İbni Arabi hazretlerine dil uzatılıyor. Evliyaya dil uzatmak caiz midir?
Evliyaya dil uzatmak
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri, Mektubat’da buyuruyor ki:
(Büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği Muhyiddin-i Arabinin, birçok
sözlerinin ehl-i sünnete uymaması, şaşılacak şeydir. Hataları keşfinde, kalbde
doğan bilgilerde olduğu için, ictihaddaki hatalar gibi bir şey söylenemez. Onu
büyük bilir ve severim. Ehl-i sünnete uymayan yazılarını yanlış ve zararlı
bilirim.
Onun hakkında konuşanlardan bir kısmı haddi aşıyor, bir kısmı büsbütün mahrum
kalıyor. Evliyanın büyüklerinden olan M.Arabi hazretleri, keşflerindeki
hatalardan dolayı büsbütün reddedilemez. Onun vahdet-i vücud bilgisi,
görünüşte, ehl-i sünnet itikadına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır. Aradaki
farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu gösterdim.) [m.266]
(Kıyas ve ictihad, dinin 4 temelinden biridir. Evliyanın ilhamları böyle
değildir. Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir,
başkaları için senet değildir. Tasavvufçuların, ehl-i sünnete uygun olmayan
sözlerine uyulmaz. Fakat, onlara iyi gözle bakarak dil uzatmamalı, şuursuz
sözlerinden saymalıdır!) [m.272]
(Şeyh-i ekberi [yani İbni Arabiyi] caiz olmayan bazı bilgileri ile, yine
makbuller arasında görüyorum. Evliya arasında bulunuyor. Onu reddeden,
beğenmeyen tehlikededir.) [c.3, m.77]
İmam-ı Süyuti hazretleri Tenbih-ul-gabi kitabında
İbni Arabi hazretlerinin büyüklüğünü vesikalarla ispat etmektedir.
Ebüssüud efendi hazretleri de ona dil uzatılamıyacağına dair fetva
vermiştir.
Abdülgani Nablüsi hazretleri, İbni Arabi gibi büyük bir evliyaya
dil uzatanın cahil ve gafil olduğunu, bunların başında İbni Teymiye’nin geldiğini
bildirmektedir. (Hadika)
Evliya ile eşkıya kıyas edilmez
Sual: İbni Teymiyeciler, “Felsefecilerin nasslarla çatışan akli
delilleri onları tekfirden kurtarmadığı halde, tasavvuf ehlinin nasslarla
çatışan keşifleri onları nasıl küfürden kurtarabiliyor” diyerek İbni Arabi
hazretleri gibi bazı evliyayı tekfire yelteniyorlar.
Bu mukayese doğru olur mu?
CEVAP
Doğru olmaz. Mukayesenin doğru olması için müşterek benzerliklerin olması
lazımdır. Dost ile düşman, mukayese edilmez. Mesela, Allahü teâlâ kâfirler için ölü buyuruyor.
Kâfir ile mümin yani ölü ile diri mukayese edilir mi? Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.)[Bekara
18]
(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl
ile hak],gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz.
Dirilerle ölüler de bir olmaz.) [Fatır 19]
Yunan felsefecileri kâfirdir, tasavvuf ehli ise Allahü teâlânın dostu,
evliyasıdır. Evliya ile kâfir hiç mukayese edilir mi? Firavun da, "Ben
tanrıyım" dedi, Hallac-ı Mansur hazretleri de. Biri kâfirdi biri müslüman.
Müslümanınkini tevil etmek gerekir. Namaz kılan ve dinin her emrini yerine
getiren bir müslüman bir şey söylemişse, bunun tevilini aramak gerekir.
