Şirketimizde genç bir delikanlı müdür oldu. Dini açıdan ona itaat etmemiz gerekir mi?
Âmire itaat dinin emridir
CEVAP
Bu çok yanlış bir düşünce. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Habeşli siyah bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Buhari]
Demek ki âmir, zenci de olsa, sakat da olsa, köle de olsa, cahil de olsa,
kayıtsız şartsız itaat etmek gerekiyor. İsyan etmek ise kesinlikle
yasaklanıyor. Yoksa, zahiren ona gösterilen itimatsızlık ve itaatsizlik,
aslında onu vekil edene yapılmış olur. Bu işi beceremedi demenin, emaneti
ehline veremedi demenin başka şeklidir.
Emir edepten üstündür
Sual: Kapıdan geçerken veya başka bir şey için, yaşça büyük olanlara,
hatta arkadaşlarımıza öncelik vermek iyi değil midir?
CEVAP
Öncelik vermek elbette iyidir; fakat ısrar etmek kibirden ileri gelir.
Mutlaka benim dediğim olsun demektir, hiç uygun olmaz. Hele yaşça büyük biriyse
ve sen geç diyorsa, peki deyip geçmelidir. (El-emrü fevkal edeb) yani
emre uymak, edebe riayetten önce gelir. Ayrıca, bize (Buyurun) diyene, (Siz
buyurun) diye ısrar etmek, tevazu olmaz, emir vermek gibi olur.
Âmire itaat gerekir
Sual: Âmirlerimizden adaletsiz ve yanlış iş yapanlar oluyor.
Uğraşmamıza rağmen hakkımızı alamazsak, yanlışlıkları düzeltemezsek
âmirlerimizi bir üst makama şikayet etmemizde bir mahzur olur mu?
CEVAP
Âmirlerle münakaşa edilmez. Onların yaptığı işler ulu orta tenkit edilmez.
Onlara itiraz, onları tayin eden âmire itiraz olur. Bizim yanlış sandığımız şey
doğru olabilir. Hakkımız sandığımız şey, hakkımız olmayabilir. Hakkımız olsa
bile, hakkı kendi elimizle almaya kalkmamız anarşiye sebep olur.
Âmirlere itaat gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Elleri kesik, sakat bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Müslim]
(Sırtına vurup malını alsa da, âmirine itaat et!) [Buhari]
Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Peygambere ve sizden olan âmirlere itaat edin!) [Nisa 59]
Ortada ihanet gibi bir durum varsa, uygun kimselerle istişare edilip durum,
usul-i dairesinde bir üst makama bildirilebilir.
Eshab-ı kiramdan Avf bin Malik el-Eşca'i hazretleri anlatır:
Mûte gazasına çıkmıştım. Sadece bir kılıcı olan Yemenli bir asker de
yanımdaydı. Orada kesilen bir devenin derisinden bir kalkan yaptı.
Giderken bir Rum birliğiyle karşılaştık. Silahı da, atının eğeri de altın
işlemeli bir Rum, Müslümanlara şiddetle saldırıyordu. Yemenli de bir kayanın
arkasında saklanıp onu takibe başladı. Rum yaklaşınca Yemenli kılıcıyla atın
ayaklarını kırıp Rum’u yere düşürdü. Hemen üstüne atılıp kılıcı ile onu
öldürdü. Atını da, silahını da aldı.
Allahü teâlâ Müslümanlara zafer müyesser edince, Emirleri Halid bin Velid,
Yemenlinin öldürdüğü Rum’dan kalan eşyalardan bazısını aldı. Hâlid'e, Resulullahın, (Kim
savaşta birini öldürürse, öldürdüğü kimsenin bütün malları öldürene verilir) hadis-i
şerifini duymadın mı, diyerek aldığı ganimetleri geri vermesini söyledim.
Halid, "Evet biliyorum. Ama bu kadar ganimet ona çok" dedi. Ben de
"Bunu Yemenliye geri vermezsen, durumu Resulullaha iletirim" dedim.
Buna rağmen Halid ganimetleri geri vermedi.
Ben de Medine’ye gelince durumu Resulullaha anlattım. Resulullah, Halide durumu
sordu, o da dediklerimi doğruladı. Resulullah, (Aldıklarının hepsini
geri ver) buyurdu. Ben de, "Ya Halid, ben sana dememiş miydim,
Yemenlinin hakkını sende bırakmam” diye.
