Âyet ve hadisle bildirildiği halde, Mirac mucizesini inkâr eden olmuş mudur?
Mirac mucizesi
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri, sözbirliği ile Miracın hak olduğunu bildiriyorlar.
[Fitne] yani imtihan uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya
olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek
derecelere kavuşmazdı.
Resulullahın, Mekke'den Kudüs'e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve
bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur. (Bahr)
Birkaç saniyede Mekke'den Kudüs'e götüren Allahü teâlâ, neden daha uzaklara
götüremesin? Allahü teâlânın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder.
Mirac hakkında birçok hadis-i şerif vardır. Birkaçı şöyle:
(İsra gecesi [Miraca çıkınca] Cennetin kapısı üzerinde
“Sadakanın on, ödünç vermenin sevabı onsekiz mislidir” yazılmış olduğunu
gördüm.) [Beyheki]
(İsra gecesi her gökte, Muhammedün Resulullah ve arkasından Ebu Bekri Sıddık
yazılı olduğunu gördüm.) [Ebu Nuaym]
(İsra gecesi, nura gark olmuş bir zat gördüm. “Bu kim?” dedim. Cebrail
aleyhisselam, “Dünyada iken Allahü teâlâyı devamlı anan, kalbi camiye bağlı ve
ana-babasına asi olmayan bir zattır” dedi.)[İ. Ebiddünya]
(Mirac’da, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kimler olduğunu sordum. “Bunlar,
gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir” denildi.) [İ. Ahmed]
(Mirac gecesi, uğradığım her melek topluluğu, ümmetime hacamatı tavsiye
etti.) [Hakim]
(Mirac Gecesi’nde ateşten makasla kendi dudaklarını kesenleri görüp, kim
olduklarını sordum. “İlmiyle amel etmeyen din adamlarıdır” denildi.) [Buharî,
Müslim]
(Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm.) [Tirmizi]
(Mirac gecesi, ekin ekip bir günde biçen bir topluluk gördüm. Biçtiği mahsul
yeniden eski haline dönüyordu. “Bunlar kim?” dedim. Cebrail aleyhisselam,
“Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir. Bunların bir iyiliğine yedi yüz misli
sevap verilir. Harcadıklarının yerine yenisi verilir” dedi.) [Bezzar]
Uzun bir hadis-i şerifin özeti:
(Cebrail aleyhisselamla bütün gökleri geçerek Sidre-i Müntehaya geldim.
Cenneti gösterdiler. Daha sonra elli vakit namazla dönerken Musa aleyhisselamı
gördüm. Elli vakit namazın ümmetime zor geleceğini, dönüp namaz vakitlerini
azaltmasını Allahü teâlâdan istememi söyledi. Azar azar kaldırılarak, sonunda
beş vakte indirildi.) [Müslim]
Bazı bid’at ehli, sahih-i Müslimdeki bu hadis-i şerife inanmıyorlar. Peygamber
efendimizin derecesinin Musa aleyhisselamdan daha yüksek olduğu için, ondan
öğrenmesi, onun tavsiyesine göre hareket etmesi uygun değil, böyle şey olmaz
diyorlar. Halbuki bilindiği gibi, Kur’an-ı kerimde, Musa aleyhisselamın
Hazret-i Hızır’dan ilim öğrendiği bildirilmektedir. [Bu kıssayı aşağıda
yazdık.] Hazret-i Hızır peygamber olmadığı gibi derecesi Musa aleyhisselamla
mukayese bile edilmez. Musa aleyhisselam, ülülazm bir Peygamberdir. Demek ki,
mevki ve derecesi yüksek olan bir zat, derecesi daha aşağıdaki bir zattan ilim
öğrenebilir, onun tecrübesine istinaden söylediği tavsiyeye uyabilir.
Mekke'den Kudüs'e ancak bir ayda gidip gelinebilir. Kısa bir anda Mekke'den
Kudüs'e varıp gelmek ancak Allahü teâlânın kudreti ile olur. Buna inanıp da,
daha uzaklara gittiğine inanmamak, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeyi
gerektirir. İşte mezhepsizlerin anlamadığı husus burasıdır. Allahü teâlâ
dilerse niçin olmasın? Peygamber efendimiz, (Göklere ve daha uzaklara
gidip geldim)buyuruyor. Bunu inkâr etmekteki maksat nedir? Gayrimüslimler,
İslamiyet’i yıkmak için, böyle konularda yerli maşalarını kullanıyorlar. Bu
kadar vesikaları ancak Mutezile veya İbni Sebeci olan inkâr edebilir.