Yunan felsefecileri, (Kâinat, Allah gibi, ezeli ve ebedidir, Allah cüzi olan
şeyleri bilmez, cismani, bedeni bir haşr yoktur) gibi birçok düşünceleri
yüzünden kâfir oluyorlar. İslam filozofu denilen kimseler de, böyle
düşünüyorsa, onlar da aynı hükme girer. İmam-ı Gazali hazretleri, böyle düşünen
din adamlarının da aynı hükme girdiğini (El münkız), (Tehafüt) ve (İlcam)da
bildiriyor. Kâinatı ezeli ve ebedi bilen felsefecilerin küfre düştüklerini
bildirdikleri için imam-ı Gazali ve imam-ı Rabbani hazretleri gibi Resulullahın
vârisleri olan büyük âlimlere felsefeciler tarafından dil uzatılıyor. İbni
Rüşd, felsefecileri savunmak için imam-ı Gazali hazretlerini tenkit eden
bir kitap bile yazmıştır. Felsefeci ve İbni Teymiyeci bir genç, (El-Gazzalinin
uydurma hadisler üzerine bina ettiği bütün hükümler sapıklıktır, bu bakımdan
onun eserlerini okuyan sapıtır) demişti.
İmam-ı Gazali hazretlerini sevmeyenlerin daha çok felsefeciler ile İbni
Teymiyeciler olduğu görülmektedir. Ne maksatla olursa olsun, o büyük zatı
kötülemek asla caiz değildir. Çünkü büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri,
(İmam-ı Gazalinin yazılarında kusur bulan, ya hasetçidir veya zındıktır)
buyuruyor. (El- i’lam bi-kavâti’il-islam)
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Gazali, zamanının hüccet-ül-İslamı ve âlimlerin en üstünü idi. Ona dil
uzatan kimse, cahillerin en cahili, fâsıkların en kötüsüdür. (El-Ukud-üd-dürriyye)
Kâtip Çelebi de diyor ki:
Bütün din kitapları yok olsa, İmam-ı Gazalinin kitapları, bu boşluğu
doldurabilir, hatta onun İhya kitabı bile kâfi gelir.
Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri de, (İmam-ı Gazali’nin İhya
kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek
yapraklarını çevirirse, Müslüman olmakla şereflenir) buyuruyor.
Tefsir, hadis, fıkıh, tarih, ahlak ve tıb hakkında üç yüzden fazla eseri olan İmam-ı
Süyuti hazretleri Tenbih-ul-gabi kitabında İbni Arabi’nin
büyüklüğünü vesikalarla ispat etmektedir. Cinlere de fetva veren Ebüssüud
efendi İbni Arabiye dil uzatılamaz diye fetva vermiştir. Fıkıh,
tefsir, hadis ve tasavvufta çok derin âlim olan Abdülgani Nablüsi hazretleri,
İbni Arabi gibi büyük bir evliyaya dil uzatanın cahil ve gafil olduğunu,
bunların başında İbni Teymiye’nin geldiğini bildirmektedir. (Hadika)
Tefsir, fıkıh, tasavvuf, tarih, nahv ve tıb üzerinde çok kitap yazan,
ârifibillah ve kutb-i zaman olan imam-ı Şarani hazretleri buyurur ki:
İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya dil uzatır. Böyle kitapları
okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır. İbni Teymiye ve onun
yolunda giden sapıklar, İbni Arabi hazretlerine kâfir demişlerse de, âlimler,
arifler onun büyük bir veli olduğunu bildirmiştir. (Kibrit-i Ahmer,
El-yevakit, Tabakat)
Evliya düşmanlığı
Sual: Ekteki makalede, tasavvufa, tarihteki hak tarikatlara
saldırılıyor, şefaat inkâr ediliyor. Osmanlıların İslamiyet’i iyi anlayamadığı,
bu yüzden Osmanlıyı müslümanların yıktığı bildiriliyor. Bir cevap verir
misiniz?
CEVAP
Her makaleye cevap vermeye kalkarsak, esas konuları yazmaya sıra gelmez.
1- Osmanlıyı yıkan ittihatçılardır. Bir savaşta müslümanlar
yenilse, kâfirler camileri yıksa, müslümanlar camileri yıktı denir mi?
Osmanlılar, yıkılışa mani olamamışlardır. Onların ihmalleri varsa da, yıkan
onlar değildir. Kusurlu olanı bizzat fail gibi göstermek doğru değildir.
(Osmanlılar İslamiyet’i bilmiyordu) demesi de çok çirkindir. Osmanlı
İslamiyet’i bilmiyorsa, o yazar nereden biliyor? Ceddini inkâr eden
haramzadedir.
