Mucize ve kerâmet hakkında...
30/03/2020 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Peygamberlerden, âdet-i İlâhiyye dışında, fakat kudret-i İlâhiyye içinde
bazı şeyler meydana gelir. Bunlara “mucize” denir.
Dârul-Fünûn müderrislerinden (yani eski İstanbul Üniversitesi
profesörlerinden) Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ Arvâsî (rahmetullahi
aleyh) diyor ki:
“Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş
yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri,
fizik, kimyâ ve biyoloji kânûnları diyoruz.
Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, o işin sebeplerine yapışmamız
lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek
lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, yüce Allah’ın bu âdeti içinde
meydâna gelmektedir.
Cenâb-ı Hak, her şeyi bir sebep altında yaratmakla birlikte, istediği
zaman, sevdiği insanlara, ikrâm için, iyilik olsun diye ve azılı düşmânlarına
da mekr-i İlâhî olmak üzere, bazı “Hârikul-âde (yani fevkalâde, âdet dışı,
olağanüstü)” şeyler verebilir. Yani bunlar için âdetini
bozarak, sebepsiz şeyler de yaratabilir. Meselâ:
1- Peygamberlerden, âdet-i İlâhiyye dışında, fakat kudret-i
İlâhiyye içinde bazı şeyler meydana gelir. Bunlara “Mucize” denir.
Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) mucize göstermeleri lâzımdır.
2- Peygamberlerin ümmetlerinin evliyâsında, âdet dışı meydâna
gelen şeylere, “Kerâmet” denir. Evliyânın kerâmet göstermeleri
lâzım değildir. Zâten bunlar da, kerâmet göstermek istemezler, Allahü teâlâdan
utanırlar.
3- Ümmet arasında, velî olmayanlardan meydâna gelen âdet
dışı şeylere de, “Ferâset” denir.
4- Âdet dışı şeyler, fâsıklardan, günâhı çok olanlardan zuhur
ederse, bunlara “İstidrâc” denir ki, derece derece,
kıymetlerini indirmek demektir.
5- Kâfirlerden zuhur edenlere ise “Sihir” yani “Büyü” denmektedir.
Biz bugün ve yarınki makâlelerimizde, birazcık “Mucize”den
bahsedelim...
“Mucize”: “Allahü teâlânın izniyle, Peygamberlerden (aleyhimüsselâm),
Peygamberliklerine delîl olarak meydâna gelen hârikulâde (olağanüstü) hâller”e denilir.
Binâenaleyh, cemiyet içerisinde, bazı insanların gelişigüzel hâdiselere, birtakım
önemli olaylara "Mucize" meydâna geldi demeleri,
katiyyen uygun değildir. Çünkü mucize, yukarıdaki tarîfte de
geçtiği gibi, Peygamberlerin ellerinde meydâna gelir.
Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh), bir
şeyin mucize olabilmesi için şu şartların lâzım olduğunu ifâde
etmektedir:
1- Allahü teâlâ o şeyi, mûtâd (alışılmış) sebepler dışında yaratmış
olmalıdır.
2- Hârikulâde (olağanüstü) olmalıdır.
3- Peygamber olan zâtın istediğine uygun olmalıdır. İsteyip de hâsıl olan
mucize, kendisini yalanlamamalıdır.
4- Mucize, Peygamber olduğunu söylemeden önce hâsıl olmamalıdır.
5- Bir Peygamberin ümmetinden meydâna gelen hârikulâde hâller, kerâmetler
de o Peygamberin mucizesidir.
"Peygamberler, İslâmiyetin emirlerini ve yasaklarını bildirirlerdi.
Ümmetleri, mucize isteyince; "Mucizeleri, Allahü teâlâ yaratır.
Bizim vazîfemiz, O'nun emirlerini bildirmektir" buyururlardı.
Allahü teâlâ dilerse, ümmetlere merhamet ederek, inanmaları, saâdete
kavuşmaları için, o anda mucize yaratırdı." (İmâm-ı Rabbânî)