Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı?
Peygamber efendimize tâbi olmak
CEVAP
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz
sevmek lazımdır. Bunun alameti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu
beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdahene, yani gevşeklik sığmaz. Aşıklar,
sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle
uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan
birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap eder.
Resulullahı sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır. Onun sevgisi bir gönüle
yerleşirse, İslamiyet’i yaşama, imanın ve İslam’ın tadına, doyulmaz zevkine
ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihanın efendisine tam uymaya
sebeptir. Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habibine ikram ettiği sonsuz ve tarife
sığmaz nimetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her
Müslümanı doğrudan doğruya Resulullahın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri
ve kitapları bu bereketlerin senetleridir.
Bu dünya nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın
başkasınındır. Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır.
Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan,
Muhammed aleyhisselama tâbi olarak geçirilirse, seadet-i ebediyye, sonsuz
necat, kurtuluş umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, her şey, hiçtir. Ona
uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey
geçmez.
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tâbi olanlara
mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün
keşfler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullahın yolunda bulunmak şartı ile,
ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine tâbi
olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep
olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de,
ondan yüz çevirdi ki, bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi
inkâr eden kâfirleri elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
(Rablerini inkâr edenlerin [imansızların faydalı] işleri,
fırtınalı bir günde, rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer; o işlerin hiç
faydası olmaz.) [İbrahim 18]
(Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan
23]
(Kıyamette en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, bütün
çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103-104]
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve
güzel huyları ile yanındakilere ve keşf ettiği aletler ile, bütün insanlara
faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkça, İslam dinine inanıp
müslüman olmadıkça ebedi saadete kavuşamaz.
İşte âyet-i kerime mealleri:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [A.İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran
85]
(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa
çıkarmayın.) [Muhammed, 33]
(Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar
akan Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.) [Feth
17]
(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat
etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]
Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya
bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona
tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan
yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir.
Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi
olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini
herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların
hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete
herkesten önce gireceklerdir.
Ona tâbi olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu,
Kur’an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için,
önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip,
haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak
lazımdır. Bunlardan sonra, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
İman etmek, Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek
demektir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları ebedi saadete davet için
gönderdi.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler
vardır.) [Ahzab 21]
Ona tâbi olarak yapılanlar makbuldür. Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün
ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle
geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylule etmek, yani öğleden önce
biraz uyumak âdet-i şerifesi idi.
Mesela Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun
dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin
emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ
kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emir-ül-müminin Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan
sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; “Geceleri sabaha
kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır” deyince, Emir-ül-müminin;
“Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu”
buyurdu.
İslamiyet’ten sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini
körletiyor ise de, İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir.
Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret
kalır. Halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun
birkaçının itibarı olsun. Bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten
daha çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi
olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler
gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları,
yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e
uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir.
Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran
suresi, otuz birinci âyetinde mealen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara
de ki, eğer Allah’ı seviyorsanız ve Allah’ın da, sizi sevmesini istiyorsanız,
bana tâbi olunuz! Allah bana tâbi olanları sever” buyuruyor.
İslamiyet’e uymayan şeylerin hiç birini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen,
beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezaya sebep olur.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed
aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O
halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek
kat’i ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; “Elbette
muhakkak böyledir” buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki
itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen
buyuruldu ki:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol
tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Bütün insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında
bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed
aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur’an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan,
hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette
kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve Onun
Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan,
Ehl-i sünnet âlimleridir.
Ehl-i sünnetin reisi, imam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit’tir (radıyallahü
teâlâ anh).
Evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a’zam Ebu Hanife gibi
bir zat bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hristiyanlığa dönmezdi.”
Muhammed aleyhisselama tâbi olmak ahkam-ı İslamiyeyi yani İslam dininin
emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet’in kıymet
verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet
etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve dinine uymak
istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.
İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan,
Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için iman etmek ve
ahkam-ı İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.
Resulullah efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi, Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır.