2- Şevahid-ün-nübüvve kitabında, (Evliyanın kerameti,
Peygamberlerin mucizelerinin devamıdır. Bunun için evliyadan hasıl olan
kerametler de Peygamber efendimizin mucizesidir) buyuruluyor.
Abdülgani Nablüsi hazretleri, Hadika’da (Evliyayı inkâr etmek, dinin herhangi
bir hükmünü inkâr etmek gibi küfürdür. Allahü teâlâ, Peygamberlerini ve
evliyasını başkalarından üstün tutmuş, başkalarına vermediği keramet ve mucize
gibi harikaları bu zatlara ihsan etmiştir. Maruf-i Kerhi hazretleri,
talebelerine, "Dua ederken beni vasıta edin! Çünkü evliya, Resulullahın
vârisidir. Vâris olan, vârisi olduğu zatın bütün üstünlüklerine kavuşur)
buyuruyor. Fakat nasipsiz yazarın, (Evliya, havada uçsa, denizde yürüse ne
yazar? Sanat ve kültürü yoksa ne kıymeti vardır?) demesi çok tuhaftır. Evliya
havada uçabiliyorsa, elbette Allah onu çok seviyor demektir. Elbette onun
kültürü var demektir. İlimsiz, cahil kimseden evliya olur mu? Evliya, Allah dostu
demektir. Allah dostunu ancak kendini beğenmiş ahmaklar, basite indirebilir.
3- Yazar, (Evliya emrettiği için ben yaptım demek çok yanlıştır.
Yapılan şey Kur'ana, sünnete uygun olmalıdır) diyor. Yani, (Evliya, Kur'ana,
sünnete aykırı emir verir) diyor. Evliyanın sözünü, Kur'ana aykırı değilse
yapacakmışız. Evliya o sözün Kur'ana aykırı olduğunu bilmiyorsa, sen nereden
bileceksin ey ahmak? Evliya, gerçekten evliya ise, elbette Kur'an-ı kerime,
sünnet-i seniyyeye aykırı konuşmaz. Ahmak, evliya ile evliya taslaklarını aynı
zannediyor.
4- Nasipsiz yazar, (Allah izin vermeden hiç kimse, hiç
kimseye şefaat edemez) âyet-i kerimesini delil göstererek,
Peygamberlerin, âlimlerin, evliyanın, şehidlerin şefaatlerini inkâr ediyor.
Elbette ancak Allah’ın izni ile şefaat edileceğini bütün İslam âlimleri
bildiriyor. Elbette Onun izni olmadan sinek kanadını oynatamaz. Şefaat de Onun
izniyle olacaktır. Şefaati inkâr eden ehl-i sünnet olamaz.
5- Allahü teâlâ, (Bana yaklaşmak için, vesile arayınız!) buyuruyor.
(Maide 35)
Fakat nasipsiz yazar, (Mürid, vesileyi, aracıyı bırakıp doğrudan doğruya
Allah’a bağlanmalı) diyor. Allahü teâlânın emrine mi, yoksa nasipsiz yazarın
sözüne mi uyalım?
Yazar, (Hazret-i İsa’yı, Hazret-i Ali’yi çok sevip küfre düşüldüğü gibi,
Peygamberi, mürşidi çok sevip aynı akıbete maruz kalmamalı) diyor. Halbuki
imanın temeli, Allah’ı, Peygamberi ve Allah dostlarını çok sevmek ve Allah
düşmanlarını sevmemektir. Müslümanın, Resulullahı çok sevmesi gerekir. Çünkü
Buhari’deki hadis-i şerifte, (Beni ana-babasından, evladından ve
herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz) buyuruldu. Hristiyanlar
gibi, bir insana ilah demek onu sevmek midir? Bir kimse, hâşâ Peygamber
efendimize ilah dese sevmiş mi olur?
(Bir evliya yerine, doğruca Resulullaha rabıta etmek gerekmez mi?) diyen
ahmaklara da rastlanmaktadır. Resulullahın mübarek ruhuna bağlanmak elbette
büyük nimettir. Fakat bir veliyi veya kitaplarını bulup, buna rabıta yapmak,
Resulullahın mübarek ruhuna bağlanmak içindir. Bir insan, hiç görmediği
kimsenin şeklini yalnız işitmekle, onu tanımış olmaz. Bunun için, Resulullaha
rabıta yapılmaz. Çünkü, başkasının Resulullah olduğuna inanmak küfür olur.