Resulullah bunu duyup işin aslını sordu. Ben olduğu gibi anlattım. O zaman
öfkelenip, “Ya Halid, ganimetleri verme! Siz emirlerime [kumandanlarıma] nasıl
itiraz edersiniz. İşlerin temizi size, bulanığı emirleredir” buyurup beni
azarladı. (Müslim, Ebu Davud)
İmam Nevevi, son cümleyi şöyle açıklıyor:
İşlerin iyi yürümesi âmirlerden sorulur, memurlardan sorulmaz. Bu hadisten
anlaşılıyor ki, Emir, mücahidden aldığı ganimeti, bir başka mücahide verebilir.
Sevgi ve emir dinlemek
Emre uymak üzerine bir konuşma:
- Büyükleri sevmek ne demektir? Yani seviyorum diyen asgari ne yapması
gerekir? Sevmenin ölçüsü nedir?
- Sevmenin ölçüsü söz dinlemektir. Çok söz dinleyen çok seviyor demektir.
Bir kimse, Allahü teâlânın emirlerine ne kadar çok uyarsa, o
kimsenin Allah’ı o derece çok sevdiği anlaşılır. Allahü teâlânın hiçbir emrini
yapmadan ben Allah’ı çok seviyorum demesi yalan olur. Sevginin derecesi,
itaatteki sürat ile ölçülür.
- Emre itaat nasıl olur?
- Söylenileni, bildirilen zamanda ve istenilen miktarda yapmakla olur.
- Önemli olan işin olması değil mi, erken veya geç olması, az veya çok
yapılması o kadar önemli midir? İstenilenden daha iyisini yapmanın mahzuru olur
mu?
- Evet, verilen emri aynen uygulamak gerekir. Fazlası da noksanı da yanlış
olabilir. Bazen işin bildirilen zamanda yapılması önemlidir. Daha önce veya
daha sonra yapılması mahzurlu olabilir. Bize göre daha iyi sanılan şekil, emri
verene göre yanlış olabilir. Bunu da ancak emri veren bilir. Bize düşen emre
aynen itaat etmektir. Daha iyisini yapmak için geciktirmek veya bazı ilaveler
yapmak yanlış olur.
- Size göre söz dinlemek, iş yapmaktan önce geliyor. Önemli olan işin yapılması
değil mi? Mesela (Şifa eczanesinden bir aspirin al gel) dense, ben de, daha
yakın olan Hayat eczanesine gidip, daha iyisi olan İngiliz aspirininden alıp
gelsem, daha iyi iş yapmış olmaz mıyım? Hem daha yakın eczaneden aldım, hem de
daha kaliteli aspirinden aldım, bu takdire layık değil mi?
- Şifa eczanesinden alıp getirmen, emri verenin isteğidir. Başka eczaneden
alıp gelmen senin isteğindir. Sen kendi isteğini yapmış oldun. O eczaneden
almamızda bilmediğimiz bir sebep, bir hikmet olabilir. Sadece (Aspirin getir)
denseydi istediğiniz eczaneden alabilirdiniz. Ama isim vererek Şifa
eczanesinden al denince, sizin emre itaat için o eczaneden alıp gelmeniz lazım.
O da eczane, bu da eczane ne fark eder demekle verilen emri değiştirmiş
olursunuz. Şifa eczanesi demesi lüzumsuzdu diyerek emri vereni bir nevi
cahillikle suçlamış oluyorsunuz.
Bu durum, yani kraldan çok kralcı kesilmek bir hastalıktır. Bu hastalıktan
kurtulmak lazımdır. Bugün aspirin alma işinde olur, basit diye geçersiniz,
yarın önemli bir iş olur, onda da aynı şeyi yaparsınız. İkincisi kaliteli
aspirin almanız da yanlıştır. Hangi firmanın ilacı ise onu almanız gerekirdi.
Daha iyisini almak daha iyi değildir.
Neticede siz bir iş yapmış olursunuz, ama yaptığınız iş olsa da, hizmet olmaz.
Hizmeti seven yapar, işi ise para karşılığı herkes yapar.
- Peki, Şifa eczanesi kapalı olsaydı, başka eczaneden alsaydım bir mahzuru
olur muydu?
- Evet, bu da yanlıştır. O zaman, telefonla veya bizzat giderek hemen emri
verene durumu anlatıp, ne yapacağınızı tekrar sormanız lazım olurdu. Bu husus
çok önemlidir, emir yerine getirilemediği zaman veya emri yerine getirirken
kusur veya zarar ziyan oluyorsa, hemen emri verene dönüp, durum anlatılmalı,
yeni talimatına göre hareket edilmelidir.
