Müslümânlığın gayesi nedir?
18/09/2023 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Geçen haftaki makâlelerimizde
müminlerin vasıflarıyla ilgili bir kısım âyet-i kerîmelere ve bazı
hadîs-i şerîflere temâs etmiştik. Bugün de bazı
İslâm büyüklerinin sözlerini nakletmek
istiyoruz. [Burada, özellikle doğruluk ve yalan konusunda olan bazı sözler
seçilmiştir.]
Bazı
İslâm büyükleri buyuruyorlar ki:
“Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az
kimse kurtulur.” (Lokmân Hakîm)
“Doğruluk emânettir. Yalancılık hıyânettir.” (Hazret-i
Ebû Bekir)
“Allah indinde en büyük hatâ, yalan konuşmaktır.” (Hazret-i
Alî)
“Eshâb-ı kirâm indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü
onlar, yalanla îmânın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi.” (Hazret-i
Âişe)
“İçi dışına, sözü işine uymamak, nifâktandır. Nifâkın temeli ise
yalandır.” (Hasan-ı Basrî)
“Yalancı ile cimri Cehenneme girerler. Fakat, hangisi daha
derine atılır, onu bilemem.” (Şa’bî)
“İstikâmet [her işte dâimî doğruluk], kerâmetten üstündür.” (Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî)
Seyyid
Abdülkadir Geylânî hazretleri, "Bu işe
başladığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esâs aldınız da böyle
yüksek dereceye ulaştınız?" diye soranlara buyurdu ki: “Temeli
doğruluk üzerine attım. Hiç yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun
için işlerim hep rast gitti.”
“Müslümânlığın
gayesi nedir?” diye bir suâl sorulacak olursa, “insanları
İslâm-ı hakîkî üzere yaşatıp îmân-ı kâmil ile bu dünyâdan göçmelerini sağlamak
ve Cennet’te ebedî saâdete erişmelerini te’mîn etmektir” şeklinde
özet bir cevap verilebilir.
Bilerek veya bilmeyerek, inanarak veya inanmayarak İslâmiyet’e
uygun yaşayan bir kimse, bu dünyâda, yaptıklarının faydasını görür. Ama
âhırette de faydasını görebilmesi için, behemehâl îmânla şereflenmesi lâzımdır.
Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, râhatlık ve saâdet
menbaı olan dînlerini gönderdi. Dînlerin sonuncusu, İslâm dînidir. Aslında
Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan Peygamber Efendimize gelinceye kadar dîn tektir,
o da tevhîd dîni olan İslâmiyettir.
Diğer dînler, kötü insanlar tarafından değiştirilmiştir.
Müslümân olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan, bilerek veya bilmeyerek
İslâmiyet’e uygun yaşarsa, dünyâda hiç sıkıntı çekmez; râhat ve neş’e içinde
yaşar. Avrupa’da, Amerika’da ve diğer kâfir memleketlerinde İslâmiyet’e uygun
çalışan kâfirler, böyle râhat ediyorlar. Fakat kâfirlere âhirette hiç sevâp ve
mükâfât verilmez. Böyle çalışan, eğer Müslümân olur ise, âhirette de sonsuz
saâdete kavuşacaktır.
İslâm’a tâm uyan tâm huzûrlu olur. İslâmiyet, insanların dünyâ
ve âhiret saâdetine kavuşmaları için ihsân edilmiştir. Ama insanın i’tikâdda ve
amelde noksânı olursa huzûrsuz olur. “İslâm, huzûrlu olmaya yeterli
mi?” diye bir suâl sorulacak olursa, “elbette
yeter” deriz. “Yetmez” diyen,
hâşâ, “Allahü teâlâ, dînini eksik göndermiştir” demiş
olur, O’na kusûr isnâd etmiş olur.