İnsan, bir yol gösterici, bir kılavuz olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulabilir mi?
Aklın dinde önemi büyüktür
CEVAP
Tarih incelenirse, insanların kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara
saptıkları görülür. İnsan, kendini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu,
aklı sayesinde düşündü. Fakat, Ona giden yolu bulamadı. Bunu önce etrafında
aradı. Kendine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandı ve ona tapmaya
başladı. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, denizi, yanardağları
gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları sandı. Herbiri için bir suret, simge
yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu. Bunların gazabından korkarak kurbanlar
kesti. Her yeni olayla, o olayı simgeleyen putların miktarı da arttı. İslamiyet
başladığı zaman, Kâbe’de 360 put vardı. Bugün bile güneşe, ateşe tapanlar
vardır. Rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.
Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı
zararlıdan ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl hakkında hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına en güzel
uyandır.) [İbni Muhber]
(Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.) [Tirmizi]
(İnsanların yaptıkları hayırların mükafatı, akılları nispetinde
verilir.) [Ebuşşeyh]
(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi]
(Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ.
Gazali]
Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl,
insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünya işlerinde isabet ettiği
halde, bazıları yanılabilir.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü
yetmez. Akıl insanlar arasında eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl ile en
aşağı akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde Aklın yolu
birdir demek çok yanlıştır.
Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine
kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı
gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur, bazen de yanılır
ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman
olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl
güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret işlerinde, nasıl olur da, akla
uyulur?
Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları Peygamber
bildirir. Peygamber, uzman bir tabip gibidir. İlaçların tesirlerini iyi bilir.
Halk arasında, akla dayanarak, uzun tecrübelerle bazı ilaçların tesiri
bilinirse de, akıl sahibi kimseler, bunu bilinceye kadar tehlike ve zararlara
düşer. Bunları bilmeleri için, yorucu, uzun zaman gerekir. Aklını, başka
lüzumlu işleri yapmak için kullanmaya vakit kalmaz. Tabibe az bir şey vermekle
ilaçların faydalarına kavuşurlar. Hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum
yoktur demek, tabibe lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin
bildirdikleri teklifler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur.
Hepsi faydalıdır. Tabibin bilgileri, düşünce ve tecrübe ile olduğu için,
hepsinin doğru olduğu da söylenilemez.
Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri,
cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız
için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru
olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden
kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan,
güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz.
Akıl, kalp ve nefis de birer varlıktır
Sual: İnsanda bulunan akıl, kalp ve nefis, bildiğimiz diğervarlıklar gibi midir, bunları gözle görmek mümkün değil midir vevücutta yerleri neresidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İslam âlimleri buyuruyorlar ki:
“Allahü teâlâ insanda, akıl, kalp ve nefis olmak üzere üç şey yarattı. Bunların
hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle ve dinimizin
bildirmesi ile anlıyoruz.
Akıl ve nefis dimağımızda, kalp göğsümüzün sol tarafındaki
yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları,
elektriğin ampulde, mıknatısın endüksiyon bobininde bulunması gibidir. Akıl,
fen bilgilerini anlamaya çalışır, bunları anlar. İslâmiyete uygun olanlarını,
zararlı olanlarından ayırır. İyileri, zararlı olanları, İslâmiyet ayırmaktadır.
İslâmiyeti bilen ve uymak isteyen akla Akl-ı selîm denir.
Aklı az olan, hep şaşıran kimseye ahmak, aklı hiç olmayana da mecnûn denir.
Selim olan akıl, İslâmiyetin bildirdiği iyi şeyleri kalbe bildirir. Kalp de,
bunları yapmayı irade ederek, dimağdan çıkan hareket sinirleri vasıtası ile,
organlara yaptırır. İyi veya kötü şeyleri yapmak arzusunun kalbe
yerleşmesine ahlâk, huy denir. Nefis, bedene tatlı
gelen şeylere düşkündür. Bunların iyi, kötü, faydalı, zararlı olduklarını
düşünmez. Arzuları, İslâmiyetin emirlerine uygun olmaz. İslâmiyetin yasak
ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir, daha beterini yaptırmak ister.
Kötü, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak,
zevklerine kavuşmak için çalışır.
Kalbin nefse aldanarak, kötü huylu olmaması için,
İslâmiyetin emirlerine uyarak kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak
lazımdır. Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini öğrenmekle olduğu gibi,
kalbin kuvvetlenmesi, temizlenmesi de, İslâmiyete uymakla olur. İslâmiyete
uymak için, ihlas lazımdır. İhlas, işleri, ibadetleri, Allahü teâlâ emrettiği
için yapmak, başka hiçbir menfaat düşünmemektir.”