(Tasavvuf ilmi denilen bâtın veya ledün ilmi, sonradan çıktığı için bid’attır, bu bid’ate inanan da sapıktır) diyenler oluyor. Bu ilim hakkında yeterli bilgi verebilir misiniz?
Tasavvuf ilmi
CEVAP
Bâtın ilmi, hazret-i Âdem’den beri vardır. Buna ledün ilmi de
denir. Tasavvuf ve keramet ilmidir. Allahü teâlânın ihsanıyla kalbe ilham
edilen, ilahî sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte akla zıt gelebilir. İlm-i
ledün sahibi olan, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir. Birkaç
hadis-i şerif meali:
(Din bilgisi iki kısımdır: Kalbdeki faydalı ilimler, dille anlatılan zahirî
ilimler.) [Hatib, Süyuti]
(Elbette Kur’anın zahirî ve bâtınî manası vardır.) [İbni Hibban]
(Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir
hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.)[Deylemi, İ.
Süyûti, İ. Münavî]
(Zâhir ve bâtın ilminin âlimleri, peygamberlerin vârisleridir.) [M.
Nasihat]
(Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları ancak marifet sahipleri
bilir.) [M. Nasihat]
(Rabbim bana farklı üç ilim bildirdi. Birincisini kimseye bildirme dedi,
çünkü bu ilmi benden başkası anlayamaz. İkinci ilmi, dilediğine bildirebilirsin
dedi. Üçüncü ilmi, ümmetinin hepsine bildir dedi.) [Mevahib-i
ledünniyye] (İkincisi ledün ilmi, üçüncüsü ise iman, fıkıh ve ahlak
bilgileridir.)
Taha sûresinin (Rabbim ilmimi arttır de!) mealindeki 114.
âyeti, (Bâtın ilmimi artır!) demek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir.
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Mâlik , (Zâhir ilmine malik olan, bâtın ilmine kavuşabilir.
Zâhir ilmi olan, ilmiyle amel ederse, Allahü teâlâ, ona bâtın ilmini de ihsan
eder) buyurdu. Ali bin Muhammed Vefa’nın ârifane sözlerine şaşırıp
kalan İmam-ı Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara
sûresindeki, (Allah’tan korkun! Allah, kendinden korkanlara
bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu. Ebu Talib-i
Mekkî, (İlm-i zâhirle ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmaz. Bedenle
kalbin birlikte bulunması gibidir. Bâtın ilimleri, ârifin kalbinden kalblere
akar) buyurdu.
İmam-ı Münavi, imam-ı Gazali’den naklen bildiriyor ki:
Âhiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hâsıl olur. Buna ilm-i mükaşefe
[ilm-i bâtın] denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi
ilm-i muameledir.
İlm-i bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip
almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bid’at ehline bâtın ilmi nasip olmaz.
Bâtın bilgisi, temiz kalblerde hâsıl olan bir nurdur. (Öyle ilimler vardır
ki, çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir)hadis-i şerifi,
bâtın ilimlerini göstermektedir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru
yapabilmek için herkese lazım olan ilmihâl bilgileri öğrenilip amel edilince,
ilm-i bâtın hâsıl olabilir. İlm-i bâtından habersiz olan, tasavvuf kitaplarını
okuyunca, âriflerin sözlerini sapıklık sanıyor. Anlamadıkları marifet
bilgilerine inanmıyor. İbni Arabî, Abdülkâdir Geylânî, Mevlânâ Celaleddin,
Seyyid Ahmed Bedevî, İmam-ı Şârânî ve İmam-ı Busayrî gibi tasavvuf büyüklerine dil
uzatıyor. Bâtın bilgilerine inanmayan Muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına
inanmamış olur. Böyle kimseye bid’at ehli ve sapık denir. (Hadika)
Kur’an-ı kerimde de bu ilimden bahsediliyor. Hazret-i Süleyman’ın veziri Asaf,
bâtın ilmini yani ledün ilmini bildiği için, iki aylık mesafedeki Belkıs’ın
tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar getirdi. Hazret-i Süleyman, (Bu
Rabbimin bir lütfudur) dedi. (Neml 40) Asaf, peygamber olmadığı halde,
bâtın ilmi sayesinde bu kerameti gösterdi. Yani bu âyet-i kerime, kerametin hak
olduğunu gösteriyor. Bâtın ilmine tasavvuf ilmi de denildi. Tasavvuf ve
keramet, yeni çıkan bir şey değildir.
Kehf suresinde ledün [bâtın] ilmi hakkında bahsedilen kıssa özetle şöyledir:
Hazret-i Musa, (Yâ Rabbi, bâtın ilmini bilen zatı nerede bulurum?) diye sordu.
Allahü teâlâ da, (Yâ Musa, yola çık, çantana koyduğun balığın canlanıp
denize gittiği yerde, onu bulursun) buyurdu. O da, hazret-i Yuşa ile
yola çıktı. Bir pınarın yanına geldiler. Bu pınar âb-ı hayat idi. Bu suya
dokunan ölü canlanırdı. Bu sudan bir damla balığa değince, balık canlanıp
denize gitti. Hazret-i Musa, denilen yerdeki zatı görüp ona, (Bana bâtın ilmini
öğretir misin?) dedi. O zat, (Yâ Musa, Allahü teâlânın bana öğrettiği ilmin
hepsini sen bilmezsin. Bu yüzden de yaptıklarıma sabredemezsin, tuhafına gitse
de, yaptıklarımdan bana bir şey sormayacaksın) dediyse de hazret-i Musa
sabredemeyip sorunca, arkadaşlıkları sona erdi. Bu olay hakkında peygamber
efendimiz buyuruyor ki:
(Musa aleyhisselam eğer sabretseydi, çok ibretli olaylarla
karşılaşacaktı.) [Buhari]
Kur’andaki bu iki kıssa, bâtın ilmine sahip keramet ehli zatların bulunduğunu
açıkça bildirmektedir. İlm-i bâtın, ilm-i zahirden ayrılmaz. Her ikisine
kavuşana, ulema-i rasihin denir. (Kıyamet ve ahiret)
Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde müteşabihat denilen zâhir âlimlerinin
bilmediği ilim bildirilir. Bu ilimleri ulema-i rasihin denilen büyük âlimler
anlar. (Mevduat-ül-ulum, Mektubat-ı Rabbani)
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Hazret-i Ebu Hüreyre, (Resulullah’tan
iki ilim aldım. Birini size bildirdim. İkincisini bildirmedim, çünkü
anlayamazsınız) dedi. Birincisi, ilm-i zâhir, ikincisi ilm-i bâtındır.
Bunu ancak, evliya zatlar ve sıddıklar bilir. Tasavvuf ilmi böyle yüce bir
ilimdir. Bunu anlayamayan inkâr ediyor. (İnkâr eden mahrum kalır) sözü
meşhurdur. (2/59, 3/17)