Âlimlere iftira
Âlimlere iftira
Sual: Ateist bir öğretmen, (Bilimin
ilerlemesine en büyük darbeyi Gazâlî vurmuştur. “Bilimle uğraşmak gereksizdir,
sadece ibadetle meşgul olunmalı” diyerek ilim kitaplarını yaktırmıştır.
Osmanlıyı da yıkan, bu Gazâlî felsefesi olmuştur) diyor. Bu, iftira
değil midir?
CEVAP
Evet, bu iftirayı yapanın, Müslümanlıktan hiç haberi yokmuş. Bilim dediği
fen ilimleri, İslamî ilimlerin bir koludur. Büyük bir İslam âlimi olan İmam-ı
Gazâlî’nin, ilmi öven yazıları çoktur. Değil bir âlim, sıradan bir Müslüman
bile, İslamî ilimlerin kolları olan fen ilimlerine yani Müslümanlığa karşı
çıkmaz.
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini
anlayamaz. Müslümanların bilmesi, öğrenmesi lazım olan bilgilere İslâmî
ilimler denir. Bu bilgilerin bazısını öğrenmek farz, bir kısmı sünnet,
bir kısmı da mubahtır. İslam bilgileri, iki büyük kısma ayrılır:
1- Naklî ilimler: Bunlara din bilgileri de
denir. Tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf gibi…
2- Aklî ilimler: Matematik, mantık, edebiyat, tıp,
fizik ve kimya gibi tecrübî bilgilerdir. Bunlar, his organlarıyla duyularak,
akılla incelenerek, tecrübe ve hesapla elde edilir. Bu bilgiler, din
bilgilerinin anlaşılmasına ve onların uygulanmasına yardımcıdır.
Canlıları öğretene Ulum-i tıbbiyye = Tıp, cansızları öğretene Ulum-i
hikemiyye = Hikmet, gökleri, yıldızları öğretene Ulum-i felekiyye =
Astronomi, Arz bilgilerine Ulum-i tabiiyye = Tabiat bilgileri denir.
Bunların hepsi İslamî ilimlerin birer koludur. (İhya)
Müslümanlar, birçok fen vasıtası yapıp kullanmışlardır. Pusula 1288’de
keşfedildi. İğneli tüfek 1866’da, top ise 1361’de keşfedildi. Fatih Sultan
Mehmed Han da kullandı. Dinimiz, İslamiyet’i bilmeyenlerin, ilim şekline
soktukları, ders adını verdikleri ahlaksızlıkların, uydurma tarihlerin, İslamiyet’e
yapılan iftiraların okutulmasına karşı çıkar, zararlı, kötü propagandalardan
kaçınılmasını, faydalı, iyi bilgilerin öğrenilmesini emreder. Müslümanlar,
fenni sever, fen adamının tecrübelerine inanır, fakat fen adamı sanılan fen
yobazlarının iftiralarına, yalanlarına aldanmaz.
İmam-ı Gazâlî hazretleri, bilimin önemini bildirmek için, Kimya-i
Saadet kitabında, tecrübeyi emreden hurma aşılamakla ilgili hadis-i
şerifi bildiriyor:
Bir gün Eshab-ı kiram, (Yâ Resulallah, Yemen’de hurma ağaçları başka türlü
aşılanıyor ve daha iyi hurma alıyorlar. Biz Medine’deki ağaçlarımızı
babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa Yemen’de gördüğümüz gibi
aşılayıp da, daha iyi ve daha bol ürün mü elde edelim?) diye sorunca,
Resulullah efendimiz, “sallallahü aleyhi ve sellem” bunlara, (Biraz bekleyin!
Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm) veya (Biraz
düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim)
demedi. (Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulüyle,
başka ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usulle aşılayın! Hangisi daha iyi
hurma verirse, her zaman o usulle yapın!) buyurdu. Yani fennin
[bilimin] esası olan tecrübeye güvenmeyi emretti. Kendisine melek bildirir veya
mübarek kalbine elbette doğardı. Fakat dünyanın her tarafında, Kıyamete kadar
gelecek Müslümanların, fenne sarılmaları için tecrübeyi emretti. İki hadis-i
şerif:
(İlim Çin’de de, [çok uzakta ve kâfirde de] olsa, gidip
alın!) [Deylemî, Taberanî, Beyhekî]
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa almalıdır.) [İbni
Asakir]
İslamiyet, bütün fen kollarında, ilim ve ahlak üzerinde, her çeşit çalışmayı
önemle emretmektedir. Bunlara çalışmak, farz-ı kifayedir. Hattâ bir İslam
şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir
Müslüman zarar görürse, o şehrin idarecilerini, İslamiyet sorumlu tutmaktadır.
