"Ben kimim ki efendim?"

01/02/2023 Çarşamba Köşe yazarı A.U

Anadolu'da yetişen evliyânın meşhurlarından Mustafa Safî Efendi’nin türbesi inşâ ediliyordu.

Bu işle meşgul olanlar, bu büyük zâtın kabri yanında, ona karşı lâzım olan edebi tam göstermiyorlardı.

Ayaklarını uzatıyorlardı.

Edepsizce oturuyorlardı.

Yine bu kabir yanında ayaklarını uzatıp oturdukları sırada, Safî Efendi’nin rûhâniyeti onlara gözüktü.

Acı acı tebessüm etti.

Ve onlardan birine bakıp;

"İbrâhim Bey! Sen artık büyüdün de, bizi tanımaz ve saymaz mı oldun?” buyurdu.

O, bu büyük zâtı gördü.

Kelâmını işitti.

Ve yerinden fırlayıp;

“Amân efendim, ben kim oluyorum ki, sizi saymayayım” dedi.

Ve uzun uzun ağladı!

Çok gözyaşı döktü!

Ayaklarına kapanıp, affını istedi.

O mübârek zât da;

“Peki, affettim” dedi.

Ve gözden kayboldu.

O kişi, kendinden öyle geçmişti ki, ancak affedildiğini öğrenince kendini toparlayabildi.

Artık bu hâdiseden sonra, türbenin yanına yaklaşırken tâ uzaktan ayakta durarak edep gösterirlerdi.

● ● ●

Bir gün bu zâta;

“Efendim, dünyâ ve âhirette saadete ne ile kavuşulur?” diye sordular.

Cevâbında;

“İki şeyle kavuşulur. Biri, bir Allah dostunu tanıyıp onu sevmek, ikincisiyse, dosdoğru kılınan bir namazdır” buyurdu.