- Yani aklımıza değil, verilen emre uymaya çalışmalı demek istiyorsunuz öyle
mi?
- Evet.
Emîr seçerken
Sual: (Üç erkek sefere çıkınca, aralarında birini emîr [başkan]seçsinler) hadis-i
şerifine göre, başkan seçerken neyi ölçü almak gerekir?
CEVAP
Takvası en fazla olanı, görüşü isabetli olanı, en iyi tedbir alanı, en
mürüvvetli olanı, en cömerdi, en olgunu, en şefkatlisi ve en merhametlisi,
başkanlığa daha layıktır. Bunlar eşitse kur’a çekilir. Emîr seçmek sünnet,
emîre itaat vacibdir.
Emîr olmanın vasıfları
Sual: Emîr olmanın vasıfları nelerdir?
CEVAP
Emîr olan, kızmamalı, gücenmemeli, güler yüzlü, tatlı dilli olmalı. Sabırlı
olmalı. Affedici olmalı. En çok çalışan, o olmalı. Emri altındakilerden zerre
menfaati olmamalı. Kendisi yüzünden, arkadaşlarının Cehenneme gidecek fiiller
işlememelerine çalışmalı. Dini konularda kendinden konuşmamalı, her konuşması,
büyüklerimizin bahsettiklerinden veya kitaplarından olmalıdır.
Kraldan çok kralcı
Sual: Bir kurumun bazı yanlış işleri olsa, müdür veya patron buna
göz yumsa, bizim müdahale edip bu durumun düzelmesi için müdüre baskı yapmamız
uygun olur mu? Yoksa kraldan çok kralcı mı geçinmiş oluruz?
CEVAP
Evet, uygun olmaz. 30 sene kadar önce, bir arkadaş, çalışan bir personele
kâğıt, kalem, bant gibi şeyler veriyor. Bakıyor, birkaç gün sonra bunlar yok
oluyor. Yani o personel, bunları alıp evine götürüyor veya birilerine veriyor.
Durmadan bundan malzeme istiyor. Bir gün kızıyor, (Sen çalıyorsun, sana bir tek
malzeme yok) diyor. O da bu arkadaşı müdüre şikâyet ediyor, (Bana malzeme
vermiyor) diyor. Müdür, arkadaşı çağırıyor. (Biz onun ne yaptığını biliyoruz.
Sen karışma, nereye götürürse götürsün, sen vermeye devam et) diyor.
Eğer müdür, patron bir işi biliyorsa, onlara söylemek uygun olmaz.
Bilmiyorlarsa, ortada bir hainlik varsa bir kere söylenir. Artık bundan sonra
müdürün veya patronun işine karışılmaz. Israrcı olunmaz. Kraldan çok kralcı
geçinmek, çok uygun bir deyim. Yöneticinin veya patronun yaptığı bize göre
yanlış olsa, bizimki de, bize göre doğru olsa, yine de onların işine kesinlikle
karışmamalı. Çünkü sorumluluk onlara aittir.
Emîre itaat vacibdir
Sual: Emîr, mubah bir şeyi, mesela sigarayı yasaklasa, buna uymak
gerekir mi?
CEVAP
Berika’da, (Emîr [başkan, âmir], mubah olan bir şeyi emrederse veya
yasaklarsa, buna itaat şarttır, çünkü emîrin İslamiyet’e uygun emirlerine itaat
vacibdir) buyuruluyor. Buradaki vacib, farz demektir. Bir hadis-i şerif
meali şöyledir:
(Günahı emretmedikçe, emîre itaat vacibdir.) [Beyhekî]
Nisa sûresinin (Allah’a, Peygambere ve sizden olan emîrlere itaat
edin!) mealindeki âyette bildirilen itaat, Müslüman emîrin, dine uygun
emir ve yasaklarına uymaktır. (Hadika)
Habeşî [zenci] cariye olan Ümmi Eymen’in oğlu Üsame bin Zeyd, 18
yaşında iken, bir birliğe kumandan olmuştu, Babası Zeyd bin Harisede,
köleydi. Hicretin 8. yılında, Mûte’de Rum ordusuyla savaşırken İslam ordusuna
kumandanıydı. Hazret-i Ebu Bekir halifeyken, (Resulullah, sizi
Üsame’nin emrinde savaşa göndermişti. Yine aynı emîrle savaşa hazır
olun!) dedi. O zaman Üsame 22 yaşındaydı. Bazıları, (Âsiler Medine’ye
gelip halifeyi öldürebilirler. Üsame’yi değiştirseniz nasıl olur?) dediler.
Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah'ın beğendiği komutanı değiştiremem) dedi.
Üsame at üzerinde, halife ve Eshab yürüyerek, Medine’den dışarı çıktılar.
Halife, Eshaba veda ederken, (Birinci nasihatim, emîriniz Üsame’ye
itaat etmenizdir) buyurdu. Hazret-i Üsame, Huzaa kabilesine gidip,
mürtedleri öldürdü. Kırk gün sonra, zaferle Medine’ye döndü. Demek ki, emîr
genç ve köle de olsa, ona itaat şarttır. Ona itaat edilmezse, onu vekil eden
zata itaat edilmemiş olur. Sultan IV. Murad han, tütün içmeyi yasak edince,
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, (Tütün içmek haramdır) demiştir.
Yine o zaman yaşayan Şernblali hazretleri de, (Halife
mubahları yasak edince haram olur) buyurmuştur.
Sultan, umumun faydası için bir mubahı yasak edince, dinlemek vacib olur. (Berika)
Şâfiî âlimlerinden Necmeddin-i Gazzî, (Sultan yasak edince, sigara
içmek haram olur. Devam edilirse, büyük günah olur) buyuruyor.(Dürr-ül-muhtar)
Demek ki, halife veya emîr umumun faydası için sigarayı yasak edince, sigara
içmek haram oluyor.
Âmire itaatin önemi
Sual: Birkaç sualimiz var:
1- Dinimizin emîr diye bildirdiği âmire itaatin önemi nedir?
2- Bölge emîrinin yürüttüğü işleri, ondan izinsiz yürütmeye
kalkmak, kendini âmire itaat etmekte değil de, o işleri yapmakta sorumlu sanmak
uygun mudur? Mesela temsilcilikteki görevlilere, âmirden habersiz barınak temin
edilebilir mi? Yemek verilebilir mi?
3- İzinsiz sohbet grupları kurulabilir mi?
4- İzinli kurulan sohbet gruplarında, grup başının yetkisi nedir?
Şeyhlik yapabilir mi?
5- Âmirinden habersiz başka yerden konferansçı davet edip konferans
organize edilebilir mi?
6- Gelen konferansçı, o bölgenin âmirinden habersiz konferans
verebilir mi? Konferansçı, o bölgenin âmiri gibi davranabilir mi, izinsiz
imamlığa geçebilir mi ve onu biz zorla imam yapabilir miyiz?
7- Konferansçı, kadınlara da vaaz ve nasihat verebilir mi? Kadınlar
konferansçıya sual sorabilir mi? Kadınları da, namazda cemaate dâhil edebilir
mi?
CEVAP
1- Dinimizde emîre yani âmire itaatin önemi büyüktür. Âmirlerle
münakaşa edilmez. Onların yaptığı işler ulu orta tenkit edilmez. Onlara itiraz,
onları tayin eden âmire itiraz olur. Bizim yanlış sandığımız şey doğru
olabilir. Doğru sandığımız şey, yanlış olabilir. Âmirimize itaat gerekir.
Birkaç hadis-i şerif:
(Emîre itaat vacibdir.) [Beyhekî] (Burada vacib, farz demektir.)
(Emîrin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü itaat etmeyip, o topluluktan
bir karış ayrılan, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.) [Buhârî]
(Bana itaat, Allahü teâlâya itaattir. Bana isyan, Allahü teâlâya isyandır.
Başındaki emîre itaat, bana itaattir, ona isyan ise, bana isyandır.) [Buhârî]
(Başınızdaki emir, Habeşli siyah bir köle de olsa, ona mutlaka itaat
edin!) [Buhârî]
(Bazı emîrler gelir, rızıklarınıza el atar, yalanlarla sizi avutmaya
çalışır. Yine de emîrlik haklarını tanıyın.) [Taberânî]
(Hoşuna gitse de, gitmese de, emîrin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhârî]
Hazret-i Huzeyfe diyor ki: Peygamber efendimiz, (Benim yoluma uymayan,
insan kılıklı, şeytan huylu emîrler gelecektir) buyurunca, (Yâ
Resulallah, bu zamana yetişirsem ne yapayım?) diye sual ettim. (Müslümanların
cemaatine ve imamına uy! Sırtına vurup malını alsa da, emîrin sözünü dinle ve
ona itaat et!) buyurdu. (Buhârî)
Dinimizde birlik ve beraberliğin sağlanması için âmire itaatin önemi büyüktür.