Evliyayı düşünmekte, bu tehlike yoktur. Bir veliyi düşünen, onun mübarek
kalbinde Resulullahın mübarek kalbini görür. Böylece, Resulullahı yâd etmiş
olur. (Evliya bir gözlük gibidir, Resulullaha bu gözlük ile bakılır)
buyurulmaktadır.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Her müslüman, terbiye edici bir üstada muhtaçtır. Üstad onu terbiye ederek,
kötü huylardan kurtarır. Allahü teâlâ, insanlara doğru yolu göstermek için,
Peygamber gönderdi. Peygamberden sonra ona vekil olarak evliyayı
yarattı.) [Eyyühel-veled]
Veli, Resulullahı iyi tanıdığı için, Onun mübarek kalbinden feyz alır ve bu
feyzler, bunun kalbinden, kendisine bağlananların kalblerine akar. Feyz gelen
kalb temizlenir. Ahlakı güzel olur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Velinin kalbindeki feyzler, nurlar, güneşin ziyası gibi yayılır. Onu seven
müslümanların kalblerine akar. Onların bu feyzleri aldıklarından haberleri
olmaz. Kalblerinin temizlendiğini anlarlar. Karpuzun güneş karşısında
olgunlaştığı gibi, kemale gelirler. Eshab-ı kiram, Resulullahın sohbetinde,
böyle kemale geldi.) [M.260]
Menkıbe anlatmak
Sual: Hep çarpık konuşan biri, (Ey Müslümanlar, size
çarpıklıkları anlatıyorum. Hazret-i Ömer’in, İmam-ı a’zamın menkıbelerini,
Abdülkadir-i Geylanî’nin veya başka evliya zatların kerametlerini anlatacak
zaman değildir) diyor. Kendi sözünde çarpıklık yok mu?
CEVAP
Elbette, esas çarpıklık kendisindedir. O büyük zatların menkıbeleri ilimdir,
ibretli, hikmetli olaylardır. Hazret-i Ömer’in hayatını anlatmak, İslamiyet’i
anlatmak demektir! İmam-ı a’zamın menkıbeleri, genelde ateistlere verilen ilmî
ve mantıkî cevaplardır. Allahü teâlânın varlığını ispat eden çok kıymetli, aklî
delillerdir. Evliya menkıbelerini okumak da çok faydalıdır. İnsanın haramlardan
kaçarak daha iyi ibadet etmesine yardımcı olur. Seyyid Abdülhakim Arvasî
hazretleri, (Evliya menkıbelerini anlatan Reşehat kitabını okumak, insanın
ihlâsını artırır) buyurmuştur. Bunun için İslâm âlimleri, evliya
menkıbelerini bildiren birçok kitap yazmıştır. Lüzumsuz olsaydı yazmazlardı.
Bunlardan birkaçının isimleri şöyledir:
Hayrat-ül-hisan fi-menakıb-in-Nu’man
Es-sahife fi menakıb-i Ebi Hanife
Kalaid-ül-ukban fi-menakıb-in Numan
Ukud-ül-Mercan fi-menakıb-ı Ebi Hanifet-in-Numan
Menakıb-ül-İmam-il-azam
Menakıb-i Abdülkadir
Menkıbe-i Evliyaiyye fi-ahval-i Ridaiyye
Nefehat-ül-Üns
Kitab-ı Keşf-ül Mahcub
Tezkiret-ül Evliya
Şevahid-ün-nübüvve
Hilye-tül-Evliya
Reşehat ayn-el hayat
Cami’u keramat-il-Evliya
Hadika-tül-Evliya
Berakat - Zübde-tül-makamat
Menakıb-ı çihar yar-i güzin
Dünyaya sitem
Sual: İbni Arabî, Mevlâna gibi evliya zatlara saldıran bir Selefî, son
olarak Dürr-ül mearif kitabındaki, (İmam-ı Kuşeyrî
rahmetüllahi aleyh, bir gün istinca için taş arıyordu. Bu sırada eline bir
yakut geldi. Onu yere atıp, “Ben istinca için taş arıyorum. Sen bana yakut
veriyorsun. Yakutun senin olsun, bana lazım değildir” dedi) ifadesinden dolayı
İmam-ı Kuşeyrî’ye de saldırmaktadır. Burada İmam-ı Kuşeyrî, bu sözü dünya için
mi söylemiş, yoksa hâşâ Allah için mi söylemiştir?