Savaş için gereken her çeşit bilgi ve aleti edinmeyi de emreden hadis-i
şerifler çoktur.
Bütün Ehl-i sünnet âlimleri gibi, İmam-ı Gazâlî hazretleri de, bu bilgileri çok
iyi bilen ve anlatan büyük bir zattır. Böyle büyük bir zata, bilime karşıydı
diyerek iftira etmek çok çirkindir.
Sual: Selefî biri, (Hadis imamlarının birçoğu, tasavvuf ehlini
bid’atçi olarak görmüş, mesela İmam-ı Buharî, İmam-ı a’zama kâfir demiştir.
Tasavvuf ehli de, fıkıh ve hadis âlimlerini deccal olarak göstermiştir. Onun
için hiçbir tasavvufçunun mezhebi yoktu) diyor. Bunlar iftira değil midir?
CEVAP
Elbette katmerli bir iftiradır. Onlara göre tasavvuf ehli yani evliya,
kâfir demektir. Ellerindeki şirk damgasıyla bütün evliya
zatları damgalamışlardır. Maksatları, Ehl-i sünnet âlimleri tekfir edilerek, o
âlimlere bağlı Müslümanları kâfir olarak göstermektir.
İmam-ı a'zam hazretleri, büyük bir fıkıh âlimidir. Tasavvuf ehli olan Cafer-i
Sâdık hazretlerine talebe olmuştur.
İlk meşhur tasavvuf ehli Hasan-ı Basrî hazretleri, büyük bir imam, yani büyük
bir âlimdi.
Tasavvuf büyüklerinin hepsi bir mezhebe bağlı idi. Mezhepsiz evliya olmaz.
Çünkü dört mezhepten ayrılmak, İslamiyet'ten ayrılmak olur. Tasavvuf
büyüklerinin hepsinin bir mezhebi vardı. Her biri bir fıkıh âlimine bağlıydı.
Mesela Cüneyd-i Bağdâdî, İmam-ı Süfyân-ı Sevrî’nin mezhebinde idi. Abdülkâdir-i
Geylânî, Hanbelî; Ebu Bekr-i Şiblî, Mâlikî idi. İmam-ı Rabbânî ve Cerîrî, Hanefî;
Hâris-i Muhâsibî, Şâfiî idi "kaddesallahü teâlâ esrârehüm."
Silsile-i aliyye denilen tasavvuf büyüklerinin hepsi mürşid-i kâmil idi.
Mürşid-i kâmillerin hepsi de, aynı zamanda müctehid idi. Abdülkâdir-i Geylânî
ve İmam-ı Rabbânî hazretleri de, İmam-ı a’zam ve İmam-ı Şâfiî hazretleri gibi
birer müctehiddir. Dört mezhebin imamı ve diğer müctehid olan zatların hepsi de
mürşid-i kâmildir. Aralarında iş bölümü yaptıkları için kimi fıkıhta, kimi
tasavvufta meşhur olmuştur. Müctehid olmayan, mürşid-i kâmil olamadığı gibi,
mürşid-i kâmil olmayan da, müctehid olamaz.
Bayezid-i Bistamî, Cüneyd-i Bağdâdî, Celaleddin-i Rumî ve Muhyiddin-i Arabî
gibi evliya zatlar, her evliya olan zat gibi, bir mezhebe tâbi olmuşlardır.
Hadis âlimlerine ve fıkıh âlimlerine deccal demek çok çirkin iftiradır. Fıkıh
ilmine yani Allahü teâlânın emir ve yasaklarının nasıl yapılacağını bildiren
ilme düşman olan kimseler, nasıl evliya olur? İmam-ı Buharî hazretlerinin,
İmam-ı a'zam hazretlerini tekfir etmesi de tamamen yalan ve iftiradır. Âlimler,
birbirini çok severdi. Cahiller, farklı ictihadı düşmanlık zannediyorlar.
İbni Teymiyyecilerin bu iftirası, tasavvuf ehli olan Ehl-i sünnet âlimlerinin
İbni Teymiyye’yi tekfir etmelerinden kaynaklanıyor. İbni Teymiyye de, bazı
evliya zatlara kâfir diye saldırmıştır. Selefîlerin, buradan bir genellemeye
giderek bütün evliya zatlara kâfir dedikleri anlaşılıyor.