İmtihan rüyada olmaz
Sual: Mirac rüyada oldu diyorlar. Peygamberimiz uyanıkken olmadı mı?
CEVAP
Rüyada olanlar da oldu. Ancak meşhur İsra olayı uyanıkken oldu. Namaz da o
gece beş vakit olarak farz oldu.
İsra suresinin ilk âyet-i kerimesinin meali şöyledir:
(Kuluna [Muhammed aleyhisselama] bir gece bazı
âyetlerimizi [Allahü teâlânın kudret ve azametine delâlet eden nice
harika olayları] göstermek için, onu Mescid-i Haram'dan [Mekke’den], çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya [Kudüs’e] götüren Allah,
her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla
gören Odur.) [İsra 1]
Âyet-i kerimede geçen İsra kelimesi, gece yürümek
anlamındadır. İsra kelimesi, rüya için kullanılmaz. Uyanık iken, yürümek
manasına kullanılır. Yine aynı surede mealen buyuruluyor ki:
(İsra gecesi, sana, o temaşayı [o gece gösterdiğimiz olayları] ve
Kur'anda lanetlenen [Cehennemdeki Zakkum isimli] ağacı da,
yalnız insanlara bir fitne [imtihan] yaptık. [Miracı
ve zakkum ağacını inkâr ettiler.] Bizim ikazımız, ancak onların
taşkınlıklarını artırıyor.) [İsra 60]
İmtihan rüyada olmaz, uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya
olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamaz, kâfirler, hep birlikte isyan etmez,
Müslüman görünen münafıklar, böyle şey olmaz demezlerdi. Onları Müslüman
sananlar da, bunları mürted oldu zannettiler. Onun için bazı kitaplarda, (Mirac
olayı, bir çok kişinin mürted olmasına sebep oldu) diye yazar. İnançları sarsan
bir olay olmasaydı, Hazret-i Ebu Bekir de, inkâr fırtınası içinde,
Resulullahın miracını tasdik etmezdi. Allahü teâlâ, bu tasdikinden dolayı
Resulü Muhammed aleyhisselam vasıtası ile ona Sıddık ismini
verdi. Burada sıddık, sözünde ve imanında çok doğru olan demektir. Ebu Bekri
Sıddık, Resulullahın Miracını ilk tasdik edenlerden olduğu için yüksek
derecelere kavuştu, Peygamberlerden sonra insanların en üstünü oldu. Allah’a ve
Resulüne iman edip, Onların sözünü tasdik etmek müminlerin alametlerindendir.
Bir âyet meali:
(Müminler, “İşittik, itaat ettik [Allah ve Resulünün sözlerini
beğendik, kabul ettik]” derler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.) [Nur
51]
İsra suresinin 60. âyet-i kerimesinde bildirilen fitne [imtihan] hâlâ devam
ediyor, aklını ölçü alan mutezile kafalı kimseler, böyle bir mucizeye akıl
erdiremedikleri için, Miracı bir türlü kabul edemiyorlar. Evet olay çok
büyüktür, bir mucizedir, insanların yapması imkansızdır, ama bunu Allahü teâlâ
yapıyor. Onun kudretinden hiç şüphe edilir mi?
Kâfirlerin telaşı ve soruları
Bu gidip gelmek, gayet kısa zamanda oldu. Geldiğinde, mübarek yatakları
henüz sıcak idi. Gelince, nasıl gidip geldiğini anlattı. Burak’la Mescid-i
Aksa’ya gittiğini, oradan gökleri geçerek Cenneti Cehennemi ve daha başka
yerleri gezdiğini söyledi. Dönüşte yolda, develi yolcular gördüğünü, bir
devenin ürküp yıkıldığını söyledi. (İnşallah çarşamba günü Mekke’ye
gelirler) buyurdu. Kâfirler bu olayı işitince inkâr edip, “Akla
zıttır, mümkün değildir” dediler. “Bu iş burada bitti, mal, mülk, saltanat
verdik, davasından vazgeçiremedik. Ama artık ondan kurtulduk” diye
sevinçlerinden oynamaya başladılar. Birkaçı hemen Hazret-i Ebu Bekir’in evine
geldi. Çünkü onun akıllı, tecrübeli, hesaplı bir tüccar olduğunu
biliyorlardı.
Kapıya çıkınca hemen sordular:
"Ey Ebu Bekir, sen çok kere Kudüs'e gittin geldin, iyi bilirsin. Mekke'den
Kudüs'e gidip gelmek ne kadar zaman sürer" dediler. Hazret-i Ebu Bekir,
"İyi biliyorum, bir aydan fazla" dedi. Kâfirler bu söze
sevindiler. “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay
ederek ve Hazret-i Ebu Bekir'in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek,
"Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor, artık iyice
sapıttı" diyerek, Hazret-i Ebu Bekir'e sevgi, saygı ve güven gösterdiler.