CEVAP
Elbette dünya için söylemiştir. Zaten hemen altında açıklaması vardır. İmam-ı
Kuşeyrî, imamlık derecesine yükselmiştir. İmam, müctehid, dinde söz sahibi,
âlim zat demektir. Sıradan bir Müslüman bile hâşâ Allahü teâlâya öyle bir şey
söyler mi hiç? Dünya malını istemediğini bildirmiştir. Kendimize uygun
görmediğimiz bir sözü büyük zatlara nasıl uygun görürüz ki? Evliya zatlar zahid
kimselerdir. Zahid, dünyaya rağbet etmez, özenmez, hiç önem vermez. Yakut gibi
dünya malını fırlatıp atar.
Selefîler, mecazı bilmedikleri için (Allah'ın eli var, Allah oturur) diyerek
Onu mahlûka benzeterek küfre girerler. Mesela Türkçede, (Kahpe felek, kimine kavun
yedirir, kimine kelek) diye bir söz vardır. Buradaki felek dünya demektir.
Mecaz olarak söylenir. Hâşâ kaderle, Allah ile ilgisi yoktur. İmam-ı Kuşeyrî
hazretleri de, (Dünya, üstüme gelme! Her şeyin senin olsun) diyor. Bir hadis-i
şerif şöyledir:
(Dünya [dünya malı] bana yaklaşmak istedi. "Benden
uzaklaş" dedim. Giderken, "Sen benden kurtuldun ama
senden sonrakiler benden kurtulamaz" dedi.) [Bezzar]
Âlimlere ve onların kitaplarına dil uzatmaktan ve Selefîlerin yuvarlandıkları
küfür çukuruna düşmekten çok sakınmalıdır.
Dalkavukluk
Sual: Vefat etmiş evliya zatların iyiliklerini anlatan bir arkadaşa
yalaka diyorlar. Yalakalık yaşayana yapılmaz mı? Ölen için öyle bir şey
söylenir mi?
CEVAP
Yalaka, dalkavuk demektir. Kendisine maddî menfaat [çıkar] sağlayacak olana
aşırı saygı ve hayranlık göstererek ona yaranmak isteyen kimse demektir. Yağcı
da deniyor. Bunu ölmüş kimseler için söylemek yanlış olur. Ölüden maddî ne
çıkar sağlanacak ki? Mesela, İmam-ı a’zam hazretlerinin veya İmam-ı Gazalî
hazretlerinin büyüklüğünden bahsedilse, bahsedene dalkavuk denmez. Hattâ mason
Abduh veya Reşat Halife gibi kötü kimseleri övene de dalkavuk denmez. Sapık,
cahil veya art niyetli denir. Her kelimeyi yerli yerinde kullanmalıdır.
Bir başka husus, ister yaşasın ister vefat etmiş olsun, evliya zatları sevmek,
gerekirse onları savunmak her Müslümanın vazifesidir.
Keramet nerede?
Sual: Yunus Emre’ye veya Hacı Bektaş-ı Velî hazretlerine yahut
uygunsuz birine ait olduğu da söylenen şu dörtlükte Mekke ve Hac niye
kötüleniyor?
Hararet nardadır, sacda değildir,
Keramet baştadır, tacda değildir,
Her ne arar isen, kendinde ara!
Kudüs’te, Mekke’de, Hacda değildir.
CEVAP
Eğer bu dörtlük, uygunsuz birine aitse, doğru anlaşılması için tevile gerek
yoktur. Ama Hacı Bektaş-ı Velî hazretleri gibi büyük bir zata aitse şöyle tevil
edilebilir:
Kudüs, Mekke kıymetli yerlerdir. Hac, gidebilene farzdır, çok kıymetli bir
ibadettir. Fakat imanı olmayan veya bid’at ehli olan kimse, buralara gitse, hac
yapsa hiç kıymeti olmaz. Yoksa (Hac ve Mekke kıymetsiz) demek değildir. Bunlar
ancak imanlı olana kıymet verir.
