriflerinin vârisidir. Allah’ın kullarına, Onun dinini yaydı. Dokuzyüz
âlimle sohbet ve istifade etti. Kendisi yüz bin hadis-i şerif yazdı. Onyedi
yaşında ders vermeye başladı. Dersinde bulunanlar, hocalarının derslerinde
bulunanlardan çok idi. Hadis ve fıkıh öğrenmek için kapısına toplanırlardı.
Kapıcı tutmak zorunda kaldı, önce talebesine, sonra halktan herkese izin verir,
içeri girerlerdi. Helaya üç günde bir giderdi. "Helada çok bulunmaktan
haya ediyorum" derdi. (Muvatta kitabını yazınca, kendi ihlasından şüphe
etti. Kitabı suya koydu. "Eğer ıslanırsa, bu kitap bana lazım değildir"
dedi. Hiçbir yeri ıslanmadı.
Abdurrahman bin Enes, hadis ilminde, şimdi yeryüzünde Malik'den daha emin kimse
yoktur. Ondan daha akıllı bir şahıs görmedim. Süfyan-ı Sevri, hadiste imamdır.
Fakat, sünnette imam değildir. Evza'i, sünnette imamdır. Fakat, hadiste imam değildir,
imam-ı Malik, hadiste de, sünnette de imamdır derdi. Yahya bin Sa'id, imam-ı
Malik, Allahü teâlânın kullarına yeryüzünde hüccetidir, derdi.
İmam-ı Şafii, "Hadis okunan yerde, Malik, gökteki yıldız gibidir, İlmi
ezberlemekte, anlamakta ve korumakta, hiç kimse, Malik gibi olamadı. Malik ile
Süfyan bin Uyeyne olmasalardı, Hicaz'da ilim kalmazdı" derdi.
Abdullah, babası Ahmed bin Hanbel'e sordu: Zühri'nin talebeleri arasında en
kuvvetli hangisidir? Malik, her ilimde daha kuvvetlidir buyurdu. Abdullah ibni
Vehb diyor ki, Malik ve Leys olmasalardı, hepimiz sapıtırdık. Evza'i, imam-ı
Malik'in ismini işitince, o, âlimlerin âlimi, Medine'nin en büyük âlimi ve
Haremeyn'in müftisidir derdi.
Süfyan bin Uyeyne, imam-ı Malik'in vefatını işitince, "Yeryüzünde bir
benzeri kalmadı. Dünyanın imamı idi. Hicazın âlimi idi. Zamanının hücceti idi.
Ümmet-i Muhammedin güneşi idi. Onun yolunda bulunalım" dedi.
Mus'ab diyor ki, babam, Abdullah bin Zübeyr'den işittim; Malik ile Mescid-i
nebevi'de idik. Biri gelip, Ebu Abdullah Malik hanginizdir dedi. Gösterdik.
Yanına gidip selam verdi. Boynuna sarılıp, alnından öptü. Rüyada Resulullahı
burada oturuyor gördüm. (Malik'i çağır) buyurdu. Sen geldin.
Titriyordun. (Rahat ol ya Eba Abdullah! Otur, göğsünü aç) buyurdu.
Açınca her yere güzel kokular yayıldı dedi. İmam-ı Malik ağladı ve rüyanın
tabiri ilimdir dedi.
İmam-ı Şafii ile imam-ı Ahmed bin Hanbel, imam-ı Malik'in sohbetinde
bulunmuşlardır. Onun ilminden çok istifade etmişlerdir. Bunların, imam-ı
Malik'in talebesinden olması, onun şeref ve üstünlüğüne kâfidir, en büyük
vesikadır.
Kendisinden daha bir çok kimseler ilim öğrenip, herbiri memleketlerinin âlimi
ve insanların rehberi olmuştur. Bunlardan bazıları şu zatlardır; Muhammed bin
ibrahim bin Dinar, Ebu Haşim ve Abdulaziz bin Ebi Hazım. Bunların her biri
dinde ehli ictihad sahibi idiler. Osman bin Hakem, Abdurrahman ibni Halid, Muin
bin İsa, Yahya bin Yahya, Abdullah bin Mesleme-i Ka'buni, Abdullah bin Vehb...
gibi daha nice talebesi vardır. Bütün bunlar, hadis ilminde mümtaz âlim olan
imam-ı Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed ibni Hanbel, Yahya ibni Main
ve diğer hadis âlimlerinin üstadlarıdır. Celaleddin Süyuti, imam-ı Malik'den
hadis rivayet eden 993 zatın isimlerini elifba sırasıyla (Kitabü tezyinil
memalik bi menakıbıs Seyyid İmam Malik) adlı kitabında yazmıştır.