Âmirimiz kötü diye yakınmak doğru değildir. Önce kendimize bakmamız, kendi
kusurlarımızı düzeltmemiz gerekir.
Kendimizi düzeltirsek, âmirlerimiz de düzelir. Nitekim hadis-i şerifte, (Siz
nasılsanız, başınıza öyle âmirler geçer) buyuruluyor. (Deylemî)
Habeşî [zenci] cariye olan Ümmü Eymen’in oğlu Üsame bin Zeyd, 18
yaşında iken, bir birliğe kumandan olmuştu, babası Zeyd bin
Harise de köleydi. Hicretin 8. yılında, Mûte’de Rum ordusuyla
savaşırken İslam ordusunun kumandanıydı. Hazret-i Ebu Bekir halifeyken, (Resulullah,
sizi Üsame’nin emrinde savaşa göndermişti. Yine aynı emîrle savaşa hazır
olun!) dedi. O zaman Üsame 22 yaşındaydı. Bazıları, (Âsiler Medine’ye
gelip halifeyi öldürebilirler. Üsame’yi değiştirseniz nasıl olur?) dediler.
Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah'ın beğendiği komutanı değiştiremem) dedi.
Üsame at üzerinde, Halife ve Eshab yürüyerek, Medine’den dışarı çıktılar.
Halife, Eshab-ı kirama veda ederken, (Birinci nasihatim, emîriniz
Üsame’ye itaat etmenizdir) buyurdu. Hazret-i Üsame, kırk gün sonra,
zaferle Medine’ye döndü. Demek ki, emîr genç ve köle de olsa, ona itaat
şarttır. Ona itaat edilmeseydi Resulullah'a itaatsizlik olurdu. Tayin edilen
emîre itaat etmemek, onu tayin eden zata itaat etmemek olur. (Vekil
asıl gibidir) buyuruluyor. Bir zat, birini emîr olarak tayin etmişse
veya onu kendine vekil etmişse, vekile itiraz, vekil edene itiraz olur. Açıkça
diyemese bile, “Sen bu işi beceremedin, sen bu kişiyi yanlış seçtin, işi ehline
vermedin, haram işledin” demek olur. Böyle söylemenin ne kadar çirkin, ne kadar
tehlikeli olduğunu iyi anlamalıdır. Merhum Enver abimiz, şunu anlatmıştı:
Peygamber efendimiz, “sallallahü aleyhi ve sellem” çok kalabalık bir evde
Eshab-ı kiramla sohbet ederken, bir kabile reisi gelir. Oturacak yer olmadığı
için kapının eşiğine oturur. Bunu gören Peygamber efendimiz, onu yanına
çağırır, kendi hırkasını çıkarır, dörde katlar, (Bu hırkamın üzerine
otur) buyurur. O mübarek kabile reisi, hırkayı öpüp başına koyar, (Yâ
Resulallah, kusurumu affedin! Hırkanızı buyurun) der. Peygamber
efendimiz, (Benim maksadım başkadır) diyerek Eshab-ı kirama
döner, (İnsanların yükünü çeken bir âmir veya onlara hizmet eden biri
gelirse, ayağa kalkın, ona hürmet gösterin! Size bunu öğretmek için böyle
yaptım) buyurur. Beş kişi için ayağa kalkılır: Ana, baba, hoca, seyyid
ve âmir.
2- Birinci maddede açıkça anlatıldığı üzere, emîre itaatsizlik suç
olduğu gibi, onun işlerine müdahale etmek, ondan habersiz o işleri yürütmeye
kalkmak daha büyük suçtur. Görevlilerin barınacakları yerden, yiyip
içmelerinden emîr sorumlu olur. Başkalarının bu işe izinsiz müdahale etmeye
kalkışması çok yanlış olur.
3- İzinsiz sohbet grubunun kurulması meşru olmaz. Korsan bir grup
kurulmuş olur. O sohbetten feyiz ve bereket hâsıl olmaz. Sadece bu grubu kuranlar
değil, izinsiz olduğunu bilerek oraya gidenler de bu işten sorumlu olur.