Hazret-i Ebu Bekir, Resulullah efendimizin mübarek adını işitince"Eğer
O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir. O, gerçek söyler.
Ondan yalan sâdır olmaz" diyerek içeri girdi. Kâfirler neye
uğradıklarını anlayamadılar. "Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü
imiş. Ebu Bekir’e sihir yapmış" diyorlardı.
Hazret-i Ebu Bekir hemen giyinip, Resulullah efendimizin yanına geldi. Büyük
kalabalık arasında yüksek sesle, "Ya Resulallah! Miracınız mübarek
olsun! Allah’a sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere
hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan,
ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdi. Ya Resulallah! Senin her
sözün doğrudur, inandım. Canım sana feda olsun" dedi.
Kâfirler bu hâle çok kızdı. Müminlerin kuvvetli imanına, Peygamberin her sözüne
hemen inanmalarına, Onun çevresinde pervane gibi toplanmalarına dayanamadılar.
Peygamber efendimiz daha önce Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı görmemişti, bunu
kâfirler de bildiği için, Resulullahı mahcup, mağlup etmek için, imtihan etmeye
yeltenip dediler ki:
“Sen Kudüs’e gittim diyorsun. Söyle bakalım! Mescidin kaç kapısı, kaç penceresi
var?”
Resulullah hepsine cevap verirken, Hazret-i Ebu Bekir, “Öyledir ya Resulallah,
aynen öyledir ya Resulallah” derdi. Çünkü Hazret-i Ebu Bekir, tüccardı, Kudüs’ü
Mescid-i Aksa’yı iyi biliyordu, çok gidip gelmişti. Kâfirlerin kendileri de
oraları çok iyi biliyorlardı. Bu bakımdan kâfirler, “Yanlış söylüyorsun”
diyemiyorlar, inat için dahi olsa, Resulullahın cevaplarını inkâr
edemiyorlardı.
Resulullah efendimiz, edebinden, hayasından karşısındakinin yüzüne bile
bakmazdı. Mescid-i Aksa’nın kaç penceresi olduğunu bilmiyordu. Daha sonra bu
olayı şöyle anlattı:
(Mescid-i Aksa’da etrafıma bakmamıştım. Sorduklarını görmemiştim. Kureyş
beni yalanlayınca, o anda Cebrail aleyhisselam, Mescid-i Aksa’yı gözümün önüne
getirdi. [Televizyon gibi] görüyor, sayıyordum. Sorularına,
hemen cevap veriyordum.) [Buhari]
Çarşamba günü güneş batarken, Resulullahın bahsettiği kervan Mekke’ye geldi.
Kervandakiler, fırtına eser gibi olduğunu, bir devenin yıkıldığını söylediler.
Bu hâl müminlerin imanını kuvvetlendirdi. Kâfirlerin düşmanlığını artırdı.
Kur’an-ı kerim âyetlerinin inmesi, mucizelerin görülmesi müminlerin imanlarını
kuvvetlendirdiği gibi, kâfirlerin de düşmanlıklarını artırırdı. İki âyet meali:
(Müminler, Allah anılınca kalbleri ürperen, âyetler okununca, imanları
artan [kuvvetlenen] ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen
kimselerdir.) [Enfal 2]
(Andolsun ki, sana Rabbinden indirilen âyetler, onların [kâfirlerin] çoğunun
azgınlığını ve küfrünü artırır.) [Maide 64]
Hazret-i Hızır ve Musa aleyhisselam
Bir kimse, ilim tahsil etmeden marifet ve keramet sahibi olabilir. Kur’an-ı
kerimde, Kehf suresinin 60. âyet-i kerimesinden 82. âyetinin sonuna kadar
anlatılan olayda, ilm-i ledünniden, bâtın ilminden bahsedilmektedir.