İmam-ı Malik hazretleri, herhangi bir dini meselenin hükmünü tayin için,
Kur’an-ı kerime, hadis-i şeriflere, ümmetin icmaına ve lüzum olduğunda kıyasa
müracaat ederdi.
İmam-ı Malik'in bu usullere göre ictihad ederek çıkardığı hükümlere, rivayet
yolu veya Hicaz âlimlerinin yolu denir ki, bu yolun imamı, imam-ı Malik'dir. O,
ictihadlarıyla müslümanların işlerinde ve amellerinde uyacakları bir yol
gösterdi, bu yola Maliki Mezhebi denilmiştir. Ehl-i sünnet itikadından olan
müslümanlardan, amellerini, yani ibadet ve işlerini bu mezhebin hükümlerine
uyarak yapanlara "Maliki" denir.
İmam-ı Malik hazretlerinin menkıbelerinden ve sözlerinden bir kısmı şunlardır:
İmam-ı Şafii buyuruyor ki:
"Âlimler anıldığı zaman imam-ı Malik onlar arasında parlak bir yıldız
gibidir. Benim üzerimde minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur."
Medine Valisi, imam-ı Malik'ten, bir ictihadından vaz geçmesini istedi. Kabul
etmeyince, kırbaçla vurdurdu. Her vuruşta, "Ya Rabbi, onları affet, çünkü
onlar bilmiyorlar" diyordu. Nihayet bayılıp düştü. Sonra ayılınca da:
"Şahit olunuz, ben hakkımı beni döğenlere helal ettim" dedi. Halife,
valinin cezalandırılması için kendisinden izin isteyince ona: "Hayır, ben
onu affettim" buyurdu.
Hazret-i İmam, ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlak, zühd, takva ve kerem
bakımından da öyle yüksek idi. İmam-ı Malik, ilimde ve dinde çok edepliydi. Din
bilgisine hürmet ve tazimi şaşılacak derecede fazlaydı.
Ebu Abdullah Mevla'l-Leyseyn şöyle anlatmıştır:
"Rüyamda, Resulullahı gördüm. Mescitte ayakta duruyordu, insanlar da
etrafını sarmıştı. İmam-ı Malik de önünde duruyordu. Resulullahın önünde misk
dolu bir kap vardı. O miskten avuç avuç alıp, İmam-ı Malik'e veriyordu. O da
insanlara dağıtıyordu." Bunu Ebu Abdullah'dan nakleden Matraf; "Bu
rüyayı imam-ı Malik'in ilimdeki üstünlüğüne ve sünnet-i seniyyeye bağlılığına
yordum" demiştir.
Zehebi, (Tabakatül Huffaz) kitabında İmam-ı Malik'i şöyle anlatır:
"Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim,
keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i seniyyeye tâbi,
fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede
aceleciliği sevmez, çok kere "Bilmiyorum" derdi. Ve "İlim kalkanı
bilmiyorum demektir" buyururdu.
Bir gün Halife Harun Reşid dedi ki:
"Ya İmam senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin senin
mezhebine uymasını emredeceğim."
İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:
"Ya halife, hadis-i şerifte; "Ümmetimin âlimlerinin farklı
ictihadları rahmettir" buyuruluyor. Bu farklı ictihadlar Allahü
teâlânın rahmetidir. Hepsi hidayet üzeredir. Müslümanları bu rahmetten mahrum
bırakmak yanlıştır." Bunun üzerine halife bu arzusundan vazgeçti.
Harun Reşid, imam-ı Malik hazretlerinden her gün evine gelip, oğlu Emin ile
Memuna ders vermesini istedi. İmam-ı Malik hazretleri Halifeye buyurdu ki:
"Ya halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahü
teâlâ, sizi daha aziz etsin! İlmi aziz ederseniz aziz olursunuz; zelil ederseniz
zelil olursunuz, İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir."
Bunun üzerine halife, imam-ı Malik'ten özür diledi ve her gün çocuklarını İmama
göndererek ders aldırttı.