Bütün Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu
derecededir. Bunların nefsleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek,
yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resulullah efendimizin bütün
sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf
yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan
şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun “vilayet-i hassa” dediği
makamda ele geçer. Burada, nefs de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler,
hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz
olmaktır. Bu derece, ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih
ilimli âlimler, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve
işaretlerini anlar. Bütün Peygamberlerin eshabı böyle idi. Hepsinin nefsleri
iman etmiş, mutmainne olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet
yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden
kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur.
Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak çok zordur.
Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış
olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemalata,
yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak,
Allahü teâlâdan, lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük
Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyyet ve ma’şukiyyet denilen
kemalatına, olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine
mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi
metbua o kadar benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki
Resulullah efendimiz gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır.
Ona uymanın ufak bir zerresi bütün dünya nimetlerinden ve ahiret saadetlerinden
kat kat üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi Ona tâbi olmaktır. Resulullah
efendimize uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde
olmaları temel şarttır.
Ey saadete kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi olmaya
çalışınız! Bu devlete, bu nimete mani olan her şeyden kaçınız! Harikalar
gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmiş olan bir
fen yobazını, yani Ona tâbi olmak şerefinden mahrum olan bir cahili, bir gafili
görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki
saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve hiç böyle gösteriş
yapmayan, fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın, Onu
sevmenin, felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç olduğunu biliniz! [Yalnız
Kur’an diyen, Kur’anı getirmekle vazifesi bitti, O postacıydı diyen, Kelime-i
şehadetin ikinci kısmına yani Muhammedün Resulullah demeye lüzum yoktur diyen
din düşmanlarına inanmayı, yollarında bulunmayı felaket biliniz. Yaralı
aslandan daha fazla bunlardan kaçınız.]
“Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz!”
Ona tâbi olmak (Ahkam-ı İslamiye)yi beğenip, seve seve yapmak ve Onun
emirlerini ve İslamiyet’in kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini,
salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak
demektir ve Allahü teâlânın emirlerine uymak istemeyenleri sevmemektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki;
(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de
evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara
Müslümanlığı öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz mesul olacaksınız.) [Müslim]
(Bir müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da
verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah
işlerse, babasına da o kadar günah yazılır.) [S. Ebediyye]
Din-i İslam’ın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir.
Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar
öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümanlara
(Emr-i maruf) yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor
ve (Nehy-i anilmünker) emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve
yapılmasına razı olmayınız, diyor.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allahü
teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) [Bezzar]
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre,
deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i
anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) [Deylemi]
Peygamber efendimize uymanın dereceleri
Sual: Peygamber efendimize uymanın, tâbi olmanın da belli dereceleri
var mıdır, yoksa her Müslümanın tâbi olması aynı mıdır?
Cevap: Peygamber efendimize uymak, tâbi olmak, her Müslümanda aynı
değildir. Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullah efendimize tâbi olmanın yedi
derecesini şöyle bildirmişlerdir:
Birincisi, İslamiyet’in bildirdiklerine inanarak, bunları öğrenmek ve
yapmaktır. Bütün Müslümanların, âlimlerin, zahidlerin ve âbidlerin tâbi olması
bu derecededir. Bunların nefisleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ merhamet
ederek yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber Resulullah efendimizin
bütün sözlerini, âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir.
Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hâllere ve kalbine
doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun Vilayet-i hassa dediği
makamda ele geçer. Burada, nefis de iman ve itaat eder. Bütün ibadetler hakiki
ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve
kusursuz olmaktır. Bu derece, Ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur.
Bütün Peygamberlerin Eshabı böyle idi. Hepsinin nefisleri iman etmiştir. Böyle
tâbi olmak, ya tasavvuf yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak
bidatlerden kaçanlara nasip olur.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemâlâta,
yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemâlât, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak
Allahü teâlâdan lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük
Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyet ve maşukıyet
kemâlâtına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve
lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi
olmasıdır. Tâbi olan, tâbi olunana o kadar benzer ki, tâbi olmak aradan kalkar.
Bunlar da sanki Resulullah efendimiz gibi aynı kaynaktan her şeyi alır.
Sual: İnsanı sonsuz felaketten, Cehenneme gitmekten
kurtaracak olan şey nedir?