Kıssa özetle şöyledir:
Hazret-i Musa, “Ya Rabbi, benden âlim olan ve bâtın ilmini bilen zatı nerede
bulurum?” diye sordu. Allahü teâlâ da, “Ya Musa, yola çık, çantana koyduğun
balık canlanıp denize gittiği yerde, o zatı bulursun” buyurdu. Hazret-i
Musa, Hazret-i Yuşa ile yola çıktı. Bir pınarın yanına oturdular. Bu
pınar âb-ı hayat idi. Bu suya dokunan ölü canlanırdı. Bu sudan
bir damla balığa değince, balık canlanıp denize gitti. Hazret-i Yuşa bunu gördü
ise de söylemeyi unuttu. Hazret-i Musa sorunca, hatırlayıp balığın canlanıp
denize gittiğini söyledi. Geri dönüp oraya gelince, o zatı gördüler. Hazret-i
Musa, “Bana bâtın ilmini öğretir misin?” dedi. O zat, “Allahü teâlânın
bana öğrettiği ilmin hepsini sen bilmezsin. Bilmediğin için de yaptıklarıma
sabredemezsin” dedi. Hazret-i Musa, “İnşallah beni sabredenlerden bulursun”
dedi. O zat, “Ya Musa, tuhafına gitse de, yaptıklarımdan bana bir şey
sormayacaksın” dedi.
Üçü bir gemiye bindiler. Gemiciler, bunların iyi kimseler olduklarını anlayarak
para almadılar. O zat, geminin bir tahtasını söktü. İçeri su girmeye başladı.
Hazret-i Musa, “Gemiciler, bize iyilik etti, para almadı. Sen de bunları
denizde boğacaksın” dedi. O zat, “Hani bana karışmayacaktın?” dedi.
Gemiden inince, sahilde oynayan çocukları gördüler. O zat, çocuklardan birini
öldürdü. Hazret-i Musa, “Çocuğun günahı neydi?” demekten kendini
alamadı. O zat, “Yine işime karıştın” dedi.
Antakya’ya uğradılar. Kimse yemek vermedi. O zat, yıkılmak üzere olan bir
binanın koca duvarını bir eli ile tutup doğrultuverdi. Hazret-i Musa, “Bunu
ücretle yapsaydın, bir ekmek parası çıkarırdık” dedi. O zat, “Artık
ayrılma zamanımız geldi. Çünkü üç defa işime karıştın” dedi. Hazret-i Musa,
“Bunların hikmeti nedir?” dedi. O zat, “Bunları Allahü teâlânın emri ile
yaptım. Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir
derebeyi, sağlam gemileri zorla alıyordu. Bu geminin arızalı olduğunu duyunca
almaktan vazgeçecekti. Biz de iyiliğe iyilik etmiş olduk.
Günahsız çocuğa gelince, bunun ana babası salih idi. Çocuk büyüyünce, küfre
zorlayarak onlara zulüm ve işkence edecekti. Bunun yerine neslinden 70
Peygamber meydana gelecek hayırlı bir evlat vermesi için dua ettim.
Doğrulttuğum duvar, öksüzlere aitti. Babaları duvarın altına bir hazine
saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp hazine meydana çıkacak, eller
alacaktı. Öksüzlere de bir iyilik etmiş olduk.
Kur’an-ı kerimdeki bu kıssa, bâtın ilmine sahip keramet sahibi kimselerin
bulunduğunu açıkça bildirmektedir. Cenab-ı Hakkın ihsanı boldur. Dilediğine bu
ilmi verir, onu marifet sahibi yapar.
Peygamber efendimiz Mirac'da Allahü teâlâyı gördü
Sual: Mutezile itikadında olan biri, (Peygamberimizin, Mirac’a
gidince Allah’ı gördüğünü söylemek, Allah’a mekân isnat etmek olduğu için
küfürdür. Bu bakımdan Mirac diye bir olay yoktur) diyor. Yanlış değil
mi?
CEVAP
Evet, kesinlikle yanlıştır. Mekân isnat etmekle ilgisi yoktur. Burada iki
sual var: 1- Mirac hak mıdır? 2- Allahü teala
ile bir yerde konuşmak ona mekân tayin etmek mi olur?
1- Resulullah efendimiz, Mirac'ta mekânsız, zamansız, cihetsiz,
sıfatsız olarak Allahü tealayı gördü. Ehl-i sünnet âlimleri, söz birliğiyle
Mirac’ın hak olduğunu bildiriyorlar. Kavl-ül-fasl kitabında
deniyor ki: İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde, Allahü
teâlâ, kudret ve azametinden, nice harika olaylardan bazılarını göstermek için,
Muhammed aleyhisselamı Mekke’den Kudüs’e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi
rüya için kullanılmaz. Uyanıkken, gece yürümek mânâsında kullanılır. Yine
buyuruldu ki:
(Sana [Mirac’da] gösterdiğimiz temâşâyı insanlar için bir
fitne kıldık.) [İsra 60]
Fitne yani imtihan, uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya
olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek
derecelere kavuşmazdı.
Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" Mekke’den Kudüs’e
götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne
inanmayan ise sapık olur. (Bahr)
Mekke’den Kudüs’e ancak bir ayda gidip gelinebilir. Kısa bir anda Mekke’den
Kudüs’e varıp gelmek ancak Allahü teâlânın kudretiyle olur. Buna inanıp da,
daha uzaklara gittiğine inanmamak, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeyi
gerektirir. İşte mezhepsizlerin anlamadığı husus burasıdır. Allahü teâlâ
dilerse niçin olmasın? Peygamber efendimiz, (Göklere ve daha uzaklara
gidip geldim)buyuruyor. Bunu inkâr etmekteki maksat nedir? Gayrimüslimler,
İslamiyet’i yıkmak için böyle konularda yerli maşalarını kullanıyorlar.
2- Zaman ve mekân mefhumu mahlûklar yani insanlar içindir. Yaratan
yani Allahü teâlâ için değildir. Zamanları, mekânları her şeyi o yaratmıştır.
İnsanlara göre olan “ezel” ile “ebed”i birleştirip Cenneti Cehennemi insanlarla
nasıl doldurduğunu Habibine göstermiştir. Şimdi Cehennem boşken, ezel ile ebed
birleşince, Resulullah efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem"
Cehenneme girenleri görmüştür. Allahü teâlâyı, Cenneti ve Cehennemi âhirete
giderek görmüştür.
Zaman, insanlar içindir
Allahü teâlânın kullarının cennetlik veya cehennemlik olmasını bilmesi de
böyledir. (Allah ileride ne olacaksa bilir) demek insanlara anlatmak içindir.
Yoksa Allahü teâlâ için zaman diye bir mefhum yok, ilerisi gerisi diye bir şey
yok. Gelecek ve geçmiş, insanlar içindir. Allahü teâlâ hepsini bir anda
görüyor, biliyor. An kelimesi de Allah için söylenmez, ama başka kelime
olmadığı için böyle söyleniyor.
Bid’at ehli bazı kimseler, Peygamber efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi
ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdiremiyorlar. Bir kısmı da hâşâ
(Mirac'ı kabul etmek, Allah’a mekân tâyin etmek olur) diyerek Mirac’ı inkâr
ediyor. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselamla Tur Dağı’nda konuşmuştur. Tur Dağı
Allah’ın mekânı mıdır? Elbette değildir. Cennete giren müminler de, Allahü
teâlâyı, nasıl olduğu anlaşılmadan görecektir. Cennet de Allahü teâlânın mekânı
değildir. Allahü teâlâ mekândan münezzehtir. Nasıl olduğu bilinmeyen bir
görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de,
nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur.
Cesed beden demektir
Sual: S. Ebediyye kitabında deniyor ki:
(Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleri buyurdu ki, miracda, ruh ve cesed birlikte
olarak, Mekke-i mükerreme’den Kudüs’e ve oradan, yedi kat göke ve sonra Sidre
denilen yere ve Sidre’den Kâbe kavseyn makamına, uyanık olarak, gece, bir anda
götürülmüş ve getirilmiştir.)
Cesed, ruhsuz bedene denmiyor mu? (Ruh ve cesed birlikte) demek yerine, (Ruh ve
beden birlikte) demek gerekmez mi?
CEVAP
Bazı kelimelerin birkaç mânâsı olur. Bu da cümledeki durumuna göre mânâsı
değişir. Örnek verelim:
Harç kelimesinin birkaç manası vardır. Mesela maliyede harç demek,
vergi demektir. İnşaatta, su, kum karıştırılmış çimento demektir. Ziraatta,
gübre karıştırılmış toprak demektir. Mutfakta da harç vardır: Köfte harcı,
dolma harcı gibi. Maliyenin harcı, çimento değildir. Ziraattaki harç, vergi
değildir. Mutfaktaki köfte harcı da, vergi veya çimento değildir.
Piyasada birçok Osmanlıca sözlük vardır. Hepsinde de cesed için;
ten, gövde, vücut, beden, ruhsuz vücut diye yazar. Ruh ve cesedkelimeleri
birlikte kullanılınca, ruhsuz yani ölü beden anlaşılmaz. Ölünün cesedi soğuktur
denirse, ruhsuz beden olduğu anlaşılır. Cesedin çoğulu ecsaddır. Cesedler,
cisimler, tenler, vücutlar demektir. Mesela madde âlemine, âlem-i ecsad denir.
Bir de cümlenin sonunda, (Uyanık olarak, gece, bir anda götürülmüş ve
getirilmiştir) deniyor. Uyanık dendiği için de, ölü denmediği, canlı olarak
götürüldüğü pek açıktır.