4- İzinli kurulan sohbet grubunda, ancak bildirilen konularda
sohbet olur. Sadece bu kitaplar okunacak denmişse sadece o kitaplar okunur,
başka konular konuşulmaz. (Şunu yapmak, şu kitapları okumak daha faydalı olur)
denilerek başka iş yapılmaz. O grubun başı, bölge âmirine karşı sorumludur,
ondan izinsiz gündemi değiştiremez. Hele şeyhlik falan yapamaz. (Önce Kur’an
okuyalım, şu duayı ezberleyelim, şu konuyu işleyelim, şu hizmeti yapalım) deme
yetkisinde değildir. Yetkisini aşıp öyle bir şey derse, o iş meşru olmaktan
çıkar. Bu hususlar kadınlar için de aynen geçerlidir.
5- Âmirden habersiz konferansçı davet etmek de, çok büyük
yanlışlıktır, gayrimeşru bir iştir. Bir arkadaş anlattı:
(Geçen sene beni bir yere misafir olarak davet ettiler. Ben oraya sadece
misafir olarak gelmiştim. Bir de ne göreyim, 90-100 kişi toplamışlar. “Haydi,
bunlara sohbet et” dendi. Bir emrivaki ile karşı karşıya kalmıştım, çok
sıkıldım. Hiçbir hazırlığım falan da yoktu. Zaten benim sohbetlere konuşmacı
olarak katılmışlığım olmadığı gibi öyle bir kabiliyetim de yoktu. Çok mahcup
oldum, üzüldüm.)
Misafiri böyle emrivaki işlerle karşı karşıya bırakmak asla doğru olmaz.
6- Konferansçı, bölge âmirinden izinsiz ve habersiz birkaç kişinin,
hattâ yüzlerce kişinin arzusu üzerine konferans veremez. Konferansçı, önce
bulunduğu bölgenin âmirinden izin almak şartıyla, başka bir şehre gidebilir.
İzin almadan hiçbir yere gitmesi meşru olmaz.
Bir arkadaş, Konya’dan başka şehre giderken yolda şehit oluyor. Bir de merhum
Mehmet Darende abimiz vardı. Ehl-i sünneti yaymaktaki arzusu bir aşk
derecesindeydi. Gözü hizmetten başka bir şey görmezdi. Kitap satışına giderken
âmirinden izin almayı bile düşünecek durumda değildi. O da hizmet esnasında
abdestli olarak şehit oluyor. Merhum hocamız, ikisi için de aynı şekilde,
(İzinli mi gitmişti?) diye soruyorlar. (Hayır) dediklerinde, her ikisi için de
aynı cevabı verip, (Eğer izinli çıkmış olsaydı, bu kaza başına
gelmezdi)buyuruyorlar. İzinli gitmek bu kadar önemlidir. İzinli gittiği
yerdeki bölge âmirine teslim olunur. O ne derse onun dediğini yapmak gerekir.
Ne kadar bilgili olursa olsun, kendiliğinden imamlığa geçmesi asla caiz olmaz.
Tersine oradaki birinin, onu zorla imam yapması da çok yanlış olur. Teklif
edilebilir, kabul etmezse ısrar edilmez. Belki bir mazereti olabilir.
7- Konferansçı, pîr-i fâni de olsa, kadınlara vaaz ve nasihat
veremez. Sohbete gelen kadınlar da sual soramaz. Kadınlar zaruret olmadıkça
namahrem erkeklerle konuşamaz. Bir hadis-i şerif:
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz
olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]
İbni Abidin hazretleri de buyuruyor ki:
Kadının sesini erkeğin işitmesi doğru değildir. Kadın aşikâre telbiye yapamaz,
çünkü sesi avrettir. Kadınların yabancı erkeklerle ihtiyaç hâlinde, ihtiyaç
kadar konuşması caizdir. Seslerini yükseltmeleri caiz değildir. Bundan dolayı
ezan okumaları caiz görülmemiştir. Kadınların namaz kılmak ve vaaz dinlemek
için camiye gitmeleri de caiz değildir. (Redd-ül-muhtar)
Kadınların evde kıldıkları namaz, daha sevabdır. İki hadis-i şerif:
(Kadının en hayırlı namazı, evinin en dip köşesinde kıldığıdır.) [Taberânî]
(Kadının, evinin en dip köşesinde kıldığı namaz, salonda kıldığından, salonda
kıldığı ise, camide kıldığından daha sevabdır.) [Ebu Davud]