(Keramet tacda değildir) sözü de güzeldir. İnsan kıyafetiyle, hırkasıyla,
cübbesiyle, başındaki tacıyla, oturduğu tahtıyla değer kazanmaz. Kılık
kıyafetle, hattâ tahsille bile insanın kemale ermediği anlatılmaktadır. Nitekim
cahil biri, merhum Nasreddin Hoca’ya, okunması zor bir yazı getirir. (Hoca bunu
oku!) der. Hoca bakar, (Okuyamadım) der. O kişi, (Başındaki kavuğundan,
sarığından utan!) der. Merhum hoca, (Eğer keramet sarıktaysa, buyur sen oku!)
diyerek sarığı o kişinin başına geçirir.
Hallac-ı Mansur hazretleri
Sual: Hallac-ı Mansur ve Muhyiddîn-i Arabî gibi zatların yanlış
anlaşılan sözlerinden dolayı, bazıları bu zatlardan bahsederken, Selefîler
gibi, (Hallac şöyle demiş), (Muhyiddin böyle yazmış)diyorlar.
Bu saygısızlık değil mi?
CEVAP
Elbette saygısızlıktır. O zatlar, hatalı keşiflerinden dolayı mazur oldukları
için, günaha girmezler. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Tasavvuf büyüklerinden birkaçı kendilerini hâl ve sekr kapladığı zaman, doğru
yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymayan bilgiler, marifetler söylemişlerse
de, keşif yoluyla anladıkları için, suçlu sayılmaz ve sorguya çekilmezler.
Bunların, ictihadında yanılan müctehidler gibi, yanılmalarına da bir sevab
verilir. (1/112)
Kitaplarımızda ve İmam-ı Rabbânî hazretlerinin mektuplarında, bu zatlar
anlatılırken, (Hallac-ı Mansur “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”) ve (Şeyh-i
ekber Muhyiddin-i Arabî “kuddise sirruh”) diye saygıyla bildirilmektedir. (S.
Ebediyye)
İmam-ı Muhammed Mâsum hazretleri de buyuruyor ki: Şeyh-i ekber Muhyiddin-i
Arabî hazretleri, hadis ilminde sahib-i isnad ve fıkıh ilminde ictihad
makamındaydı. (1/29)
Böyle büyük zatlara saygısızlık yapan, kendi terbiyesizliğini göstermiş olur.
Köpekten aşağı olmak
Sual: Evliya zatlara muhalif biri, büyük zatlardan birini, (Hep
aynı şeyleri anlatıyor) diye tenkit edince bir arkadaş, (Hocasını
tenkit edene kızmayan, köpekten aşağıdır) sözünü hatırlayıp, (Ahmak
herif, haddini bil, büyükleri sevenlerin yanında böyle konuşamazsın) diyor.
Sevenlerin yanında nasıl öyle konuşabiliyor ki?
CEVAP
Sinsi hareket edip, söylediklerine bir kılıf bulduğu için, fazla tepki
toplamıyor. Eğer o arkadaş tepki vermeseydi, kim bilir daha neler söyleyecekti.
Belki bütün silsile büyüklerine iftira ederek, şöyle şöyle hataları vardı
diyecekti. Büyüklerimiz şunu anlatırlardı:
Bir gün hazret-i Ömer, bir yere vâli tayin ederek der ki:
— Yarın filan yere gel! Sana, iyi vâlinin nasıl olacağını, başarının
yollarını anlatacağım inşallah.
Herkes, acaba ne nasihatler verecek, ne tavsiye edecek diye merak eder. Ertesi
gün Eshab-ı kiramın hepsi oraya gelir. Hazret-i Ömer, vâlinin kolundan tutup
der ki:
— Eğer başarılı olmak istiyorsan, namazını ta’dil-i erkânla vakti girince
kıl! Ramazan-ı şerif ayı gelince orucunu tut! Hac zamanı hacca git! Zekâtını
dinin emrine uygun şekilde ver! Kelime-i şehadeti söyleyerek, imanını tazele!