Malik bin Enes hazretleri ilmiyle amel eden yüksek bir veliydi. Buyurdu ki:
"İlim öğrenmek isteyen kimsenin vakarlı ve Allahü teâlâdan korkması
lazımdır. İlim, çok rivayet etmek değildir. İlim bir nurdur. Allahü teâlâ bu
nuru sevdiği mümin kullarının kalbine koyar." Bir defasında da; "Eğer
elimde imkan olsaydı, Kur'an-ı kerimi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsir
edenin boynunu vururdum" buyurdu.
İnsanlara hayırlı ve güzel işler yapmalarını tavsiye ederdi. "Kendisine
hayrı olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz. İnsan kendisi için hayır işlemez,
kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz"
buyurarak, Peygamber efendimizin; (Kişinin malayaniyi (faydasız
şeyleri) terk etmesi, müslümanlığının güzelliğindendir)hadis-i
şerifini rivayet ederdi. İnsanların her sözünün kendisinin leh ve aleyhinde
olduğunu bildirerek Peygamber efendimizin; (Bir kişi bir söz söyler de
o sözden dolayı Cehennem ateşine düşeceği hatırına gelmez. Bir kimse de bir söz
söyler, bu sözden dolayı Allahü teâlânın kendisini Cennete koyacağı aklına
gelmez) hadis-i şerifini rivayet ederdi.
Müslümanlar arasında Allahü teâlânın rızasına uygun sevgi ve muhabbetin
bulunmasının gerektiğini bildirerek; (Müsafeha ediniz, aranızdaki kin
gider. Birbirinize hediye veriniz ki, sevişirsiniz ve aranızdaki düşmanlık
gider) hadis-i şerifini naklederdi.
Kibirli ve kendini beğenen kimselerden hoşlanmazdı. "Bir kimse kendini
övmeye başlarsa, değeri düşer" buyururdu.
İmam-ı Malik hazretlerinin Peygamber efendimize karşı olan sevgi, saygı ve
edebi sınırsızdı. Resulullah efendimizin ismi anıldığı zaman, rengi değişir,
yüzü sararırdı. Bu durum orada bulunanlara ağır gelirdi. Bir gün ona bu husus
söylenince, buyurdu ki: "Eğer siz benim gördüğümü görseydiniz, bu hâlimi
hoş karşılardınız. Ben, Muhammed bin Münkedir'i gördüm. O hâfızların efendisi
idi. Ona ne zaman bir hadis-i şerif sorulsa ağlamaya başlardı. Cafer bin
Muhammed, güler yüzlü bir zattı. Yanında Resulullah anıldığı zaman yüzü
sararırdı. O, Resulullahtan bahsettiği zaman mutlaka abdestli olurdu."
İmam-ı Malik hazretlerinin Medine-i münevverede hayvana bindiği görülmemiştir.
“Resulullah efendimizin mübarek kabrinin bulunduğu bir yerde hayvan üzerinde
nasıl gezebilirim" buyururdu.
İmam-ı Malik hazretleri insanlara hadis-i şerif okuttuğu sırada bir hadis-i
şerifi rivayet edeceği zaman abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer,
sakalını tarar, iki rekat namaz kılar, güzel kokular sürünür, her haliyle
bedenini süsler, sonra meclisin baş tarafına vakarlı bir şekilde otururdu.
Başını önüne eğerdi ve hadis-i şerifi okurdu. Ona böyle yapmasının sebebi
sorulunca; "Resulullahın hadis-i şerifine saygı göstermek için böyle
yapıyorum. Eğer âlimler ilme karşı böyle saygı gösterirlerse, Allahü teâlâ da
insanlar yanında onların derecesini yükseltir ve devlet adamlarının kalbinde
heybetli ve vakarlı kılar. Ey ilim talep etmek isteyen kimse! Sen de ilme saygı
göster. Kim ilme tevazu gösterirse, Allahü teâlâ onu yükseltir. Çünkü kim
Allahü teâlâ için tevazu ederse, Allahü teâlâ onun derecesini yükseltir"
buyurdu.
Malik bin Enes hazretleri, kendisinden nasihat isteyen zeki ve anlayışlı bir
kimseye; "Allahü teâlâdan kork. Allahü teâlânın sana lutfettiği nuru günah
işlemek suretiyle söndürme" buyurdu.