Cevap: Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama
tabi olmaya bağlıdır. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ve gösterdiği yolda
giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tabi olan, Allahü teâlâya sadık
bir kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan 124 binden fazla Peygamberin
en büyükleri, Ona tabi olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam, Onun zamanında
bulunsaydı, O büyüklüğü ile beraber, Ona tabi olmayı severdi. İsa
aleyhisselamın gökten inip Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun
ümmeti olan Müslümanlar, Ona tabi oldukları için bütün insanların hayırlısı ve
en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten
önce gireceklerdir.
İki cihan saadetine kavuşmak
Sual: Bir kimsenin, dünyada ve ahirette saadete kavuşması, rahat ve mesut
olması ne ile mümkün olur?
Cevap: İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve
ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tabi olmaya bağlıdır. Ona tabi
olmak için, iman etmek, İslâmiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır. Kalpte doğru
imanın bulunmasına alamet, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve
kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. Çünkü İslâm ile küfür, birbirinin
zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde, diğeri bulunamaz, gider. Bu iki zıt şey, bir
arada bulunamaz. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerini kötülemek olur.
Allahü teâlâ, sevgilisi olan Muhammed aleyhisselama, çok merhametli olan
Peygamberine, İslâm düşmanları ile muharebe etmeyi ve onlara sertlik göstermeyi
emrediyor. İslâm düşmanlarına sert davranmak huluk-ı azimdendir. İslâmiyetin
izzeti ve şerefi, küfrün, kâfirlerin hakir ve zelil olmasındadır. Kâfirlere
izzet veren, hürmet eden, Müslümanları tahkir etmiş, alçaltmış olur. Hak teâlâ,
Âl-i İmrân sûresinde kâfirlere kıymet verenlerin ve küfre tabi olanların
aldandıklarını ve pişman olacaklarını beyan buyurarak;
(Ey benim sevgili Peygamberime inananlar! Eğer, kâfirlerin sözlerine aldanıp
da, Resulümün yolundan ayrılırsanız, kendilerine Müslüman süsü veren din
düşmanlarının, yani zındıkların uydurma ve yaldızlı sözlerine kapılarak,
imanınızı çaldırırsanız, dünyada ve ahirette ziyan edersiniz) mealindeki
149. âyet-i kerimeyi gönderdi.
Allahü teâlâ, inkâr edenlerin, kendisinin ve Peygamberinin
düşmanı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek ve onlarla
kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine düşman olmaya sürükler.
Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum
der, namaz kılar ve her ibadeti yapar. Halbuki bu kimse, bilmez ki, böyle
çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürmektedir.
Muhammed aleyhisselama uyan kurtulur
Sual: Peygambere ve bildirdiklerine inanmayan, gösterdiği yoldan gitmeyen bir
kimse, çok iyilik de yapsa, bu yaptığı iyiliklerin faydasını, ahirette göremez
mi?
Cevap: Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama
tabi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan bütün hayırlar, iyilikler, bütün
keşifler, bütün hâller ve bütün ilimler Resûlullah Efendimizin yolunda bulunmak
şartı ile ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine tabi
olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep
olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Nitekim, dünyadaki faydalı ve hayırlı işlerden cenâb-ı
Hakkın, en çok beğendiği, cami yapmaktır. Cami yapmanın, çok sevap olduğunu
bildiren hadîs-i şerifler vardır. Böyle olmakla beraber, Tevbe suresinin 18.
âyetinde mealen;
(Kâfirlerin cami yapmaları caiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir.
Onların cami yapmaları ve diğer bütün beğendikleri işleri, kıyamette
kendilerine yaramayacak ve Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkları için,
Cehenneme girip, çok acı azaplarda sonsuz olarak cezalandırılacaklardır) buyuruldu.
Âl-i îmrân suresinin 85. âyetinde mealen;
(Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslâm dininden başka din isteyenlerin,
dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabul etmez. Din-i islâma arka çeviren,
ahirette ziyan edecek, Cehenneme girecektir) buyuruldu.
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse, ömrünü, nefsini
temizlemekle geçirse, güzel huyları ile yanındakilere ve keşfettiği aletlerle,
bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkça sonsuz
saadete kavuşamaz.