Haydi, güle güle, git yoluna, Allahü teâlâ yardımcın olsun!
— Yâ emir-el-müminin, İslam’ın şartının beş olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz
başka şeyler söyleyeceğinizi, vâlilik hakkında başarılı olmanın yollarını
anlatacağınızı zannetmiştik.
— Resulullah efendimiz, İslam’ın şartının beş olduğunu bildirdi. Ben bunu
altı yapacak değilim. Bu beş şartı doğru yapan, başarılı olur.
Görüldüğü gibi, dinin esasları bellidir. Anlatılacak şeyler de bellidir. (Hep
aynı şeyi anlatıyor) diyerek büyük zatları tenkit etmek, art niyetli
olmayı gerektirir. Kitaplarımızda da hep hata aramaya çalışıyor. Böyle sinsice
fitne çıkaran ikiyüzlülere, o arkadaş gibi, anında tepki vermeli. Tepki
görmeyince, saldırılarını şiddetlendirir. Köpekten aşağı olmamak için böyle
kimselere müsamaha göstermemeli. Gençlerin, onların tuzağına düşmelerine de
mâni olmalıdır.
Evliyaya kötü söz söylemek
Sual: Bazı kimseler; İmam-ı Rabbani, Muhyiddin-i Arabi, Mevlana Celaleddin-i
Rumi gibi zatlar için ağza alınmayacak, küfürle itham edici sözler söylüyorlar.
Böyle kimselere nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Mekâtib-i
şerîfe kitabında buyuruyor ki:
“Bir kimsenin maksadı bilinmeden, yalnız sözüne bakarak, ona kâfir denilemez.
Bir Müslümanın, bir sözünün, yetmiş manası küfrünü, bir manası ise imanını
gösterse, o kimseye kâfir denilmez. Hadis-i şerifte; (Küfrü açık
bilinmeyen kimseye kâfir diyen, kâfir olur) buyuruldu.
Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde öyle bilgiler vardır
ki, bunlar tevil edilmeden anlaşılamaz. Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve
Resulullah efendimiz tarafından, açık bildirilmemiş manalarından, İslâmiyete
uygun olanı seçmeye Tevil denir. Bunu herkes yapamaz.
Evliyanın sözlerini de tevil etmek, mealen bildirmek lazımdır. Tevil edilmezse,
yanlış anlaşılır. Tevil edilince, veliye iftira etmek tehlikesi olmaz. İftira
etmek haramdır. Evliyanın sekr hâlinde veya kavuştukları nimetleri anlatırken,
yahut talebesini teşvik için veya maksadını anlatacak kelime bulamadıkları
zaman, söyledikleri bazı kelimeleri tevile muhtaç olur. Mesela İmam-ı Rabbani
hazretleri; 'Resulullahın her işine tabi olmalıdır' demiyor. 'İtikatta, fıkıh
kitaplarında emir olunan işlerde ve kalp ile yapılan zikirlerde tabi olmalıdır'
diyor. Bunlara tabi olmayan, veli olamaz. İmam-ı Rabbani hazretleri ve diğer
evliyaya itiraz edenler, onların sözlerindeki inceliği anlayamayanlardır.
Abdülkadir-i Geylânî hazretlerinin Fütûh-ul-gayb kitabının
farisi şerhinde buyuruluyor ki: 'Âriflerin kalplerine ince ve anlaşılmaz
bilgiler geldiği zaman, bunları anlatacak kelime bulamazlar. Böyle sözlerini
işitince, doğrusunu Allahü teâlâ bilir demeli, inkâra kalkışmamalıdır.'
Tasavvuf yolundan maksat, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri doğru itikada, İslâmın güzel ahlakına, fıkıh kitaplarının
gösterdiği işleri yapmaya, bidatlerden sakınmaya ve Allah dostlarının
kalplerine gelen hallere kavuşmaktır. Evliyanın sözleri misk gibidir. Güzel
mana saçarlar. Yanlış manalar vermek, miski çalı, çöp ile örtmek gibidir. Çalı
yığını, miskin güzel kokusunu örtemez.”