Bir kimse gelip imam-ı Malik hazretlerinden bâtın (kalb) ilimleriyle ilgili
bilgi sordu. İmam-ı Malik hazretleri bu kimsenin sualini hoş karşılamadı ve
ona; "Bâtın ilmi zahir ilmini öğrendikten sonra öğrenilir. Zahiri ilimleri
öğrenip onunla amel eden kimseye Allahü teâlâ bâtın ilmini açar. Bâtın ilmi
ancak kalbin açık olup nurlanması ile elde edilir" buyurup, suali soran
şahsa dönüp; "Sen açık ve zahir olan şeylere sarıl. Bilinmeyen yollara
girmekten sakın. Bildiklerinle amel et. Bilmediklerini, anlayamadığın şeyleri
bırak" buyurdu.
İmam-ı Malik hazretleri devlet adamlarına gerekli nasihatte bulunur, hatalarını
söylemekten çekinmezdi. Ancak hiçbir suretle kimseyi devlete karşı ayaklanmaya
teşvik etmezdi. Fitne ve fesada asla razı olmazdı. Derslerinde fitne ve fesadın
karşısında olduğunu her vesileyle anlattı. İmam-ı Malik hazretleri halifelerle,
idarecilerle münasebetini kesmedi. Onlara vaaz ve nasihatlerde bulunup, hayır
tavsiye etti. Âlimleri de halifeleri ve idarecileri doğru yolu anlatmaları için
teşvik etti. Onlara buyurdu ki: "Allahü teâlânın, kalbine ilim ve fıkıh
koyduğu her müslümana ve her kişiye, elinde kuvvet olan idarecilerin yanına
gelip onlara hayrı tavsiye etmesi, onları kötülükten sakındırması borçtur.
Çünkü onlara bu vazifenin yapılmasıyla dünyanın yüzü değişir ve faziletli bir
dünya doğar."
Talebelerinden biri ona; "İnsanlar sizin devlet adamlarıyla çok sık
görüştüğünüzü söylüyorlar, size yakıştıramıyorlar" deyince, imam-ı Malik
hazretleri; "Bunu bilerek yapıyorum. Çünkü bunu yapmasam layık olmayan
biriyle görüşür, işleri ona danışırlar. Eğer onlarla gidip görüşmesem, bu
şehirde Peygamber efendimizin sünnetlerinden işlenip, tutulan kalmaz"
buyurdu.
Medine-i münevveredeki Mescid-i Nebide hadis-i şerif rivayet ediyordu. Bu
mecliste halife Harun-ür-Reşid de vardı. İmam-ı Malik hazretleri; (Âlim
ilmini umumdan başkasına tahsis eylese, o ilimden umum ve havas (seçilmişler) istifade
edemez) hadis-i şerifini rivayet etti. Harun-ür-Reşid insanlar
arasında bu hadis-i şerifi yüksek sesle söyledi. Bunun üzerine hadis-i şerif
okumak ve öğrenmek isteyenler, mescide koştular. Mescid tamamen doldu. İmam-ı
Malik hazretleri; (Allah için tevazu edeni, Allahü teâlâ yükseltir) hadis-i
şerifini rivayet etti. Harun-ür-Reşid oturduğu yüksek yerden indi. Hadis-i şerif
dinleyen talebe ile beraber oturdu, sonra kitabı okudu.
Buyururdu ki;
"İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da
ona hayır ve iyilik yapmaz."
"Mescide giren münafıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin
kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar."
"Kendisine hayrı olmayan kimsenin, başkasına hayrı olmaz."
Eserleri:
"Muvatta" adındaki hadis kitabı çok kıymetlidir. Muvatta'yı
kırk senede meydana getirmiştir. Çok âlimler bunu şerh etmiştir. Bu şerhlerinin
en meşhuru "el-Müdevvene" adlı eserdir. Bu kitap, hadis-i şerifleri
fıkıh konularına göre içine almış olup, yazılan ilk hadis kitabıdır. Bu kitapta
ayrıca imam-ı Malik'in ictihad ettiği fıkhi mevzular da bulunmaktadır. Çeşitli
tarihlerde basılmıştır. Biri, Yahya bin el-Leysi'nin rivayeti; diğeri de imam-ı
a'zamın talebesi Muhammed Şeybani tarafından yapılan iki rivayeti vardır. Bu
eserinden başka Abdullah bin Abdülhakim Mısri tarafından rivayet edilen
"Kitab-üs-sünen" adlı fıkha dair bir eseri, kadere, kazai hükümlere
dair ve fetvalarını bildiren "Risale fil fetva" gibi eserleri vardır.