Ezân asla değiştirilmemelidir
08/01/2020 Çarşamba Köşe yazarı H.Y
Ezân, beş vakit namaz vakitlerinin geldiğini bildirmek için okunur.
Erkeklerin, mescidin dışında yüksek yere çıkıp okumaları müekked
sünnettir.
Dinde tahrif hareketleri -21-
Fıkıh ve ilmihâl kitaplarında bildirilmiş olan belli kelimeleri, akıllı bir
Müslümanın belli şekilde okumasına, (Ezân-ı Muhammedî) denir.
Yani minâreye çıkıp, Arabî kelimeleri ayakta okumak lâzımdır. Başka dillerde
tercümelerini okumak, mânâsını anlasa bile ezân olmaz.
Ezân, beş vakit namaz vakitlerinin geldiğini bildirmek için okunur.
Erkeklerin, mescidin dışında yüksek yere çıkıp okumaları müekked sünnettir.
Müezzin efendinin, mescidin dışında yüksekte ve yüksek sesle okuyarak,
komşulara duyurması lâzımdır. Fazla bağırması câiz değildir. (Ekber) derken
son harfi cezm ederek durulur veya üstün okunarak vasledilir. Ötre okumaz.
Kelimelerin başına veya sonuna hareke, harf, med ekleyecek şekilde fazla
tegannî ile okumak ve bunu dinlemek helal olmaz. Salât ve felâh derken yüzünü
sağa ve sola çevirmesi sünnettir. Ayakları ve göğsü kıbleden ayırmaz.
Yahut minarede dönerek okur.
İslâmiyetin emrettiği (Ezân-ı Muhammedî), sâlih Müslümanın
sesine denir. Borudan çıkan ses, ezân değildir. Radyoda, teypte ve hoparlörde
okunan Kur’ân-ı kerîmin ve ezânın insan sesi olmadığını, bunları okuyan
insanların seslerinin hâsıl ettikleri mıknatıs ve elektrik tarafından meydana
getirilen çalgı sesleri olduklarını ve meydana gelmelerine sebep olan insan
seslerinin kendileri değil iseler de, onlara çok benzedikleri için okuyanların
sesleri zannedildiği "El-fıkh-u alel-mezâhib-il-erbe’a"nın
secde-i tilâvet bahsinde ve (Seâdet-i Ebediyye) kitabının (tegannî
ve müzik) kısmında uzun bildirilmiştir. Bundan dolayı,
gramofondan [teyp, radyo, TV’de] okunan secde âyetini işitenin, tilavet secdesi
yapması gerekmez. (Mezâhib-i erbe’a)
Asrımızın din âlimlerinden Elmalılı Hamdi Efendi “rahimehullahü
teâlâ”, A’raf sûresinin 204. âyetinin tefsirinde diyor ki:
“Kırâat /okumak, bir ihtiyari iştir ki, akıllı ve konuşan bir insanın
ağzından çıkanı anlamaya ve anlatmaya yönelik bir maksat taşıyan, sesli olarak
okumak demektir. Nitekim vahiy meleği olan Hazret-i Cebrail’in işi bile aslında
bir kırâat/Kur’ân okuma değil, bir ikra, yani okutmaktır. Allah’ın yaptığı iş
ise vahyi indirmek ve kırâati yaratmaktır. Cansız varlıklardan çıkan seslere
kıraat denilemeyeceği gibi, aks-i sedâdan, yani sesin yankılanmasından meydana
gelen işe de kırâat denilemez. Bunun içindir ki, fakîhler bir kırâatin
yankılanmasından hâsıl olan yankının kırâat ve tilâvet hükmünde olmadığını,
mesela tilâvet secdesi gerekmeyeceğini beyan etmişlerdir. Bir kitabı sessiz
olarak okumaya kırâat denilemeyeceği gibi, çalan veya çınlayan, yankı yapan bir
sesi dinlemek de kırâat dinlemek demek değildir, bir çınlamayı dinlemektir. Şu
hâlde Kur’ân okuyan bir okuyucunun sesini aksettiren gramofon veya radyodan
gelen sese de kırâat denilemez. Bu gibi sesler bir kırâat değil, bir kırâatin
yankısı ve yansımasıdır, bunlara dinleme ve susma emrinin hükmü terettüp
etmez.” (c.3 s. 2361)
Diyânet İşleri Reîsliğinin müşâvere ve dînî eserleri inceleme
heyetinin 1.12.1954 târih ve 737 sayılı
kararının on beşinci maddesinde, (Hoparlörün mihraba konulması, sûret-i
kat’iyyede memnû’dur. Şayet imâmın tekbîr ve tesmî’i duyulamayacak derecede
cemâat kesretli olursa, müezzinlerden biri veya daha uzakta diğeri de iblâğ
vazifesini görürler) denilmektedir.